Şöyle bir adım geriye çekilip baktığımızda, gelecekten endişe duymak için pek çok sebebimiz var.
Birincisi, PKK terörü yeniden hortlamış durumda; üstelik ne hortlama.
İkincisi, güneydeki komşumuz iki ülkede birden savaş var ve biz bu iki savaşın ikisine birden bir biçimde müdahiliz.
Üçüncüsü, ülkemizin ihracatı ve turizm gelirlerinde ciddi miktarda gerileme var; bu gerileme ve diğer pek çok faktör yüzünden döviz kurları büyük bir hızla yükseliyor, bizler de döviz cinsinden hesapladığımızda ciddi biçimde fakirleşiyoruz.
Bu denemenin ilk Amerika’da yapılmasını bekleniyordu ama Amerikalı araştırmacılar gecikti, bu arada Çin’in Çengdu şehrindeki Sişuan Üniversitesi’nden onkolog Lu You, akciğer kanserli bir hasta üzerinde ilk denemesini gerçekleştirmeye başladı.
Lu’nun denemesi kendi hastanesinin Etik Kurulu’ndan haziran ayında onay aldı ve aslında ağustosta başlayacaktı ama türlü çeşitli sebeplerle gecikmeler yaşandı, deneme bugünlere kaldı.
Lu’nun denemesi şu: Akciğer kanserli hastadan kan alınıyor, bu kanın içindeki vücudun savunma sistemine ait hücreler ayırılıyor. Bu hücreler üzerinde CRISPR-Cas yöntemiyle bir gen düzeltmesi yapılıp hücrelerin PD-1 adı verilen proteini işlevsiz hale getiriliyor. Sonra genetiği değiştirilmiş/düzeltilmiş hücreler çoğaltılıp hastaya geri veriliyor.
Umulan, genetiği değiştirilmiş/düzeltilmiş savunma hücrelerinin kanserli hücreleri yok etmesi. Sonucu hep birlikte göreceğiz.
Türkiye’de yargı mekanizması durma noktasında. Bir arkadaşım, “Apartmanımızdaki bir sorun için savcılığa gidecek olduk, ‘Çok işimiz var sizin şikâyetinizle ilgilenemeyiz, haberiniz olsun’ cevabı aldık” dedi. Bir başka tanıdığım, 1985 doğumluların hâkim kürsüsüne oturduğunu anlattı; 30’lu yaşlarında insanların koca şehirlere başsavcı olarak atandığı biliniyor.
İcra-iflas mahkemelerinin, daha doğrusu heyetle karar veren mahkemelerin hepsinde heyetlerin eksik olduğu, idari yargıda ciddi duraklama yaşandığı, Yargıtay’da ise tetkik hâkimi bile bulunmadığı avukatların gündelik sohbet konuları.
YARGININ YARISI GİTTİ
15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye doğal olarak ciddi bir FETÖ’cü temizliği yapıyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, kendi üyelerinden birkaç tanesi de dahil olmak üzere, ülkedeki hâkim ve savcıların yarıdan biraz fazlasını ya meslekten çıkardı ya açığa aldı. Operasyonların devam edeceği, hâkim ve savcı sayısının daha da azalacağı biliniyor.
Sonra Çek Cumhuriyeti’ndeki bir başka toplantıda yeniden ortaya çıktıklarında çok daha iyi örgütlenmişlerdi.
Derken Brezilya’nın Porto Allegre kentinde, bu kentin adıyla anılan bir forumla neredeyse kurumsallaştılar.
Artık ne zaman ve nerede DTÖ veya G-7/G-20 zirvesi yapılsa, IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısı yapılsa küreselleşme karşıtlarını da eylemde, sokakta görüyoruz.
Ben sosyoekonomik olayları ve siyaseti sağ-sol terimleri üzerinden analiz etmeyi pek seven biri değilim ama yine de sormalıyım: Peki küreselleşme karşıtı hareket sol bir hareket miydi, sağ bir hareket mi?
Kolayca tahmin edilebileceği gibi sosyal medya dün Leonard Cohen’in sözleri, şarkıları, görüntüleri ile doldu taştı.
Şaşılacak bir şey yok, kim bilir kaç kuşağa dokundu onun şarkıları.
Taa benim doğduğum yıl Yunanistan’ın Hdyra Adası’nda serserilik yaparken tanıştığı ve yıllarca sevgili olduğu Marrianne’a veda için yazdığı şarkıyı veya ‘Aşkın sonuna kadar dans et benimle’ dediği şarkıyı bilmeyen var mı?
‘Böyle doğmuşum, başka seçeneğim yok’ sözlerinden güzel mazeret üretebilenimiz var mı?
Rusya’da neden Putin iktidarda? Slovakya, Macaristan ve Polonya’da neredeyse ırkçılığa varan söylemleri olan, açıkça izolasyonist ve milliyetçi politikalar uygulayan partiler nasıl iktidar oldu? Birleşik Krallık’tan neden Brexit’e evet oyu çıktı? Avusturya, Hollanda, Almanya ve Fransa’da aşırı sağ neden yükseliyor? Amerika’da Trump neden seçildi?
Yukarıda saydığım lider ve siyasi partilerin fikir, politika ve uygulamaları arasında benzerlikler olduğu kadar benzemezlikler de var. Sonuçta her biri kendi yerel şartlarının sonucu olarak ve o yerel şartların gerektirdiği politikaları savunarak iktidara gelmiş veya iktidar adayı olmuş durumda; birbirlerine benzememeleri doğal ve normal.
Ama yine de, bütün bu isimleri iktidara taşıyan temel dinamik (yerel şartlar ve farklılıklar ne olursa olsun) aynı.
Bu lider ve partilerin tamamı, ülkelerindeki yerleşik düzene öfke duyan, o düzenin değişmesini isteyenleri temsil ederek, yerleşik siyasi anlayışları reddederek bugün bulundukları noktaya eriştiler. Yani memnuniyetsizlerin oyuyla.
Ama yine de, örgütün 2010 ve onu izleyen birkaç yıl boyunca devlete ve askeri okullara eleman sokma konusunda çok fütursuzlaştığı ve bunun sonucunda da bugün yürütülen darbe soruşturmalarında karşımıza çıkan ‘kritik kütle’ye ulaştığı anlaşılıyor.
O yüzden, hileli olduğu ve sorularının çalındığı konusunda artık kimsenin kuşkusu kalmayan, binlere varan şüphelinin soruşturulduğu veya kovuşturulmaya başlandığı KPSS davaları son derece önemli ve yol gösterici.
ÖNCE ÖSYM ELE GEÇTİ
Türkiye, 90’lı yılların sonlarında devlete eleman alımlarını bir merkezi sınavla yapmaya başladı. Bu sınavın adı KPSS. Ve sınavı da merkezi sınav yapma konusunda Türkiye’nin uzman kurumu olan ÖSYM düzenledi. Bu sınav devlette kadrolaşmanın anahtarı haline gelince FETÖ’nün sınavı düzenleyen ÖSYM’de kadrolaşmaya, buraya daha fazla yerleşmeye daha çok önem verdiği anlaşılıyor.
O kadar isteklidir ki anlatmaya, parçacık fiziğinde son gelişmeleri sizin ona sormanıza fırsat bile vermeden anlatmaya başlar. Derdi hep Türkiye’dir aslında, yılmadan yorulmadan Türkiye’de bir hızlandırıcı kurulması için uğraşır.
İşte o Ercan Alp ile birkaç yıl önce sohbet ederken ondan öğrenmiştim, Paris’teki ünlü Louvre Müzesi’nde yaşanmakta olanları.
Müze, biliyorsunuz 9.5 milyona varan ziyaretçi sayısıyla dünyanın en çok ziyaret edilen ikinci müzesi. (Birinci sırada Çin’deki İmparatorluk Sarayı var.)