İpek Özbey

Çıkışım siyasi değil vicdaniydi

16 Ağustos 2017
Necmettin öğretmenin PKK tarafından katledilmesinin ardından Tunceli’de yürüyüş başlatan ve Meclis’te yaptığı konuşmadan sonra Cumhurbaşkanı’ndan tebrik alarak eleştiriye uğrayan CHP Tunceli milletvekili Gürsel Erol, “Bir milletvekilinin iktidarı, muhalefeti olmaz. Milletvekili halkın sorunları ile ilgilenecek sorumluluğa sahip olmalıdır. İlişki kuracaksın, sana güvenen seçmenin sorunlarını sadece seslendirmek yerine çözüm de bulacaksın” diyor. Erol, bugün Tunceli’de Sivil Toplum Kuruluşları Temsilcileri ve Belediye Başkanları ile birlikte Orman ve Su İşleri Bakanı ile görüşecek, Tunceli’deki HES ler ve yangınlarla ilgili çözüm önerilerini sunacak.

- Necmettin öğretmenin öldürülmesinin ardından bir yürüyüş düzenlediniz ve sonra da Meclis’te etkili bir konuşma yaptınız.
Ben de bir öğretmen çocuğuyum ve bir babayım. Bir inşaat işçisinin bütün hayatını ortaya koyarak yetiştirdiği 23 yaşındaki bir öğretmenin çaresizliğine duyarsız kalmak insan olarak mümkün değildi. Necmettin Öğretmenin cenazesi bulununca il başkanımız konuyla ilgili sert bir çıkış yaptı, ben de genel başkanımıza bilgi verdim, eğer onaylarsa Necmettin öğretmenin katledilmesini protesto eden sessiz bir yürüyüş yapacağımızı ifade ettim. Sayın Genel Başkanımız çok iyi olur dedi, kendisinin talimatı ve bilgisiyle yapıldı bu yürüyüş.

- 2011 yılında FETÖ yapılanmasına karşı ilk yürüyüşü CHP Tunceli’de yapmıştı. O yürüyüş bu kadar konuşulmamıştı.
FETÖ’nün örgütlenemediği tek kent Tunceli tabii. O süreçte de Tunceli’deki öğrencilerin alıp il dışına götürülmesi söz konusuydu. Tunceli buna hemen tepki verdi. “Fakir fukara olabiliriz ama çocuklarımızı Cumhuriyet eğitimi dışında bir eğitime vermeyiz” diye tepki verdiler. Bu aslında son derece anlamlıydı. Fakat o zaman FETÖ terör örgütü olarak görülmediği, devlet bunun farkında olmadığı ve AKP de bunu terör örgütü olarak tanımlamadığı için Tuncelililerin bu tepkisini kimse anlayamadı. Oysa kimsenin göremediğini Tuncelili görmüştü.

- Terör örgütünün sizinle ilgili tehdit açıklaması…

Yazının Devamını Oku

Merkez sağ değil milli merkez

14 Ağustos 2017
MHP’den ihraç edilen Meral Akşener ve Prof. Dr. Ümit Özdağ, çalışmalarını tamamlamak üzere. Yeni partiyi merkez sağ değil, milli merkezde tanımlayan Özdağ, Cumhuriyet tarihimizin çok önemli bir yerine sahip olan Samsun’dan ekim ayında yola çıkacaklarını açıkladı. Kurulur kurulmaz Meclis’te grubu olacağını açıkladığı yeni partinin ideolojisi, kırmızı çizgileri ve Türkiye’nin meselelerine getirecekleri çözüm önerilerini Özdağ ile konuştuk.

- Yeni parti için hazırlıkların tamamlanmak üzere olduğunu biliyoruz, peki adı üzerinde karar verdiniz mi?

Birkaç isim üzerinde duruyoruz ancak henüz netleşmedi.

- Görevlendirme yapıldı mı? Kurucular kurulu kimlerden oluşacak?

Bugüne kadar hiçbir il ve ilçede yapılmış bir görevlendirme yok. Ancak teşkilatların oluşturulması konusunda çalışacak bir komisyon kuruldu. Öte yandan kurucular kurulu ve program-tüzük çalışmaları devam ediyor. Kurucuların bir bölümü belli. Bir bölümü de önümüzdeki günlerde belli olacak.

- Tarih ne? İlk nerede göreceğiz sizi?

Ekimde inşallah Samsun’dan yola çıkacağız, çünkü Cumhuriyet tarihimizde çok önemli bir yer. İstiklal Harbi’nin başlangıcı. Ve Cumhuriyet’in kuruluş esaslarına ve milletimizin değerlerine ağır saldırıların yapıldığı bugünlerde Türk milletini kucaklayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esaslarına ve aziz milletimizin değerlerine sadık kalacak, birleştirici, onarıcı bir siyasi heyet olarak Samsun’dan yola çıkmayı uygun bulduk.

- Ne diyeceğiz, merkez sağ parti mi?

Hayır, merkez sağ parti değiliz. Her şeyden önce bütün Türkiye’yi kucaklayan bir siyasi hareketiz. Kendimizi milli merkezde tanımlıyoruz. Yani, merkezde, merkezin sağında ya da solunda olan bütün vatanperverleri davet eden bir siyasi parti oluşuyor şu anda. Herkesin yaşam tarzını güvence altına alacak bir parti olacağız. Şunun farkındayız: Ne yazık ki 1913 şartlarında bir Türkiye’yi, bu iktidar gerisinde bırakarak gitmek üzere. Biz bu ağır yıkımı aşmak için Türkiye’yi kucaklayan bir heyet ve çok iyi bir programla halkın karşısına çıkmaya hazırlanıyoruz. Bizim partimiz bir anlamda Birinci Meclis’in ruhunu taşıyacak bir parti olacak. Türkiye, kuruluş felsefesi ve milli değerlerine dönmeli.

Yazının Devamını Oku

Kudüs ikinizin de başkenti olsun sığamıyor musunuz?

31 Temmuz 2017
Mescid-i Aksa baskılarına eklenen son halka tansiyonu doruğa çıkardı. Dinler Tarihi Profesörü Ömer Faruk Harman’a göre, Filistin sorunu bitmeden, İsrail bu huyundan vazgeçmeden, Filistinlilerin insanca yaşama hakları verilmeden Ortadoğu’da huzur olmayacaktır. Çünkü kan ve gözyaşı üzerine huzur ve mutluluk kurulamaz. 

Kudüs üç din için de kutsal... Herkes saygı göstermeli, tamam, ama ortada büyük bir  de zulüm var..

Filistin toprakları Tanrı’nın Hazreti İbrahim’e “Sana göstereceğim memlekete git. Seni büyük millet edeceğim ve seni mübarek kılacağım, seni mübarek kılanları mübarek kılacağım... Bu memleketi senin zürriyetine vereceğim” dediği yerdir. 

Bu vaat edilmiş toprakların sınırı neydi?

Yine Tevrat’a göre Doğu’da Fırat Büyük ırmak, Batı’da Akdeniz, Güney’de Sina yarımadası, kuzeyde Lübnan dağları. Yalnız ortaçağ Yahudi düşüncesi vaat edilmiş toprakların kuzey hududunu bizim Toroslara kadar çıkardı. Tevrat’a göre Rab, Hz. İbrahim’e şöyle demiştir: “Şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden kuzeye ve güneye ve doğuya ve batıya bak; çünkü görmekte olduğun bütün memleketi sana ve ebediyen senin zürriyetine vereceğim”.

Ama  ‘topraklar ilelebet sizin’ demiyor herhalde..

Mutlak bir vaat değildi. Bir takım şartlara bağlıydı.  Öncelikle vahiy edilen ilahi hakikatlere uymaktı. Arz-ı Mev’ud ile ilgili ilk ahit Rab Yahova ile Hz. İbrahim arasında yapılmıştı ve bu toprakları ebedi mülk olarak sahiplenebilmek için Tanrı olarak sadece O’nu tanıyacak ve her erkek sünnet olacaktır. Hz. İshak ve Yakub ile yinelenen ahide göre de vaadin tahakkuku, Allah’ın emirlerini, kanun ve şeriatını tutmaya bağlıdır. Hz. Musa ile de bir ahit yapılmıştır ve bu ahitte Rab, “İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a vermek için yemin ettiğim diyara sizi getireceğim ve onu size miras olarak vereceğim” demektedir. 

“Zalim olmayacaksın” diye de şart koşuyor değil mi?

Şöyle diyor: “Yollarınızı ve işlerinizi ıslah edin, sizi bu yerde oturturum. Yollarınızı ve işlerinizi iyice ıslah ederseniz, bir adamla komşusu arasında tam adalet ederseniz, garibi, öksüzü ve dul kadını mağdur etmezseniz, bu yerde suçsuz kanı dökmezseniz, kendi ziyanınıza olarak başka ilâhların ardınca yürümezseniz o zaman bu yerde, ezelden ebede kadar atalarınıza vermiş olduğum diyarda sizi oturturum.” Tevrat’ı otantik şekliyle muhafaza etmek ve yaşamak da şartlardan biriydi. Ama muhafaza edemediler. 

Yazının Devamını Oku

Lozan ülkenin doğum belgesidir

24 Temmuz 2017
Bugün Lozan Antlaşması’nın 94’üncü yılı. Neredeyse bir asırdır ‘hezimet mi, zafer mi’ diye tartışılıyor... Beş yılı aşkın süre İngiliz arşivlerini titizlikle araştıran Boğaziçi Üniversitesi’den Doç. Dr. Sevtap Demirci’ye göre gerçeğin ortaya çıkması için basit bir yöntem yeterli: “Bir tarafa Sevr haritasını koyarsınız yanına da Lozan haritasını... Mukayese ettiğinizde gerçek görülecektir. Lozan kaybettiğimiz Anadolu’yu geri kazandırdı.”

Bugün bir genç karşınıza geçse ve ‘Bana Lozan’ı anlatın’ dese ne dersiniz?

Bir kere derim ki ‘Sevgili genç arkadaşım, sen nasıl ki doğum tarihini unutmuyorsun, ülkenin doğum tarihini de ezbere bileceksin. 24 Temmuz 1923 bu ülkenin doğum belgesidir.’ Bir kuruluş senedidir, ülkenin tapusudur. Siz sahip olduğunuz evin tapusu olmazsa o evin kendinize ait olduğunu iddia edebilir misiniz? Hayır. Lozan da aynı şeydir. Olmasaydı, oturduğunuz coğrafyanın size ait olduğunu ispat etmeniz zordu. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden ana belgedir. Büyük devletlerin, bugünkü tabiriyle küresel güçlerin, Ankara hükümetinin yani daha sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda milli bir devlet olarak hukuken tanınmasını getiren bir belgedir. Dolayısıyla bugün her zamankinden daha fazla sahip çıkmak gerekiyor.

Neden bugün daha fazla sahip çıkmak gerekiyor?

Coğrafyadaki kaygı verici gelişmeleri hepimiz yakından takip ediyoruz. Dolayısıyla, Lozan’ın bize tevdi ettiği sınırlara sahip çıkma gibi bir sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum.

Lozan sulh anlaşması mıydı yoksa Türkiye’nin rejiminin de konuşulduğu bir masa mı?

Ben incelediğim belgelerde Türkiye’nin rejiminin tartışılmasına tanık olmadım. İngiliz belgelerinin hemen hepsine baktım. Bizdeki yayınlanan belgelerle, telgraflarla mukayeseli olarak da çalıştım. Öyle bir şey görmedim. Türkiye Lozan’a her anlamda bağımsız bir ülke olarak tanınmak için gitti. Tabii birinci temel amaç Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmekti. Yani bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nın sınırlarıydı.

CURZON ENGELLEDİ

Yazının Devamını Oku

'Kimse bir daha darbe olmaz diyemez'

21 Temmuz 2017
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. İddianameler, gözaltılar, tutuklamalarla geçen bir yıl… O gecenin hikâyesini ‘Darbeye Geçit Yok’ kitabında yazan Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi’ye göre bugün gri alanlar, aydınlatılanlardan daha fazla. Ve hamasetten vazgeçmek, bunun ‘kontrollü darbe’ olmadığını anlatmak gerekiyor.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir yıl geçti. Bugün olduğumuz noktada çok gri alan var mı?

Aradan geçen bir yıl içinde 15 Temmuz’u aydınlatma noktasında maalesef fazla mesafe alamadık. Çok iyi iddianameler çıktı ama onlar da sürecin sadece bir bölümünü aydınlatabildi. Evet, gri alanlar var.

Nedir onlar?

Bu darbeye 1 Kasım seçimlerinden sonra karar veriliyor. Aralıkta da hazırlık çalışmalarının yapılacağı mekânlar tutuluyor. Adil Öksüz Ankara’ya geçiyor. Bunun istihbaratı nasıl alınamıyor? İkincisi, bugün Yurtta Sulh Konseyi’nin üyesi olduğunu anladığımız Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse, darbe endişesi yüzünden Mayıs’ta bir gecede görevden alınıyor. Hadi o zamana kadar takip edilmedi ama en azından o saatten sonra niçin takip edilmiyor?

Kitapta da yazmışsınız, darbeden önceki altı ay Ali Yazıcı uzak tutulmaya çalışılıyor. Böyle birinin Cumhurbaşkanı’nın en yakınında görev alması da bir zafiyet değil mi, ki çok fazla örneği var?

Çok büyük zafiyet. Uzak tutmak bir tedbir ama yetmez.  Cumhurbaşkanı’nın bu denli yakınındaki birisi takip edilmez mi? Telefonu izlenmez mi? Fiziki takip yapılıp, bağlantılarının ortaya çıkarılması gerekiyordu. FETÖ’ye bağlı Mahrem İmamlar Grubu var. Doğrudan Fetullah Gülen’e bağlı olan tek yapı. Bunlar, Genelkurmay, MİT ve polisten sorumlu imamlar. Darbe gecesi Akıncı üssünde olan beş mahrem imam son altı ay içinde çok yoğun şekilde Amerika trafiği yaşamışlar. Bunların sadece uçak biletleri takip edilseydi, olağanüstü bir durumun olduğu ortaya çıkardı. Kemalettin Özdemir, “Adil Öksüz’ün ismini 2012 tarihinde verdim” diyor.

Bahsettiklerinizin hepsi istihbarat zafiyeti…

Sadece istihbarat açısından dersek eksik olur, askeri açıdan çok büyük zafiyetler var. Darbe hazırlıklarının önemli bir bölümü kışlalarda, karargâhlarda devam ediyor. Darbeciler aralarında askeri hattan konuşuyorlar, İstanbul’da darbeye hazırlık toplantıları Hava Harp Okulu’nda yapıyorlar. Bunun fark edilmemesi de çok ciddi bir soru işareti. Genelkurmay’ın kendi iç istihbaratı yok mu? Bu hareketliliğin takip edilmesi dahi bir takım şeylerin ortaya çıkmasını sağlardı. Sevinilecek nokta, MİT Başkanının ihbarı ciddiye alması, Genelkurmay’a gitmesi, toplantı yapılması, FETÖcülerde, “darbe sızdı” paniğinin yaşanmasına yol açıyor, böylece saati erkene çekiyorlar.

Yazının Devamını Oku

Beraberlik cesaret cesaret de umut verir

11 Temmuz 2017
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ankara Güvenpark’tan başlattığı 25 günlük Adalet Yürüyüşü önceki gün Maltepe’deki mitingle son bulurken ‘Gandi’nin 24 gün süren 388 kilometrelik rekoru da kırıldı. Sosyoloji profesörü CHP milletvekili Sencer Ayata ile hem bu yürüyüşü hem de tarihteki benzer eylemleri konuştuk. Yürüyüşün sosyolojisini anlatan Ayata, “Yürüyüş ve benzeri protesto eylemlerini başkaldırıyla, isyanla karıştırmamak gerekir. Bu eylemler tam tersine hoşnutsuzluğu ve tepkiyi şiddete başvurmadan ifade eder. Özellikleri barışçıl olmalarıdır” diyor.

Yürümek eylemiyle başlayalım Sayın Ayata. Bu kapsamda bir yürüyüş neleri değiştirir, tarihteki örnekleri ne söylüyor?

Dünya tarihinde Hicret gibi, Mısır’dan kaçış gibi büyük değişimlere yol açan yürüyüşler var. Amaç maruz kalınan baskı ve zulüm karşısında geri çekilerek manevi ve maddi güç toplama. Büyük dinler bu çekilme sonucunda yerleşmiştir. Fakat ‘Adalet Yürüyüşü’nü değerlendirirken yaklaşık 200 yıllık demokrasi tarihindeki benzerlerine bakmalıyız. Yani iktidarı elinde tutanların baskısı altında ezilen toplum kesimlerinin hak ve adalet istemiyle yaptıkları yürüyüşlere.

Nedir onlar?

Yürüyüş ve benzeri protesto eylemlerini başkaldırıyla, isyanla karıştırmamak gerekir. Bu eylemler tam tersine hoşnutsuzluğu ve tepkiyi şiddete başvurmadan ifade etmek amacıyla yapılagelmiştir. Özellikleri barışçıl olmalarıdır. Hakkını arayan kimseler toplanarak, yürüyerek hak ve özgürlük taleplerini ortaya koyar. Kimileri şiddetle bastırılmıştır. Ama istenilen haklar daima kazanılmıştır.

Örnek verir misiniz?

19 ve 20. yüzyılın ilk yarısına sınıfsal hareketler damga vurdu. Bunların ortak yanı eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı hak, eşitlik, adalet talepleridir. 19. yüzyılın başlarında İrlandalı Katolikler bir yürüyüş sonucunda oy hakkı elde etti. Bu sonuç Avrupa’yı derinden etkiledi. İngiltere’de gösteri ve yürüyüş hakkının tanınması da yürüyüşlerle gerçekleşti. 1 Mayıs İşçi Bayramı da öyle. Çalışma saatlerinin azaltılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi toplantı ve yürüyüşler sonucunda sağlandı. Gandi’nin yürüyüşü ise Hint ulusal bağımsızlığının ilk büyük adımı oldu. 20. yüzyıldaysa yürüyüşlerin ana kaynağı ırk, etnisite, din, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıklara karşı mücadele oldu. Bu yürüyüşler önemli hak kazanımlarının, köklü toplumsal ve siyasi dönüşümlerin önünü açtı.

‘Adalet Yürüyüşü’ hangi toplum kesiminin hareketiydi?

Bütün toplumsal gruplara hitap eden, her toplum kesiminden adaletsizlik hissini paylaşanların benimsediği bir eylemdir.

Yazının Devamını Oku

Felsefe yasaklandı, Osmanlı çöktü

3 Temmuz 2017
Namık Kemal Zeybek, yeni kitabı ‘Türk’ün İnancı’nda bilimin önemine dikkat çekiyor, Türk ve Arap Müslümanlığı arasındaki farkları ortaya koyuyor. Osmanlı’nın çöküşünü Türk inancından çıkıp, Arap Müslümanlığına geçmekle açıklıyor. Felsefe yasaklanıyor ve Osmanlı çöküyor. Zeybek ile buluştuk, iki inanç arasındaki zihniyet farkları ve ‘evrimin müfredattan kaldırılması’nın sonuçları üzerine konuştuk.

- Bir kitap yazdınız, adını ‘Türk’ün İnancı’ koydunuz. ‘Türk inancı’yla ‘Arap Müslümanlığı’nın farklı olduğunu söylüyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?

Müslümanlık İslam dininin halka ulaşmış şeklidir. Türk’e ulaştığı zaman başka, Arap’a ulaştığı zaman başka olur. Bu da tabii bir şeydir.
- Neden?

Çünkü kültürler dinleri etkiler. Dinler de ortaya çıkarken ister istemez geldikleri halkın kültürünü şekillendirirler. Mesela Müslümanlık dini geldiği zaman Arapların bütün âdetlerini yok etmedi. Zaten ayetlerde diyor ki, “Size anlayasınız diye Arapça bir kitap indiriyoruz.” Haccı, namazı kabul ediyor. Namaz zaten var Araplarda. Daha önce, putların önünde eğiliyor. Putları kaldırıyor ama namaz devam ediyor. Araplarda mesela küçük çocuklarla evlenmek, kölelik, cariyelik var. Bunlar kaldırılmıyor. Ama ne oluyor? Dinin özü olan adalet, şefkat, merhamet, eşitlik gibi kavramlar bu Arap âdetlerinin içine gömülüyor. “Tamam, cariye var diyor ama cariyenize iyi davranın, dövmeyin, zulüm yapmayın” diyor. Yani Arap toplumunun âdetleri dinin içine giriyor. Başka bir millet bunu alırken bunu kendi kültürüne göre alıyor. Bir süre sonra Araplar bile bazı şeyleri bırakıyor. Mesela Kuran’da bir buçuk sayfa haram aylar var. IŞİD bile dinlemiyor, kesiyor, biçiyor. Bu da zamanla olan bir dönüşüm. Dolayısıyla Türk İslam’ı, Arap Müslümanlığı doğru kavramlardır.

- Türk İslamı nedir peki?

Türklerin bir inancı var. Türklerde din yok, inanç var diye tespitler vardır.

- Din yok ne demek?

Yani teşkilatlanmış din kurumu yok. Halife, ayetullah, papa ya da patrik gibi şeyler yok Türklerde. Hatta din adamı kurumu yok.

Yazının Devamını Oku

‘Ciğer sönebilir’ deyip imza almışlardı, buraya kadar diye düşündüm

25 Haziran 2017
Türk sinemasının ‘dört yapraklı yoncası’ndan biri Hülya Koçyiğit. Bir kaza geçirdi ve sırtındaki ağrılarla doktora gitti. Tesadüfen akciğer kanseri olduğunu öğrendi, Amerika’da ameliyat oldu. Türkiye’nin barış sürecinde akil insanı olan, çoğu insanın kalbinde taht kuran ve kimileri tarafından da eleştirilen Hülya Koçyiğit ve eşi Selim Soydan’ın evine konuk olduk. Hastalıktan ve Türkiye’ye dair her şeyden konuştuk. Röportajın tam metni alttaki linkte:
‘Ciğer sönebilir’ deyip imza almışlardı, buraya kadar diye düşündüm
Yazının Devamını Oku