İpek Özbey

'Hâlâ 1 Mart tezkeresinin bedelini ödüyoruz'

10 Ekim 2017
25 Eylül’deki tartışmalı referandum sonrası Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, 1 Kasım’da parlamento ve başkanlık seçimlerine gideceğini duyururken bir yandan da “Bugüne nasıl gelindi” sorusu gündeme oturdu. İşaret edilen nokta ortak: 1 Mart Tezkeresi. 2003’te Türkiye adına ABD ile müzakereleri yürüten heyetin başkanı, eski MHP milletvekili Deniz Bölükbaşı’yla bugünkü gelişmeler ile tezkerenin reddi arasındaki ilişkiyi konuştuk.

ABD ile yürütülen 1 Mart tezkere müzakerelerinde Türk heyetine başkanlık ettiniz. Çok tartışılan o soruya birinci ağızdan cevap vermenizi istiyorum. 1 Mart tezkeresi geçseydi bugün Suriye ve Irak’ta yaşanan noktaya gelinir miydi? - Hayır, gelinmezdi. 1 Mart Tezkeresi geçmiş olsaydı, PKK’nın bugün Kandil dışında kamp yerleri, eğitim alanları, cephanelikleri, Türkiye’ye geçiş yolları, toplanma bölgeleri tümü Türk askerinin kontrolü altında olacaktı. Eğer 1 Mart Tezkeresi kabul edilmiş olsaydı; PKK bugün altından kalkamayacağı çok ağır bir darbe yemiş olacaktı. Barzani bağımsız devlet olma yolunda mesafe kat edemeyecek, 25 Eylül’de referandum yapma noktasına gelemeyecek, Bağımsız Kürt Devleti onun çocukluk hayali olarak kalacaktı. Ve 1 Mart Tezkeresi kabul edilmiş olsaydı Türkmenlerin bugün ikinci sınıf Irak vatandaşı konumuna itilmeleri mümkün olmayacaktı. 

 - Geçmeyince karşımıza nasıl bir tablo çıktı? - PKK Kuzey Irak’a kalıcı olarak yerleşti. Suriye kolu iç karışıklıktan faydalanarak, Suriye’nin kuzeyinde üç kanton oluşturdu. Irak’tan başlayıp Suriye’ye ve Akdeniz’e ulaşacak bir terör koridorunun alt yapısı hazırlandı. PKK, Kuzey Irak’ı Türkiye’ye karşı ikinci bir saldırı cephesi olarak kullanmaktadır. Barzani bugün bağımsızlık aşamasına gelmiştir. Türkiye’nin de hoşgörüsüyle, bağımsız bir devlet yapılanması olması için gerekli tüm kurum ve kuruluşları bu süreçte kurmuştur. 

- “Tezkere geçseydi yabancı bir ordu, komşu ülkeyi işgal etmek üzere Türkiye toprakları üzerinde bir savaş köprüsü kuracaktı” görüşü var. Bu Türkiye’ye yakışır mıydı? - Yakışırdı. Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik tehditler çok daha vahimse bu bir komşu ülkeye yönelik askeri harekâta kendi topraklarımızı açmış olmamız fazla bir önem taşımazdı. Bir de şunu unutmayın; savaş geliyordu. Türkiye olsa da olmasa da Amerika Irak’ı işgal edecekti. Nitekim tezkere reddedildiği için Güney’den girdi. Savaş kaçınılmazdı ama savaş sonrasının bütün olumsuzlukları Türkiye’ye yansıyacaktı. Şimdi bir iddia var: “Efendim Türkiye, Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçmesine izin verseydi Müslüman kanı dökülmesinin sorumluluğunu paylaşacaktı”. Ee, vermedik de ne oldu, Müslüman kanı yine döküldü.

- O dönemde askeri ve siyasi belgelerin müzakere edildiğini kitabınızdan öğrendik. Ne diyordu belgeler? - Eğer Kürt grupları Amerikan işgalini fırsat bilip bu yeşil hattın ötesine geçerlerse -ki Musul ve Kerkük yeşil hattın güneyinde kalıyor- Amerika ve Türkiye bu düşmanca hareketin püskürtülmesi için iş birliği yapacaktı. İlk önce ABD birlikleri bu düşmanca hareketleri önlemek için müdahale edecekti, yeterli gücünün olmadığı noktada Türk birliklerinden yardım talep edecekti. Türk ve Amerikan askerleri o bölgeye müdahale edeceklerdi ki 2003 sonrası Kürt gruplar bu yeşil hattı geçmiştir. Musul ve Kerkük’te tapu dairelerinde nüfus kayıtlarını imha etmişlerdir. Eğer 1 Mart Tezkeresi kabul edilip Türkiye oraya girmiş olsaydı bunu yapamayacaklardı.

 - Belgelerde Türkmenlerle de ilgili bölüm var mıydı? - Siyasi bakımdan Türkmenlerin kurucu unsur olduğu teminat altına alınmıştır ve onların güvenliğine yönelik herhangi bir harekette -ki Barzani bunu yapmıştır- Amerika ve Türkiye müştereken askeri müdahalede bulunacaktı. Bunun bir teyidini Amerikalılardan almıştık. Başkan Bush, 24 Şubat 2003’te yazdığı mektupta şunu diyor: ‘Ekonomik yardım ve reform ile Irak’ın siyasi geleceği, siyasi belge ve askeri konularda yazılı belgeler üzerinde anlaşmaya varılmasından memnuniyet duyuyorum. Bu belgeler, Irak konusundaki karşılıklı destek ve işbirliği koordinasyon esaslarını belirleyen sağlam bir çerçeve oluşturmakta ve ülkelerimizin dostluğunun ve paylaşılan çıkarların derinliğini göstermektedir. Bu belgelere uygun olarak hareket etme taahhüdümü tekrarlarım.” 

- Bazı emekli büyükelçiler ve generaller böyle bir evrakın olmadığını söylüyor… - Belgeler ortadadır. Metinleri kitapta verilmiştir. Buna rağmen bu iddialar olsa olsa hezeyandır. Bunu verdiği bir röportajda dile getirenlerden biri Emekli Büyükelçi Sayın Şükrü Elekdağ, 1 Mart tezkeresine ‘hayır’ oyu vermişti. Herhalde şimdi vicdanını temizlemeye çalışıyor. Yaptığın işin doğru olmadığını yaşanan gelişmeler göstermiştir.

- Karşı çıkanların gerekçesi belge eksikliği miydi? - Onu söyleyenler de var, ‘askeri belge Türkiye’ye PKK’ya müdahale yetkisi vermiyordu’ diyenler de… ‘Askeri belge yoktu imzalanmamıştı’ diyenler var. Herkes bir şey buluyor vicdanlarını temizlemek için. Şimdi size bir olay anlatayım: 1 Mart’tan dört-beş gün önce Müsteşar Uğur Ziyal’la birlikte Başbakan Abdullah Gül’ün talimatıyla, Deniz Baykal’dan randevu istedik. Odasına gittik yanında Şükrü Elekdağ, rahmetli İnal Batu ve Onur Öymen vardı. Her şeyi; askeri planları da gösterdik. Kamuoyunun bilmediği her şeyi önlerine koyduk. Bize çok teşekkür ettiler; “Çok iyi bir belge hazırlanmış ama biz ‘hayır’ oyu vereceğiz” dediler. 

 - Oylamadaki olasılıklar için Dışişleri’ne rapor hazırladınız. Öngörülerinizin ne kadarı tuttu? 

Yazının Devamını Oku

Referandum önlenebilirdi

2 Ekim 2017
Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi’nde bir hafta önce ‘bağımsızlık referandumu’ yapıldı. Referandumun yankıları sürerken Türkiye’den de Barzani yönetimine sert tepki var. Bir yandan bu tepkinin ölçüsü tartışılıyor diğer yandan ‘Önlenebilir miydi’ sorusu gündemde. Türkiye’nin ilk Irak Özel Temsilcisi Osman Korutürk “Evet engellenebilirdi” derken bundan sonrası için diplomasinin daha doğru kullanılmasını da öneriyor.

- Meclis’te (3 Temmuz 2013) bir konuşma yaptınız ve “Irak bu bölgede bir denge unsurudur” dediniz... Bugün bu dengeyi kaybettik mi?Kısmen kaybettik. Tamamen kaybettik demek kolay değil, çünkü Irak bu içinde bulunduğu tüm zorluklara rağmen İran’dan başlayıp Körfez’e kadar uzanan geniş bölgenin önemli denge unsurlarından biri. Ama bizim Irak’a bakışımız artık mezhep ağırlıklı. Türkiye’nin stratejik olarak bu bölgede kaçınması gereken şey genel dengede herhangi bir gücün karşı ağırlığı olmak.

- Neden?Çünkü Türkiye; başka bir gücün karşı ağırlığı olacağı yerde bölgede istikrarı sağlayacak politikayı oluşturmalı. Biz, diğer bazı bölge ülkelerinden farklı olarak istikrarsız ortamlarda rahat çalışabilen bir ülke değiliz. Bu yüzden bölgede devlet olarak ortaya çıktığımızdan beri istikrar oluşturmaya çaba sarf etmişizdir.  

- Bugün yine aynı pozisyonda mıyız?Bugünkü pozisyonumuzun ne olduğu belli değil, işin tatsız tarafı da o zaten. İstikrarı korumaya çalışırken Cumhuriyet döneminde çok önemli iki enstrümanımız vardı. Biri mükemmel olmamakla beraber demokrasiydi. Özellikle Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasından sonra ‘dünya gücü, ‘küresel güç’ gibi bir takım iddialarla ortaya çıktık ama bugün Türkiye küresel bir güç değil. Belki ileride olacaktır, bunu hepimiz isteriz ama şu anda bir bölge gücü. Diğer bölge güçlerinden bir farkı var. O da yaptıkları ve yapmadıklarıyla küresel etkiler uyandırabilen bir ülke.

Yaptıkları ve yapamadıkları derken neyi kast ediyorsunuz?Demokraside ilerlediği müddetçe küresel etki yapıyor, çünkü etrafımızdaki ülkelere rol model oluyor. Demokrasiden ayrılınca, yine küresel etki yapıyor ancak bu kez negatif olarak…

- Birinci enstrüman demokrasi, ya ikincisi?Laiklik… Biz bölgede çatışma içinde olan bütün unsurlarla eşit ilişki içindeydik. Özellikle İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ın bütünlüğünü korumak için bir mekanizma kurdu Türkiye. O mekanizmayı kurarken de işletirken de Irak’a hep laik bir yaklaşımla baktı. Sünnileri de, Şiileri de Iraklı olarak muhatap aldı. Irak’ın güvenini kazandı ve bütünlüğünü korumak konusunda bu mekanizma aracılığıyla ciddi bir işlev gördü.

- Bugün ne değişti?Uyguladığımız politika mezhep odaklı oldu. Mesela Maliki yönetimi Şii politikalarını biraz da fazla vurgulayarak ülkede bir Şii-Sünni ayrımını körükleyecek politikalar izlerken biz eski konumumuzda olsaydık çok daha farklı sonuçlar elde edebilirdik. Maliki’yi frenleyebilirdik. Bunu yapacağımız yerde onu dışladık. Irak olarak sadece Müslüman Kardeşler bağlantılı bazı radikal Sünni gruplarla temas etmeye çalıştık. Bu sizi taraf yapıyor. Ve o tarafın gücü kadar güçlü oluyorsunuz. Oysa Türkiye, mezhepler üstü bir anlayışla bu işi yapabilseydi bugün çok başka bir konumda olurduk…

- Yine de referandum yapılır mıydı?Yapılmayabilirdi. Size şöyle söyleyeyim: Referandum konusunda hükümetin bundan sonraki beklentisinin ne olduğunu açıkça belirlemesi lazım. Olan oldu. Bu tüpten çıkmış diş macunu gibi. Geriye almak mümkün değil. Ne kadar baskı yaparsanız yapın yüzde 92,7 oranında ‘evet’ oyu, ‘hayır’a dönmeyecek. Öyleyse biz bu işin nereye gitmesini istiyoruz, onu belirleyip buna göre politika uygulamamız lazım. Bu politikayı da mezhepler dışı yürütmeliyiz.   

Yazının Devamını Oku

"14 kurşun yedim öldürmedi ama saygısızlık öldürüyor"

25 Eylül 2017
İki kez gazi oldu. 1991’de Şırnak/Gabar’da vurulduğunda 18 yaşındaydı. 1996’da Siirt/Karadağlar’da pusuya düştüler, 18 şehit verilen çatışmada öldü diye bölgede bırakıldı... Ölmemişti. Ama böbreği, dalağı, safrakesesi yok, karaciğerinin yarısı alındı. Vatan görevi sırasında vücuduna giren 14 kurşunla, 1951’deki Kore gazisi Hacı Altıner’i geride bıraktı. Solaktı, artık sol kolunu kullanamıyor, sağ elle yazı yazmayı sonradan öğrendi. İşletme ve uluslararası ilişkiler mastırı yaptı. Koray Gürbüz, daha çok saygı görmek ve anlaşılmak için kitap yazarak gazilerin hayatını anlattı. Kitabın çıkış tarihini de Gaziler Günü’ne denk getirdi. Hani o kutlama sırasında gazilerin yemeklerini self servis aldığı, protokole garsonların hizmet ettiği güne…

 

 

Yazının Devamını Oku

Çocukların yarısı okula gitmemeli

18 Eylül 2017
Milyonlarca öğrenci bugün dersbaşı yapıyor. Uluslararası değerlendirme ve kalkındırma raporları PISA ve OECD’de karnemiz zayıf... Peki eğitimdeki sorun nedir? Müfredatı hemen her yıl değişen bir sistemde yetişen çocukları umutlu bir geleceğin beklediğini söylemek olası mı? TEOG kaldırılmalı mı, beyin göçü nasıl engellenir? Eğitimbilimci Dr. Özgür Bolat’a göre, “Önce ‘var olma’ meselemizi halletmemiz gerekiyor, bu set kalkınca gelişim kendiliğinden gelecek… Bizim sadece bilgilendirme zannettiğimiz eğitim aslında bir özgürleşme süreci”...

 

İyi yetiştirme kaygısı çocuğa zarar
Yazının Devamını Oku

Tutuklu gazetecilerin eşleri: Gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz

11 Eylül 2017
Cumhuriyet davasının ikinci duruşması bugün Silivri’de görülecek. 360 Derece’nin konukları Cumhuriyet gazetesinin tutuklu İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın eşi Adalet Dinamit, tutuklu yazarı Kadri Gürsel’in eşi Nazire Kalkan Gürsel ve yine tutuklu Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’nun eşi Eylem Türk Sabuncu… Bugün tahliye kararı bekliyor, 316 gündür ayrı kaldıkları eşleriyle birlikte eve dönmek istiyorlar.
Tutuklu gazetecilerin eşleri: Gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz
Yazının Devamını Oku

Barzani Kürtlerin kurucu lideri olma hevesinde

4 Eylül 2017
Kuzey Irak’ta öngörülen 25 Eylül referandumu gerçekleşir ve Barzani amacına ulaşırsa bölgede kartların yeniden dağıtılması, hem sınırların hem de dengelerin değişmesi bekleniyor. Barzani’yi böyle bir meydan okuyuşa iten nedenleri, olası sonuçlarını ve Türkiye’ye yansımalarını Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kasım Han’a sorduk.
Doç. Dr. Ahmet Kasım Han: Barzani Kürtlerin kurucu lideri olma hevesinde
Yazının Devamını Oku

Şafak Pavey: Adalet toplum vicdanının kalitesidir

28 Ağustos 2017
Çanakkale’deki Adalet Kurultayı’nda siyasetçiler ve vatandaşlar farklı başlıklarda adaleti sorguluyor. ‘Sosyal medyada adalet’ arayışının moderatörü olan CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’le, sosyal medyanın siyasete ve topluma etkilerini konuştuk. Pavey’e göre, empati duygusundan yoksun toplumlarda sosyal medyanın bir iletişim devrimi değil kitlesel felaket olma ihtimali daha yüksek... İşte Pavey röportajı:
Adalet toplum vicdanının kalitesidir
Yazının Devamını Oku

Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu: Korku kültürü değişmeli

21 Ağustos 2017
Şiddet her yerde; otobüste, parkta, okulda, evde, sokakta... Her birimiz başka bir şeyden korkar olduk. Kimimiz sokakta rahat dolaşamıyor.

Kimimiz etek boyundan korkuyor, kimimiz bir kavganın orta yerinde kalıp bıçaklanmaktan… Bunu en çok hissedenler de kadınlar ve çocuklar… Peki neden, nasıl bu hale geldik, nereye gidiyoruz? Psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’na göre korku kültürü şiddeti üretiyor.

Öncelikle bir tespit yapmanızı isteyeceğim. Türkiye’de toplumun ruh halini bir psikolog olarak nasıl yorumlarsınız?

Türkiye’de yaşayan ortalama bir insan kendini sıradan bir vatandaş olarak güven içinde görmez, göremez; bu ülkemde hep böyle olagelmiştir. Güven içinde hissedebilmesi için vatandaş olması yetmez; ‘güçlü kişilerle’ ilişki içinde olan bir vatandaş olması gerekir. Vatandaşın ‘dayısı,’ ‘arkası,’ ‘güçlü bir makam-mevki ile ilişkisi’ yoksa, yani sadece sıradan bir vatandaş ise ‘güçlü olan’a yenik düşeceğini bilir. Korku kültüründe güçlü olan haklıdır; değerler kültüründe haklı olan güçlüdür. Sıradan vatandaş kendini savunmasız, sürekli olası tehlikelere maruz, korunmasız hisseder. Gergin, stresli, kaygılı, şevksiz ve içten içe öfkelidir.

Arşivleri karıştıralım; hemen her gün, en az üç dehşet verici haber var.. Bu çok korkutucu..Ne oluyor bize?

-Sorun aslında birey olamamaktan başlıyor. Kendine özgü sosyolojik, tarihsel nedenlerden ötürü bizim kültürümüzde bireyin önemi yok. Bizim kültürümüzde “Sen kimsin” diye sorduklarında “Sen kimlerdensin” demek isterler. “Nerelisin, ne iş yaparsın” demek isterler. Bireyin düşünce ve duyguları önemli değildir. Mevki, makam, güç sahibi insanların düşünce ve duyguları önemlidir. 

Bu kadar şiddetin nedeni salt birey olamamak mı?

-Evet, birey olamamak, Sanırım ne demek istediğimi anlamadınız. Şu anda seninle ben iletişim içindeyiz. Birbirimizi daha önce tanıdığımız için de ilişki içindeyiz. Şimdi burada iki insan doğası işin içine giriyor. Birincisi sosyal kimliğin… Hürriyet gazetesinde bir göreve sahipsin. Ama senin bir başka varoluşun daha var. İnsan olarak senin özün var. Dünyaya bakış tarzın, duyguların, çocukluğun, eğitimin, ailen… Senin o özünü tamamıyla dışarıda bırakıp sosyal kimliğin üzerine sana değer verirsem ne olur biliyor musun?

Yazının Devamını Oku