25 Ekim tarihli ‘Ruhban Okulu ve Patrikhane Tartışmaları’ başlıklı yazımda Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasının aynı zamanda Patrikhane’nin bekası ile bağlantılı olduğunu belirtmiştim. Gerçekten de öyle. Ermeni kilisesinin böyle bir sorunu yok.
Türkiye’deki Ermenilerin sayısı Rumlardan çok daha fazla. Din adamı olmak isteyen Ermeni asıllı Türk vatandaşları yurtdışında eğitime gönderiliyor. Patrikhane ise aynı imkána sahip değil.
Rum azınlığı hemen tamamen erimiş. Dışarıdan öğretmenlerin ve öğrencilerin de gelebileceği bir Ruhban Okulu, Patrikhane’ye Türkiye’de bir bakıma somut bir işlev sağlayacak. Geçen yazımda da belirttiğim gibi, Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına hukuken itiraz etme imkánı da yok.
* * *
Tabii Patrikhane konusunda en çok tartışılan konu, ekümeniklik sıfatı. O kadar ki laik bir ülkede Patrik, ekümenik sıfatını taşırsa günün birinde hilafetin de geri gelebileceği tehlikesine işaret edenler bile var. İşin ilginç tarafı, bu tartışma ilk defa Mart 1924’te hilafet ilga edilince yapılmış.
O zaman İstanbul basını, Türkiye artık laikliği benimsediğine göre gayrimüslim bütün dini kurumların da kaldırılması gerektiğini ısrarla ileri sürmüş; fakat Atatürk buna yanaşmamış. O tarihlerde patrik sıfatı bile kullanılmazmış, başpapaz denirmiş. İlk defa 1930’da Cumhuriyet Bayramı tebrikine verdiği cevapta Atatürk, Photios II’ye patrik diye hitap etmiş.
Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmeye başlamasıyla Venizelos’un ve daha sonra Yunan Kralı’nın Fener’i ziyaret etmesi problem yaratmamış. Patrikliğin uluslararası alanda daha fazla ön plana çıkması, aslında Athenagoras ile başlar.
O devirde CHP iktidarı, Patrikhane’nin başına prestijli bir kişinin gelmesinin Türkiye’nin itibarını yükselteceği düşüncesi ile Athenagoras’ı patrik seçer ve ona Türk vatandaşlığını verir. Athenagoras geldikten hemen sonra ziyaret ettiği Cumhurbaşkanı İnönü’ye ABD Başkanı Truman’ın dostluk mesajını sunar.
* * *
Patriklik, ekümenik unvanının 6. yüzyıldan beri kullanıldığını iddia ediyor. Tanzimat devrinde çıkarılan Patrikhane Nizamatı’nda ‘Ortodoks Kilisesinin Pek Büyük Ruhani Reisi’ bile denilmiş. Ne var ki 6. yüzyıldan beri köprülerin altından çok sular aktı.
Bugün Fener Patriği’nden bağımsız dört patrikhane var. Ama en kıdemlileri olduğu için, ekümeniklik unvanını muhafaza etmesine, bütün patrikler bir araya geldiği zaman toplantılara onun başkanlığı üstlenmesine itiraz edilmiyor. Fener’in ayrıca diaspora Ortodoks kiliseleri üzerinde direkt otoritesi de tanınıyor.
Ekümenik sıfatı Lozan’ı deler mi? Bir kere Lozan Antlaşması’nda Patrikhane ile ilgili hiçbir hüküm yok. Konferans sırasında komisyonlarda Türk delegasyonu Patrikhane’nin Türkiye’yi terk etmesini ısrarla istiyor, Yunan heyeti buna bazı başka heyetlerin desteğiyle şiddetle karşı çıkıyor.
Sonunda İsmet İnönü, siyasi ve dini olmayan bütün diğer işlevlerini bırakması koşuluyla Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasına rıza gösteriyor. Laikliğin benimsenmesi ve Medeni Kanun’un kabulü ile patriğin Osmanlı devrinde ‘Millet Başı’ olarak icra ettiği yetkileri muhafaza etmesi zaten söz konusu olamazdı.
* * *
Bir noktayı vurgulamak gerek. Bizden kimse ekümeniklik unvanını resmen tanımamızı istemiyor. Lozan’daki görüşmelerde bu konuya hiç değinilmedi
Ekümeniklik, tamamen dini bir unvan. Vatikan ile benzetme olabileceği kadar yapay. Kim Türkiye’den Patrikhane’yi Vatikan gibi bir devlet olarak tanımamızı isteyecek? İstese kim kabul edecek?
Bizden beklenen, 82 yıldan beri genellikle yaptığımız gibi ekümenik unvanının dini çerçevede veya protokol icabı başkaları tarafından kullanılmasına göz yummamızdan ibaret.
AB üyeliği sürecinde Ruhban Okulu bir sorun; fakat ekümeniklik unvanı değil. Komplo teorileri ve hayali tehlikelerle uğraşmayalım.