ÖCALAN 1999 yılında neden ve nasıl yakalandı tartışması bir türlü bitmiyor. Bülent Ecevit’in bundan bir süre önce ‘Amerika’nın Öcalan’ı niye teslim ettiğini hálá anlayabilmiş değilim’ demesi oldukça şaşırtıcıydı.
Öyle ya, o zaman başkakandı; yakalanma haberini duyunca sevinçten havalara uçmuştu; 1999 seçimlerini kazanmasında PKK terörüne darbe vuran bu gelişmenin payı az olmamıştı.
Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi ve tutuklanarak yargılanması, hükümetinin başlıca amacıydı. İstihbarat kuruluşlarımız Amerikalı muhataplarıyla sıkı bir işbirliği içindeydiler. İşin perde arkasını Ecevit bilmeyecek de kim bilecekti.
*
Şimdi onun esrarengiz sözlerini aydınlatma görevini, eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman üstlendi. Orgenerale göre, ’Öcalan’ın yakalanmasıyla Barzani ve Talabani’ye ciddi bir alternatif olma ihtimali ortadan kaldırılmış ve bölgedeki gücünün pasifize edilmesiyle Kürt liderlere siyasi, askeri alanlarda geniş bir manevra sahası sağlanmış, daha rahat hareket edebilmişler ve Amerika’ya kendilerini daha bağımlı hissetmeye başlamışlardır’.
Orgeneral Yalman, ABD’nin bu inisiyatifi ile ‘Sevr’ arasında bir bağ kurmaktan da geri kalmıyor. Peki, bu sansasyonel yorum ciddi bir istihbarat bilgisine mi dayanmaktadır, yoksa Yalman’ın sonradan geliştirdiği bir izah tarzından mı ibarettir? Görevde bulunduğu sırada Milli Güvenlik Kurulu böyle bir değerlendirme yapmış mıdır?
Bu soruların cevabı şimdilik yok. Fakat ister istemez akla gelen bir soru daha var. Varsayalım ki ABD, Öcalan’ı Türkiye’nin PKK terörüne karşı mücadelesini desteklemek için yakalamadı, asıl amacı gerçekten de Barzani ve Talabani’ye ciddi bir alternatifi ortadan kaldırmaktı. Yine de Öcalan’ın safdışı edilmesi, Türkiye’nin çıkarlarına daha uygun değil miydi?
Öcalan’ın nüfuzunu Kuzey Irak’a yayması, Türkiye için daha mı iyi olurdu?Suriye’deyken bize bu kadar zarar veren Öcalan’ın Kuzey Irak’ta bütün Kürtlerin lideri konumuna geçmesi temenni edilebilir miydi? Eğer hakikaten ABD, Orgeneral Yalman’ın belirttiği art niyetle hareket etmişse Türkiye’ye çifte iyilik yaptığına hükmetmek gerekir!
*
AB’ye gelince, üye ülkelerin birçoğunda çeşitli Kürt kuruluşları bulunduğunu, bunların PKK’ya finansman sağladıklarını ve onun için politik lobi yaptıklarını, bazı Avrupa hükümetlerinin vaktiyle PKK’ya direkt destek sağladıklarını, birçok Avrupalı politikacının Kürtlere ve onları temsil iddiasında bulunanlara sempati beslediklerini biliyoruz.
Kurumsal olarak AB ise soruna daima bireysel insan hakları temelinde yaklaşmıştır. Bazı iddiaların aksine kolektif haklar üzerinde hiç durulmamıştır. Kaldı ki, Avrupalı parlamenterlerin vaktiyle el üstünde tuttuğu Leyla Zana ve arkadaşlarının terörü açıkça kınamamaları ve kendileri ile PKK arasına mesafe koymamaları artık sürekli eleştirilmektedir.
Terörizmle mücadele alanında en gevşek davranan Belçika bile Zübeyr Aydar’ın KONGRA-GEL adına Brüksel’de yapmak istediği basın konferansını engelledi. Avrupa ülkelerinin özellikle İspanya ve İngiltere’deki İslamcı terör saldırılarından sonra PKK terörüne karşı da gittikçe daha büyük teyakkuz göstermeleri beklenebilir.
*
Ülkemizde PKK terörü ve onun arkasındaki etnik milliyetçiliği savunan politik cereyanlarla mücadelede kritik bir aşamaya gelinmiştir.
Bu mücadelede olumlu bir öğe, son zamanlarda meseleye yaklaşımda oldukça kuvvetli bir toplumsal oydaşmanın ortaya çıkmakta olmasıdır.
Başarının önemli bir koşulu, kendimize güvenmek ve dış faktörler konusunda dikkati elden bırakmamakla beraber olur olmaz vehimlere kapılmamaktır.