Kerkük’te Türkçe evlere mi hapsolacak?

Kerkük yönetimi şehirde Kürtçeyi Arapçayla birlikte resmi dil yaptı. Bu zavallı çıkışıyla bölgenin kalabalık ve en eğitimli halk grubu Türklerin dilleri, artık devlet dairelerinin, televizyonun ve asıl önemlisi okulların dışında olacak. Kahvehanelere, evlerin içine sığınan bir dilin bir nesilden fazla yaşama şansı yoktur.

Haberin Devamı

BUGÜNKÜ Irak, Birinci Cihan Harbi’nden sonra Ortadoğu’da Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 yıllık hâkimiyetinin bitmesiyle ortaya çıkan ülkelerden biri. Belki Irak açısından süreyi biraz daha kısaltmamız gerekebilir; çünkü Yavuz Sultan Selim, bugünkü Güneydoğu Anadolu topraklarının bir kısmını, Suriye, Filistin, Ürdün ve Mısır’ı almıştı. Gene Çaldıran Zaferi’yle bugünkü Musul ve çevresini, Mısır eyaletini 1514’te imparatorluğa katmıştı. Ancak Bağdat (1534) ve Basra (1546) ise Kanuni Sultan Süleyman devrinde alınmıştı. Her ikisi de Safevilerden ele geçmiştir. 

KUZEY IRAK’TA YAKLAŞIK İKİ MİLYON TÜRK VAR

Anlaşıldığı üzere, İngiliz ajan Gertrude Bell’in kolonyal ofisle birlikte çizdiği harita bugünkü Irak’ın sınırına tekabül ediyor. Nitekim ondan sonra Irak, İkinci Cihan Harbi’ni atlatmasına, Humeyni rejimiyle uzun bir savaşa girmesine rağmen belki de Baas diktatoryası ve Saddam rejiminin sertliği dolayısıyla kısmen ayakta kalabildi. Kuzey Irak’ın Kürtleri Molla Mustafa Barzani’den beri ayaklanıyordu ve son Amerikan müdahalesinden sonra özerkliklerini aldılar. 

Haberin Devamı

Kuzey Irak’taki Kürt rejimi Türkiye ile iyi ilişkiler içinde. PKK’ya karşı kontrol kurmuş durumda. Petrol gelirlerine el attıkları için bölgede refah artıyor. Irak bu bölgeyi elinde tutmak için Kürt nüfusa ve idareye taviz verme yolunu tuttu. 

Yakın zamanda Arapçadan sonra Kürtçe, bölgenin ikinci resmi dili ilan edildi. Yeni düzenlemeler geldi (Ama Ortadoğu’da bu gibi ilhaklarda âdet olduğu üzere ilk görünüm tapu ve nüfus dairelerinde yangın çıkmasıdır. Maksat ortadan silinmesi istenen ve mallarına rahatça el konabilecek grubun hukuki güvencesini ortadan kaldırmaktır).

Şüphesiz bahsetmemiz gereken bir üçüncü grup var: Türkler. Osmanlı’nın Musul vilayeti, Bağdat ve Basra’yla birlikte bugünkü Irak’ın üç ayağından biriydi. Hatta kuzeyde Şehrizor ve bugünkü Hakkâri’yi içeren bir küçük bölge, bu vilayetlere bağlı olmadan sancak statüsünde olup doğrudan merkeze bağlıydı. 

Musul vilayetinin başlıca özelliği Kerkük ve Erbil gibi tamamen Türklerle meskûn olmasıydı. Merkez Musul’da da şüphesiz vardılar. Zaten burası bir milliyetler ve dinler karmasıydı. Adeta Babil Kulesi’ydi. Ne Irak Devleti ne de şimdiki özerk idare kesin bir nüfus sayımı tertiplememekle birlikte Kuzey Irak’taki Türk nüfusu 2 milyondan az değildir. Bunu yerli-yabancı bütün gözlemciler bildiriyorlar. 

Haberin Devamı

Her şeye rağmen Kerkük ve Erbil bölgesinin Türk nüfusu Irak içlerine bilhassa Bağdat’a dağılsa da dış ülkelere hatta Türkiye’ye bile göç etmiş değildi. Ancak Saddam’ın buradaki katliamları sırasında Türkiye’ye gelmişler, büyük bir kısmı da yeniden geri dönmüştür. Zira hem arazi hem de iş güç sahibiydiler. Bu bölgenin Türkleri İran ve Kafkas Azerbaycanı’nın halkına yakın bir şive konuşurlar ama aydın sınıfı her zaman için İstanbul Türkçesini hem konuşur hem okur yazar. 

TÜRKİYE’NİN DURUMU DEĞERLENDİRMESİ LAZIM

Kerkük’teki Türkler gibi, bir gecenin içerisinde kendilerini başka bir memlekette, başka bir idarede bulan halk grupları vardır: Batı Ukrayna’nın Galiçya’sı, Eski Macaristan’ın Romanya’ya düşen Transilvanya’sı (Erdel), Finlandiya’nın Karelya’sı, Batı Trakya’nın ve Güney Bulgaristan’ın ahalisi veya Avusturya İmparatorluğu’nun Romanya’nın kuzeyindeki Bukovina’sı gibi bölgeler cümlesindendir. 

Haberin Devamı

Akşamdan sabaha pasaport değiştirmek zorunda kalan kitlelerin sorunları ve tahammülleri de kendilerine göre olur. Kerkük bölgesi de bunlardandır. Ne var ki artık topraklarını, evlerini kaybetmek durumundadırlar. Kerkük yönetiminin son zavallı çıkışıyla bölgenin bu kalabalık ve en eğitimli halk grubunun dillerini kullanmaları bundan böyle devlet dairelerinin, televizyonun, konferans salonlarının ve asıl önemlisi okulların dışında olacak. Giderayak kahvehanelere ve evlerin içine sığınan bir dilin bir nesilden fazla yaşama şansı yoktur.

Ortadoğu haritası yeniden düzenleniyor. Birinci Cihan Harbi sonrası çizilen Irak bir uydurmaydı. Yakın zamanda sözü edilen Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki haritayı da Pentagon’un ve Amerikan yönetiminin düzenlediği ve planladığı hep söylenir. Böyle bir bölgenin haritasının çizimi, kimsenin peşinen bilip başarabileceği bir iş değildir. Açıkça ortadaki kontrol edilir veya edilemez ama hadiseler, çatışmalar, husumetler ve yeni ittifaklar insanların ve ülkelerin kaderini çizer. Kerkük’ün durumunu kabullenmesi, Türkiye’nin oradaki azınlığa vaat ettikleri ve daha evvel üstlendiği koruma açısından tartışılacak bir durum.

Haberin Devamı

BİZE HATIRALARIMIZI VEREN ADAM

Ara Güler olmasa yakın Türkiye’nin tabiatını, tarihini, insan manzaralarını bilemezdik.  Bizim için o devir Amerikan hurda arabalarından ibaret, unutmayı Kerkük’te Türkçe evlere mi  hapsolacak
tercih ettiğimiz bir İstanbul olarak kalacaktı.

ARA Güler’e Türkiye Ermeni Katolik Patrikhanesi tarafından düzenlenen bir törenle ‘Mıgırdiç Beşiktaşlıyan Özel Nişanı’ verildi. Ben de orada bir konuşma yaptım; onun bu ülkeye ve toplumsal hafızamıza neler kazandırdığını anlattım. 

Türkiye’ye fotoğraf, çıktığı anda gelmiştir ama bu fotoğrafların hepsi ne hikmetse aynı yerleri gösterirdi. Ayıp olmasın diye çekilen birkaç Sultanahmet ve Ayasofya fotoğrafı haricinde oryantal odalıklar, öküz arabaları ve sürücüleriyle feraceli hatunlar, Sébah & Joaillier fotoğrafhanelerin çıkardığı turistik panolardı. 

Haberin Devamı

İstanbulun sokaklarına dair çok az fotoğraf vardır. 1920’lere ait National Geographic koleksiyonları bu dediklerimden farklı ama ne de olsa bilgisiz ve hareket kabiliyeti az adamların çekimiydi. 

Karşımızda, ilk defa vatanımızı belgeleyen, onu hafızalarımıza nakşeden bu memleketin bir evladı var. Ara Güler olmasa yakın Türkiye’nin tabiatını, tarihini, insan manzaralarını bilemezdik. Bizim için o devir Amerikan hurda arabalarından ibaret, unutmayı tercih ettiğimiz bir İstanbul olarak kalacaktı. İstanbul’un kayıkçıları, hamalları, Aphrodisias’ın el değmemiş doğal hali kadar; o fakir ama güzel şehrin manzarası biz o devri görsek dahi hatıralarımızı uyarıyor. 

Ara Üstat yıllar önce fotoğraf için sokakları arşınladığında; Beyoğlunda yaşayan hemşeriler Suriçi’ndeki İstanbul’u görmeden ölebilirlerdi. Memleket üzerine en çok konuşan ediplerimiz ve sanatçılarımız bile askerlik muameleleri için Fatih’e gittiğinde, onlar için bu zahmetli bir tecrübe olurdu. Kadıköylüler için Süleymaniye, karşı taraftaki bir siluetti. Bugün ise gençler Ara Güler üstadın İstanbul’unu araştırmayı, yeniden bulmayı merak eder oldular. Bu şevk onun basılan albümlerinden geliyor.

Ben kendim de 1954’ten beri tanıdığım, kokusunu aldığım, sevdiğim İstanbul’u belgelemekten acizdim. Fotoğraf çekmezdim. Bu açıdan bize kendi hatıralarımızı verdiği için Ara Güler Üstat’a ayrıca teşekkür etmeliyiz.

Yazarın Tüm Yazıları