İş Sanat Genel Müdürü Zuhal Üreten ve Sanat Yönetmeni Defne Turaç’ın bilgi verdiği yeni sezon boyunca, klasik müzik başta olmak üzere caz ve dünya müziğinin önemli toplulukları, Grammy ödüllü sanatçılar ve İş Sanat’a özel hazırlanan yerli projeler izleyiciyle buluşacak.
İş Sanat, ülkemizin yetiştirdiği en önemli piyanistlerden Güher ve Süher Pekinel ve şef Carlo Tenan yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın 7 Kasım Perşembe, 20.30’da İş Kuleleri Salonu’nda vereceği konser ile yeni sezonunu açacak.
1984 yılında orkestra şefi Herbert von Karajan’ın Salzburg Festivali’ne davet etmesiyle başlayan dünya çapındaki kariyerleri boyunca ulusal ve uluslararası müzik çevrelerini kendilerine hayran bırakan ikili, konserde Francis Poulenc’in iki piyano konçertosunu seslendirecek. Leonard Bernstein’ın Candide Uvertürü ile başlayacak konser, Ludwig van Beethoven’ın 7. Senfonisi ile sona erecek.
CAZIN YILDIZI
2015 Grammy Ödülü adayı Kübalı piyanist ve besteci Alfredo Rodríguez, Yarel Hernandez (bas) ve Michael Olivera (davul) ile İş Sanat programında yerini aldı. Ana akım Latin müziği, Latin cazı ve Afro-Küba folk müziğinin harmanlandığı bir repertuvar ile Alfredo Rodríguez Trio konseri, 26 Kasım Salı 20.30’da gerçekleştirilecek.
Artam Antik A.Ş. yeni sanat sezonunun ilk müzayedesinde Erol Akyavaş’tan Mehmet Güleryüz’e, Fikret Mualla’dan Cihat Burak’a, Selim Turan’dan Burhan Doğançay’a, Mübin Orhon’dan Nuri İyem’e, Adnan Çoker’den Bedri Rahmi Eyüboğlu’na, Ömer Uluç’tan Burhan Uygur’a değin usta sanatçılara ait 350 eseri satışa koydu. 20 Eylül’de çevrimiçi olarak başlayan müzayede 29 Eylül Pazar günü sona erecek.
Türk resim sanatının farklı dönemlerine ışık tutan yapıtları bir araya getiren müzayedenin dikkat çekenleri arasında ilk olarak Halil Paşa’nın ‘Bahçede Kadınlar’ konulu eseri öne çıkıyor. Osmanlı’nın Batı’ya açılan sanat dünyasında kendi izini bırakan sanatçı, ustalığını yansıttığı başyapıtında, Beylerbeyi Selim Paşa Yalısı’nın bahçesinden bir manzara sunuyor. ‘Bahçede Kadınlar’ tablosu 2.2 milyon TL’lik açılış rakamıyla müzayedeye çıktı.
GÜLERYÜZ VE KOMET SEÇKİSİ
Müzayedede yakın zamanda yitirdiğimiz, çağdaş Türk sanatının önde gelen isimlerinden
Mudo markasının yaratıcısı Taviloğlu şimdi 903 sanatçının 2 bin 412 eserinden oluşan müthiş koleksiyonunu aynı anda yedi farklı mekânda açtığı sergilerde yarından itibaren sanatseverlerle paylaşmaya hazırlanıyor.
Salı akşamı sergi mekanlarından Artistanbul Feshane’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da katıldığı tanıtım toplantısından sonra sergilenen eserleri gezdirirken o ilk anki heyecanını hiç kaybetmediği belli oluyordu.
Çok sevdiği oyuncaklarını paylaşan bir çocuk gibiydi adeta. Her eser hakkında bilgi veriyor, Komet, Mehmet Güleryüz gibi yakın dönemde kaybettiğiniz dostu olan sanatçıları anarak ilişkilerini ve eserlerini tek tek anlatıyor. Yarım asırlık bir tutkunun, adanmışlığın ve birikimin hikayesi bu. Türkiye’nin en büyük özel koleksiyonlarından biri Taviloğlu Koleksiyonu. Bir müze koleksiyonuyla yarışacak nitelikte. Uzun yıllar müzesinin olacağı konuşulmuştu ama ne yazık ki bu proje gerçekleştirilemedi.
“Bu koleksiyonun eksiksiz bir şekilde sergilenmesi en büyük arzumdu. Bu sergi, tıpkı iskambil kağıtlarından yapılmış bir kule gibi; tek bir kart dahi eksik olsa, ayakta duramaz, yıkılır” diyen Taviloğlu bu tavrıyla da Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyor.
‘Bir Koleksiyoner Hikayesi: Yarım Asırlık Serüven’ adıyla şimdi tamamı sergilenen koleksiyonda pentürden fotoğrafa ve videoya, heykelden yerleştirmeye ve dijital işlere, Türk resminin ustalarından günümüzün genç çağdaş sanatçılarına Türkiye’nin modern ve çağdaş sanat tarihine dair önemli bir bellek oluşturuyor.
Mustafa Taviloğlu
İLK ESER NECDET KALAY’IN ‘KÖY EVİ’
“Atatürk çalışma yaşamında, genellikle, yorulmaz bir kudrete sahipti. Okumak onun için en büyük ihtiyaçtı. Yabancı dillerden Almancayı da anlamakla beraber, iyi bildiği Fransızcada yazılmış eserleri okumayı yeğlerdi. Onun dikkatle okuduğu kitapları, siz okuyacak olsanız, işaretlemiş olduğu şekilleri incelediğinizde, kitabın bütün ilginç taraflarının belirtilmiş olduğunu görürsünüz. Tarihi kitapları, daima harita ile izleyerek okur ve savaşlar için ayrıca krokiler çizerdi. En çok sevdiği konular: Tarih, coğrafya, filoloji, hukuk, sosyoloji, iktisat ve sanat konuları idi.”
‘Tarih-i Osmânî’den ‘Hammurabi Kanunu’na, ‘Düvel-i İslamiyye’den ‘Orhon Abideleri’ne, ‘Moğol İmparatorluğu’ndan ‘Arapların Genel Tarihi’ne, ‘Yerküre ve İnsanın Evrimi’ne kadar Atatürk’ün okurken altını çizdiği, notlar düştüğü kitaplarından bir seçki ‘Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar’ adıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı.
Gürbüz D. Tüfekçi’nin daha önce iki cilt halinde yayımlanmış kitabından yapılan bu seçkide asıl nüshaları Anıtkabir’deki Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi arşivinde bulunan Fransızca ve eski harfli Türkçe kitaplardan notlar alınmış sayfaların görüntüleri kullanılmış. Fransızca sayfaların tercümeleri yapılırken, eski harflerle yazılmış olanlarının da transkripsiyonuna yer veriliyor.
Kitapta ayrıca Prof. Dr. Afet İnan, Prof. Zafer Toprak, Sadi Borak ve kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun Gazi’nin kitaplığı ile ilgili yazılarından bölümler bulunuyor.
TARİHE ÖZEL BİR İLGİSİ VARDI
“Yabancı tarihçilerden H.G.Wells’i çok, ama çok beğenirdi. Dünya Tarihinin Ana Hatları adlı yazdığı kitabı devamlı okurdu. Okumakla da kalmadı ‘Bu kitabı herkes okumalı’ diyerek ‘hemen bu kitabı Türkçeye çevirin ve de çokça da bastırın’ talimatı verdi. Nitekim kitap hemen tercüme edildi ve de basıldı, dağıtıldı.
Borusan Contemporary’de açılan Amerikalı multidisipliner sanatçı Doug Aitken’in ‘İçimdeki Şehir’ sergisi bana Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zaman kavramını sorguladığı “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare, geniş bir anın / Parçalanmaz akışında” dizelerini hatırlatıyor ve bunu yaşadığımız şehirlerle ilişkilerimize uyarlıyorum: “Ne içindesin şehrin / ne de büsbütün dışında.”
Doug Aitken’in, Jérôme Sans küratörlüğünde Borusan Contemporary’de gerçekleşen Türkiye’deki ilk kişisel sergisi ‘İçimdeki Şehir”, insanın yalnızlık ve genişleyen mega şehirlerin kütlesi ile sınırsız dijital okyanusta kaybolması üzerine odaklanıyor. Doug Aitken, hızlı teknolojik ilerleme ve değişen kentsel manzaralar içinde yön bulabilmenin zorluklarına dikkat çekiyor.
‘Uyurgezerler’
Özellikle şehirleri merkeze alan çalışmalar, hareket ile hareketsizlik, hız ile yavaşlık, bağlantı ile yalnızlık arasında duruyor ve kentlerin, fiziksel, dijital ve duygusal ortamlarında insan hareketliliğini sorguluyor.
NEFES ALMAYI UNUTMA
Aitken’in pandemi döneminde ürettiği üç kanallı film enstalasyonu ‘Bayraklar ve Enkaz’ ile tekstil işi ‘Dijital Detoks’, yakın tarihte ilk kez küresel çapta bir duraksamaya yol açan karantina dönemini; o ana kadar durmadan akmakta olan bilgi ve insan selinin ortasındaki sessizlik ve soluklanma anını yansıtıyor. Pandemi öncesinde üretilmesine rağmen benzer bağlantı sorunsallarına değinen 3 Modern Figür (nefes almayı unutma), cep telefonuna sığabilecek bir boşluğu sıkıca kavrayan, yalnız ve sabit üç parlayan heykelden oluşuyor.
Doug Aitken
Serginin en etkileyici işlerinden ‘Uyurgezerler’ ise sanatçının insan kent ilişkisini sorguladığı videosu. İlk kez 2007’de New York’taki The Museum of Modern Art’ta (MoMA) müzenin dış duvarlarına yansıtılarak gösterilen videoda Tilda Swinton bir ofis çalışanını, Donald Sutherland iş adamını, Chan Marshall bir postacıyı, Dyan Donowho moto kuryeyi ve Seu Jorge bir elektrik tesisatçısını canlandırıyor. Borusan Contemporaray’de iç mekâna yerleştirilerek gösterilen eserde her bir karakterin şehrin keşmekeşi içinde yok oluşa giden yalnızlık hikayeleri eş zamanlı olarak anlatılıyor.
Müzenin tüm galeri alanlarına ve bahçesine yayılan ‘Georg Baselitz: Son On Yıl’ sergisinde, sanatçının son on yılda ürettiği yüze yakın büyük boyuttaki tablosu ve heykeli yer alıyor. Baselitz’in gravür çalışmalarından oluşan kapsamlı bir seçki de eşzamanlı olarak İstiklal Caddesi’ndeki Akbank Sanat’ta izleyiciyle buluşuyor.
Asıl adı Hans-Georg Kern olan 1938 doğumlu sanatçı, Nazi Almanya’sından sonra doğum yeri olan Deutschbaselitz’e atıfta bulunarak Georg Baselitz’i kullanmaya başladı.
İlk önce Doğu sonra Batı Berlin’de farklı akademilerde eğitimini sürdürdü. Ailesini ancak duvar yıkıldıktan sonra görebilen sanatçının resimlerinde Alman tarihinin 1940’lı ve 50’li yıllardaki bu yıkım dönemiyle hesaplaşması öne çıkıyor.
Eserleri Nazi dönemi travmaları ve Almanya’nın toplumsal belleği tarafından şekillenen sanatçının 1969’dan bu yana kullandığı ‘baş aşağı’ kompozisyon tekniği ile yaptığı tablolar, serginin neredeyse tamamını oluşturuyor. Bu yaklaşım, soyutlama ile figürasyon arasında bir yerde durmasını, gelenekselleşmiş tuval üzerine resim tekniğinde yeni bir açılımda bulunmasını mümkün kılıyor.
GEÇMİŞİNİ HİÇ UNUTMADI
Dün düzenlenen basın toplantısında konuşan serginin küratörü
İş insanı ve koleksiyoner Erol Tabanca’nın doğduğu, büyüdüğü topraklara bir vefa borcu olarak hayata geçirdiği müze, dünyaca ünlü Japon mimar Kengo Kuma imzasını taşıyan çevreye uyumlu binasıyla daha ilk başta adından söz ettirmişti.
Açıldığı günden beri araya giren pandemiye rağmen müzeyi 800 bin kişi ziyaret etti ve bölgenin cazibe merkezi haline geldi.
OMM beşinci yaşını hafta sonu açılan ‘Ehlikeyif’ sergisiyle kutluyor.
Küratörlüğünü İdil Tabanca’nın üstlendiği sergi, resim, heykel, yerleştirme ve mobilya tasarımı disiplinlerinde geleneksel sınırları ustalıkla aşan uluslararası sanatçı ve tasarımcıları bir araya getiriyor.
Modern hayatın dayattığı, doğadan uzaklaştırıp seri üretimlerle tek tipleştirdiği ev mobilyalarının sanatçılar tarafından yeniden yorumlandığı eserler yer alıyor sergide.
Bu isimlerden biri de Fransız subay ve yazar Théodore Cahu’ydu. 29 yaşında edebiyata merakı nedeniyle ordudan ayrıldı. Théo-Critt takma adıyla romanlar, askerî hatıralar, seyahatnameler gibi birçok türde kitaplar yazdı.
1899 yılında Şark Ekspresi treniyle Paris’ten yola çıkan Théodore Cahu, Almanya, Avusturya ve Macaristan üzerinden İstanbul’a gelip daha sonra deniz yoluyla Paris’e döndü ve bu yolculuğunu “Yirmi Günde Paris’ten İstanbul’a” adını verdiği gezi kitabında anlattı.
Bizi trenin uğradığı şehirlerin 19. yüzyılın sonlarındaki hallerine götüren yazar, baştan sona gravürlerle dolu bir gezi kılavuzu hazırlamış.
İstanbul’a geniş bir yer ayıran yazar Galata Köprüsü’nden geçiyor, sokakta tıraş olan insanları izliyor, Boğaz kıyılarında yürüyor veya II. Abdülhamid’in cuma selamlığını izliyor. Bütün bu görüntüler birçok çizerin eseri ama özellikle 52 sayfa ile özel bir yer verdiği İstanbul bölümünde Raymond de la Nézière’in çizimleri çok canlı ve mizah dolu.
Théodore Cahu’nun “Yirmi Günde Paris’ten İstanbul’a” albümü şimdi Demirören Yayınları tarafından Türkçeye çevrilerek iki dilde özel bir baskıyla yayımlandı.
Dönemin İstanbul manzaraları dışında günlük hayattan insanların çizimleri, özellikle Galata Köprüsü’nden geçenlerin portreleri oldukça dikkat çekici.
TÜM DÜNYA BURADAN GEÇİYOR