Ne kadar hasret kalmışız böyle ses getiren işlere...Son 1 haftadır Gülşen ve Edis’in “Nirvana”sı ile çalkalanıyor ortalık. Ne kadar hasret kalmışız böyle ses getiren işlere...Şarkıya çekilen klibin senaryosu aslında yeni bir fikir değil. 90’larda konteyner içinde çekilen çok klip oldu ama “Nirvana” neden ilk defa yapılmış gibi hepimizi cezbetti biliyor musunuz? Çünkü buram buram ekip işi ve profesyonellik kokuyor. “Türk müzik sektöründe kendini en çok kim geliştirdi” diye sorsanız, kesinlikle “Gülşen” derim.Yıllar içinde evrildiği kadını hayranlıkla izliyorum.Ne istediğini bilen, en iyi ekiplerle çalışan bir kadın var karşımızda.Her klibinde, her şarkısında ayrı bir güç görüyorum. Her adımında daha da devleşiyor sanki.Çünkü yıldığımız “En iyisi olsun ama bütçemiz bu” zihniyetinden tamamen uzakta. Her şeyin en iyisinin olması için, sektörün en iyileriyle çalışan, yani şu an bulunduğu konuma gelmek için çok para harcayan bir Gülşen’den bahsediyoruz.Bu bir ekip işidir.Madonna sadece kendisi olduğu için değil, arkasında en iyilerden oluşan dev gibi bir ekibi olduğu için “Madonna” haline geldi. Mesela Gülşen styling’i için birkaç yıldır Mahizer Aytaş’la çalışıyor. Bence Mahizer, ‘stylist’ olmama rağmen benim bu sektörün en iyisi diyebileceğim isimlerin başında gelir.Birlikte muazzam bir sinerji yarattılar.Gülşen, Mahizer’den sonra daha da kendini buldu. Ama kendini bulmak para harcamadan olmuyor maalesef.“Ben Gülşen’im, bunları bana ücretsiz yollasınlar” demeden, müthiş bir vizyonla bu stile kavuştu.Çünkü profesyonellik bunu gerektiriyor.Benim “Nirvana”m da böyle kaliteli işleri ve işbirliklerini izlediğimde ortaya çıkıyor. Diğer taraftan oyunculara bakalım. Bence herkes Gülşen’den ders almalı.Bir yere gelmek için kendilerine asla yatırım yapmayan, ajanslarının buldukları stylist’le galalara katılan ünlüleri anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum.Ünlülerden daha ünlü olmaya çalışan ajans çalışanları ve sahipleri başlı başına kanayan yara zaten.Bu, filmin senaryosuna bakıp “ben asla öpüşmem” denilmesiyle aynı mantık benim için.İşte bu yüzden yabancı oyuncular dünya starı oluyorken bizimkiler yerinde sayıyor.Oscar ödüllü oyuncular yeri geliyor tüm film boyunca sevişiyor, yeri geliyor çırılçıplak dolaşıyor, yeri geliyor 20 kilo alıyor. Çünkü oyunculuk mesleği bunu gerektiriyor.Basında stilleriyle, güzellikleriyle kendilerinden söz ettirmek isteyen oyuncuların bunu stylist’e, tasarımcıya, markaya para harcamadan, kendilerini komple o kişiye teslim etmeden gerçekleştirmeleri çok zor.Bu işi bilenlerle çalışmanın ve çalıştıkları kişiye teslim olmanın nasıl sonuçlar doğurduğunu görmek için Gülşen ve Edis’in “Nirvana” şarkısını dinleyip, klibini izleyebilirler.Tüm ekibin ellerine sağlık. Sözünden aranjesine, styling’inden çekimine kadar ortaya hayranlık uyandıran, iyi bir iş çıkmış.
H&M marka iş birliklerine bir yenisini ekledi... Kusursuz terziliğiyle tanınan, kaliteli kumaşlarla uzun ömürlü moda yaratma konusunda tutkulu, lüks İtalyan giyim markası Giuliva Heritage’le sürdürülebilir odaklı, zamansız parçalardan oluşan yeni bir koleksiyona imza attılar.
H&M X Giuliva Heritage koleksiyonunda klasik erkek giyim silüetlerini, kadın giyim dünyasına taşıyarak maskülen ve elegan kesimler güzel harmanlanmış.
Her üründe, geri dönüştürülmüş kaynaklı malzemeler kullanılarak İtalyan mirasına modern bir bakış yaratılmış ve benim için her kadının gardırobunda olması gereken parçalar ortaya çıkmış.
Geri dönüştürülmüş yünlerden tasarlanmış krem rengi takım ve organik pamuklardan tasarlanmış dik yakalı kazakları muhakkak gardırobunuza ekleyin derim. Koleksiyon, 3 Eylül’den itibaren satışta olacak, bu tarihi şimdiden not etmenizde fayda var.
Yeni sezondan bahsetmişken ve sezona adım atmadan önce gardırobunuzu da yeniden düzenlemenin tam zamanı.
Bunca senelik hizmet hayatımda giyim odasına sığan ve yeteri kadar kıyafeti olduğunu savunan bir kadınla hiç karşılaşmadım.
O gardıroplar hep ağzına kadar doludur hatta evde sürekli tekrar eden, “giyecek hiçbir şeyim yok, alışverişe çıkmam lazım” kavgası da bitmez.
Hem çalışıp, hem evi çekip çevirip, hem de online eğitim alan çocuklara göre her şeyi organize etmeye çalışmak...
Ne güzel geçen sene bu zamanlarda “Ay çok şükür okullar açılıyor” diye kendi aramızda gülme krizine girerdik.
Hele okulun ilk açıldığı gün yok mu?
Off şölen olurdu biz annelere, şölen.
Şimdi biz dışarıda çalışırken, çocukların evde online eğitim alması nasıl olacak bilemedim?
Kabus dolu günler geliyor yani.
“Kate Moss’un göbeğini gördün mü?”, “Kadın neydi ne olmuş”tan tutun da “Madonna ne hale gelmiş peki”, “Ahh yazık, mahvetmiş kendini” gibi devam eden bir sürü cümle duydum...
Bahsettiğimiz isimler, 17 yaşlarından itibaren bildiğimiz, dünyaya mal edilmiş güzelliğe ve başarıya sahip en önemlisi de artık 45 olmuş kadınlar.
Hâlâ aynı kalmasını nasıl bekleyebiliriz ki? Ben küçüktüm Kate Moss vardı, 40 yaşıma geldim hâlâ var. Nasıl putlaştırmışsak artık onları, göbekli, sarkık yüzlü görmek bizler için kabul edilemez bir fikre dönüşmüş.
Hayat, kadınlara çok acımasız bu bir gerçek ama kadınların kadınlara yaptığını da anlamak mümkün değil.
Diğer taraftan erkekleri ele alalım, sakallarının altına gizledikleri sarkıklıkları, çizgileri, yaşlanma ibareleri bizimle hiç adil savaşmıyor. Halı altına süpürülen tozlar gibi tüm yaşı sakallarının altına süpürüp hiçbir şey yokmuş gibi devam ediyorlar.
Hele bir de kır saçlarının hepsine yakışması durumu yok mu? İşte o daha da sinir bozucu. Sadece yaşlanma konusunda bizden şanslı oldukları kesin.
Moda Operandi’deki Türk markası
Geçen yazılarımda Türk tasarımcılarının dünyada rüştünü ispatladıklarını yazmıştım.
Bunu kim belirler? Güzellik standartları nelerdir? gibi sorular uzun zamandır kafamı kurcalıyor.
Toplumun kadına dayattığı kurallardan, modanın kadını şekillendirmesinden, genç kızların takip ettikleri kadınların filtreli hayatlarına inanıp, o siluete sahip olabilmek için verdikleri savaşlardan her geçen gün daha fazla rahatsızlık duyuyorum.
Kadın formunun temeli aynı kalsa da güzellik algısı ve mükemmel vücut tasviri yıllar içinde hep değişmiştir.
Antik Yunan Çağı’nda başlayan dolgun göğüs, ince bel, geniş kalça figürleri, altın oran diye tasvir edilen simetrik yüzle birleşince ortaya kusursuz kadın çıktı ve bu kadının ana hatları günümüze kadar geldi.
Aynı kadın yeri geldi bulumik zayıflıkla güzel bulundu, yeri geldi atletik fiziksel özelliği zorunluluğu getirildi.
Ama şimdi kadınlar özgürlüğünü ilan etmeye başladı.
O kadar sesleri çıktı ki Türkiye’den çıkıp dünyada seslerini duyurmayı başardılar.
Jessica Biel’dan Charlize Theron’a kadar birçok ünlü İstanbul Sözleşmesi’ne ve kadın haklarının korunmasına destek olmak için siyah beyaz fotoğraflarıyla hepimizin yanında oldular.
Yani “Yerini bil kadın!” diyenlere gerçekten yerini bildirmek için kollar sıvanmış durumda...
Ne kadar üzücü ki kanunların, yetkililerin yapamadığını bir kez daha sosyal medya yapıyor.
İnsanlıktan yoksun, yavru köpeğe tecavüz ederek öldürecek kadar sapkınlıktan gözü dönmüş caninin tutuklanması için herkes ayaklanmışken, komşusunun köpeğini, haneye tecavüz ederek öldüren ve toplum içinde tehlike arz eden şahıs sayesinde tahammül sınırları zorlandı artık.
Günlerdir çığ gibi büyüyerek artan tepki ile Alp Erkin’in distribütör’ü olduğu şirket mail yağmuruna tutuldu.
Beğenseler bile tasarımcısının veya markasının Türk olduğunu öğrenince hemen yerine geri bırakılırlardı.
Çünkü Türk markaları taklitten öteye gidemezdi.
Ama artık gün geldi devran döndü.
Yurtdışında bilinen o kadar iyi markalarımız var ki.
Mesela Gül Ağış’ın tasarladığı Lug Von Siga, mesela Beste ve Merve Manastır’ın ayakkabı ve çanta markası Manu Atelier, mesela Seda Çeliktürk’ün tasarladığı Common Leisure, mesela Zeynep Tansuğ’nun tasarladığı Piece of White gibi daha onlarca marka sayabilirim.
Şimdi dünyanın en seçkin online alışveriş siteleri, en ünlü mağazaları bu markaların sadece kendilerinde satılması için özel anlaşmalar yapabilmek kendi içlerinde yarış halinde.
Dünyanın birçok noktasını görmüş biri olarak söyleyebilirim ki gerçekten cennet ama kesinlikle değerini bilmediğimiz ve her toprağı karış karış sömürülmüş bir ülkede yaşıyoruz.
Tekne sahipleri çoğunlukla Hisarönü körfezinde demirlemiş olmalarına rağmen Yunan adalarına gidemedikleri için mutsuz.
Bizim koylarımızla asla kıyas kabul edilemez olduğu halde.
Gün batımı için Santorini’ye gitmeyi seven çok fazla kişi tanıyorum, ama farkında bile değiller ki Bodrum’daki Allium Villas Resort’te izlenen gün batımı Santorini’den çok daha güzel.
Urla’nın Toscana’dan farkı yok.
Arabayla giderken geçtiğiniz yollarda kendinizi Güney Fransa’da hissediyorsunuz.
Aynı yolu diğer ülkelerde yapsak kendimizi kaybederiz ama elimizin altında olunca neden değerini bilemiyoruz?
Veya yabancı ülkelere gittiğimizde yaşadığımız hayranlık kendi ülkemize gelince neden aynı tadı vermiyor?