Sonra topluca “zorunlu” evde kalmak fikrinden rahatsız olduk.
Aradan aylar geçti bu düzene alıştık mı alıştık.
Şimdi “yeni normale dönüş” zamanı ve eski tempoma dönmeye hiç hazır değilim.
Biraz daha kalaydık iyiydi aslında.
Bu sakinlik bana ve gözlemlediğim kadarıyla birçok kişiye çok iyi geldi.
Yeni normale hazır mıyız peki? Hiç sanmıyorum.
Farkındaysanız mağazalarda yazın kış, kışın yaz sezonu alışverişlerine maruz bırakılıyoruz.
Sektörün öncüleri tüketim çılgınlığının önüne geçmek için hazırlıklara başladılar bile. Artık altı sezonu bulan koleksiyon üretiminin, iki sezona inmesine, yazın yaz, kışın kış ürünlerinin satılmasına, üretim kaynaklarının plansızca tüketilmesine ve işçilerin sömürülmesine karşı yapılan boykotlar dünya çapında artmaya başladı.
Zaten olması gereken bu değil miydi?
Tüketim çılgınlığı çığrından çıkıp, aç gözlülük alıp başını gitmişken pandemi sayesinde birilerinin buna dur demesine çok seviniyorum.
Peki, lüks tüketimin akıbeti ne olacak?
Bilirkişiler bu konuyla ilgili çok farklı bilgiler ortaya atıyorlar ama herkesin hemfikir olduğu tek bir ortak nokta var ki, o da lüksün daha az üretilip daha pahalıya satılacağı yönünde.
Peki pandeminin markalar üzerindeki etkileri
Dior, Louis Vuitton, Prada gibi dünya devi markaların tıbbi tulum ve maske üretimi yapmaya devam etmelerinden bahsetmeyeceğim.
Hadi çıktık diyelim sahil kıyısında, deniz sonrası arkadaşlarla toplaşıp uzun uzun oturduğumuz yemeklere gidebilecek miyiz?
Hadi gittik diyelim her canımız nefes almak istediğinde, yurtdışını geçtim Çeşme veya Bodrum’a gidebilecek miyiz?
Her şey düzeldi ve hepsine “evet” dedik diyelim.
Şimdi asıl soruyu soruyorum.
Bunları ekonomik olarak yapabilecek güce sahip olabilecek miyiz?
Bir sürü kriz atlattık ama hiç böyle bir krizle karşı karşıya kalmamıştık.
Çünkü ilk defa karılarının, kocalarının iş hayatında nasıl bir karakter sahibi olduklarına şahit oluyorlarmış.
Okuduğumdan beri bu konuyu birçok arkadaşıma ve tanıdıklarıma sordum...
Hayretler içinde kalanlar da var, çalışanlarının yanında daha neşeli ama evde bildiğin suratsızın teki diyenler de...
“Bana hep şirkette çok önemli bir kişilikmiş gibi aksettirmişti kendini ama evdeyken toplantılarına kulak verdiğimde ne göreyim, bildiğin patron yalakası çıktı” diyenler inanın az değil.
“Dünyanın en tatlı, komik patronuydu ne oldu anlamadım, adamın içinden şeytan çıktı, bağırmasından ekran karşına geçmeye çekiniyorum diyenler” de var.
Her şey normale dönüp hayatımıza devam etmeye başladığımızda dünya çapında boşanma vakalarında patlama olacak orası kesin.
Sizin kaç yüzünüz var
Karantina size ne öğretti diye soranlara verdiğim yeni cevabım, kaç kişiliğim var onu çözmeye çalışıyorum oluyor.
Sonuç olarak hepsi tek bir şey söylüyor: Artık küçük yaşamamız gereken bir döneme giriyoruz!
Özellikle vedig astrolog’u Ebru Cinek, eylül ayı ile birlikte yeni bir döneme gireceğimizi, küçülüp, özüne dönen kişilerin daha az, şu an içinde bulunduğumuz durumdan ders almayan ve neden böyle olduğunu anlamayan kişilerin ise çok daha sert bir şekilde etkileneceklerini üzerine basa basa anlatıyor.
Önemli markaların tasarımcıları, kreatif direktörleri de moda sektörünün eskisi gibi olmayacağından bahsediyor.
Geri dönüşüm odaklı kumaşlardan üretim yapmayanlar zaman içinde yok olmaya mahkum gibi gözüküyor.
Şahsen ben eskisi gibi tüketim çılgınlığının devam edemeyecek olmasından mutluluk duyuyorum.
Tüketime değil eskiden olduğu gibi üretime dönmemiz gereken bir dönemdeyiz.
Evde yapılacak şeyleri bitirdikçe kendimizi iyice teknolojiye verdik.
Ben gerçekten sosyal medya konusunda klinik vaka olduğuma karar verdim artık, çünkü telefonumu asla elimden düşüremiyorum.
Her sabah “İnternette boş boş vakit geçirip, bilgi kirliliği yaratan yorumları okumayacağım artık” diyorum ama bir bakıyorum yine akşam olmuş ve yine telefona bakmaktan okumak istediğim kitaplarımı elime hiç alamamışım.
Ama bugünden itibaren sadece bana katkı sağlayacak makaleleri okuyup, TV programlarını izleyeceğime dair kendime söz verdim.
Şu an bir tarih yazılıyor ve hepimiz buna tanıklık ediyoruz.
Dünyada ekonomi durma noktasına geldi.
Dünyanın sahibi biziz sandık, sonuna kadar hem kendimizi, hem onu tükettik. Sonunda “Durun” dedi. Durduk!
Bu sefer zorla anlattı derdini, şu an biz duruyoruz, o yaralarını sarıyor. Biz durdukça mekanın sahibi geri geliyor.
Senelerdir çalışma tempomuzdan şikayet ettik.
Etrafımızı görmeden, doğayı dinlemeden zamanı su gibi akıttık. “Günlerce evden çıkmadan aylak aylak vakit geçirmek istiyorum”, “Hiçbir şey yapmadan kitaplarıma gömülmek istiyorum”, “Asla işe gitmek istemiyorum”, “Çok yorgunum, artık durmak istiyorum” diyen biz değil miydik?
Peki neden şimdi bu karamsarlık? Neden şimdiki olağanüstü durumu kabul edip, söylenmeyi bırakamıyoruz?
Doğa bize bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bizim ona yaptıklarımızla ayna tutuyor tüm insanlara.
Hepimizi küresel ısınma yüzünden kutuplarda çaresiz bırakıp, ölümle burun buruna getirdiğimiz kutup ayıları gibi çaresizce evlerimizde kapalı bıraktı.