1806 - 1812 Osmanlı - Rus savaşını noktalayan Bükreş Antlaşması için taraflar masaya oturduğunda, Moskof delegesininin bitmez tükenmez istekleri karşısında Kethûdá Seyyid Mehmet Efendi dayanamaz ve, "Ne hácet, bari Belgrad’ı da verelim" der.
Ve, çok değil aradan topu topu atmış altı yıl geçtikten sonra, Dersaadet temsilcisinin böylesine etle kemik addettiği o Sırp başkenti, "Belgrad’dan çıktım beş idi / Kur’án’ımla martinim eş idi" türküsü söyleyerek, bir daha hiç dönülmemek üzere terk edilecektir.
Hemen ardından da, 1912 - 1913 Balkan Harpleri ertesinde zaten Rumeli’den eser kalmayacağı gibi, altı yıl sonra bu defa bizzat Dersaadet’in kendisi işgal edilecektir.
* * *
İŞTE, aslında daha ötesi de var ama oralara kadar çıkmayacağım, iki gündür sözünü ettiğim ve ulus ruhumuzu kemiren o "kolektif paranoya"nın kökenleri buraya uzanıyor.
Arázları hep daim kalan; krizleri ise káh nevroz, káh psikoz raddesinde zuhur eden bu çok vahim, bu sonsuz vahim, bu dehşet vahim hastalık yukarıdaki travmadan kaynaklanıyor.
Çünkü, eğer nesnel tahlil yeteneğimizi yitirerek "ben"imize muazzam bir değer biçiyorsak; eğer dünyanın bizim "merkez"imiz (!) etrafında döndüğüne inanıyorsak; dolayısıyla da, mutlaka hasım, rakip, düşman addettiğimiz herhangi bir "öteki"nin bize karşı yine mutlaka bir kötülük, bir melánet, bir kumpas hesapladığını düşünüyorsak; yani öznel ve hayali bir "gerçek" (!) üreterek kendi kendimizi buna inandırıyorsak, bugünü dünden; şimdiyi de son bir - bir buçuk yüzyıldan soyutlayak açıklayamayız.
Ve, o bir - bir buçuk yüzyıl kávimlerin, milletlerin, ülkelerin tarihinde nedir ki?
* * *
KOLEKTİF hafıza açısından bir hiçtir!
Artı ve bilhassa, yukarıdaki travma bu defa bütün bir kolektif bilinçaltını da belirler.
Belirlemek ne kelime, güftesi ve müziği tamamen unutulmuş olsa dahi, "Belgrad’dan çıktım beş idi / Kur’án’ımla martinim eş idi" şarkısına yansıyan şok kávmin, milletin, ülkenin tüm beyin hücrelerine, tüm sinir elektronlarına, tüm DNA formüllerine kazınır.
Yani, "Belgrad’dan çıktım" demiş olmak ortak ruhiyatta öylesine derin bir etki yaratmıştır ki, bu defa İzmir’den ve Diyarbakır’dan da çıkartılacağınız korkusuyla yaşarsınız.
2007 yılının 1878 yılıyla hiç mi hiç benzeşmediği ve çok uluslu imparatorlukla ulus devletin dev farklılık arzettiği yönündeki "nesnel gerçek" ise korkuya çare oluşturmaz.
Çünkü, "şok" sizin mantıki tahlil yeteneğinizi hasara uğratmıştır. Hadım etmiştir.
O vakitten beri de, ürettiğiniz öznel gerçeğin hayali kábuslarında kıvranmaktasınızdır.
Zaten, herhangi bir "öteki"nin sizi daima bir yerlerden "çıkartmaya" (!) kararlı olduğuna ilişkin aynı kábuslarınızdan dolayıdır ki, her şeyin kendi "ben"inizde odaklandığına inanır ve söz konusu "öteki"nden daima işkillenirsiniz. Onu daima düşman bellersiniz.
Ve en beteri, "paranoyak" toplumsanız, tıpkı "paranoyak" bireyler gibi, kendinizin değil diğerlerinin "hasta" (!) olduğuna inanarak iláca, tedaviye, psikanalize yanaşmassınız.
* * *
BEN Freud Usta’nın müridi olduğumdan hep bu sonuncu yönteme meylediyorum.
Psikanaliz kanepesine uzanmak basiret ve cesaretini göstereceksiniz ve káh ağlayarak, káh gülerek, káh da küfrederek, bilinçaltının en, en derinlerine çıkmaya çalışacaksınız.
Ruhbilimci travmaya yol açmış olan "şok"un "püf noktası"nı keşfedip onu kasten başka bir "şok"la yüzünüze vurduğunda da, "of be, dünya varmış" diyeceksiniz.
Sizin öznel ve hayáli "ben"iniz ötesindeki o nesnel ve gerçek dünyaya nihayet kavuşabilmenin sonsuz mutluluğuyla da, artık hiçbir "öteki"ni düşman bellemeden ve artık hiçbir yerden "çıkartılmak" kabûsu görmeden, rahat rahat ve ruh sağlığıyla uyuyacaksınız.