MALÛM, tıbbi lûgatteki pek çok madde ya Yunanca, ya da Latince kökenlidir.
Vahim bir ruhi travmayı tanımlayan "paranoya" da bu ilkine dahildir.
Deyim önce, kenar, bitişik, hárici anlamına gelen "para" sözcüğünü kapsar.
Sonra da, yine ruh, akıl, fikir diye tercüme edilebilecek olan "noya" kelimesini içerir.
* * *
İŞTE, bunların ikisini birleştiren "paranoyak"la kavramıyla rasyonel aklın ötesinde, açığında, yedeğinde, bordasına, háricinde düşünen ve davranan kişileri isimlendirmiş oluruz.
Örneklersek, Türkçeye de Fransızca aktarmalı olarak giren "paraşüt"le düşüş hálini veya "paratoner"le, yıldırım çarpmasını engelleyen aletleri kastediyoruz.
Aynı şekilde, "paranoya" tanımıyla da mantıki akılcılığı önleyen arázı çağrıştırırız.
Fakat tabii, bütün beyinsel travmalarda olduğu gibi, bu nevroz iki satırla özetlenemez.
* * *
ÖZETLENEMEZ, zira yukarıdaki "mantıki aklın ötesinde düşünmek" fiiline giren diğer bir dizi ruhi hastalık daha biliyoruz. Fakat bunlara illá "paranoya" denilmiyor.
O halde, travmanın en belirleyici noktalarını da açıklamak gerekecek.
Tamam, Lacan’dan Deleuze’ye çağdaş ruhbilimciler arázın üzerinde çok durdular.
Ancak bana sorarsanız, zaten psikanalizi icád eden ve "Başkan Schreber" diye de konu hakkında koca bir cilt yazmış olan Sigmund Freud Usta’dan; artı, ondan bile önce "ana hatlar"ı saptayan ve psikiyatrinin mûcidi sayılan Emil Kraepelen’den şaşmayın derim.
Dolayısıyla, her ikisinden yola çıkarak "paranoyak" kişideki özelliklere gelelim.
* * *
BİR; "paranoyak" şahıstaki "ben" kimliği patolojik ölçüde gelişmiştir. Arşa değer.
Hazret burnundan kıl aldırtmaz ve de "gözünün üstünde kaşın var" dedirtmez.
Bu kibirliliğe ek olarak da, söz konusu "ben"ini daima ve daima merkez addeder.
Egosantrik dürtü hád safhaya varmıştır. Dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanır.
İki; aynı benmerkezcilik "paranoyak" kişiyi bütün "öteki"lerden kuşkulanmaya iter.
Olayların arkasında bit yeniği aramaya ve dehşet bir alınganlıkla donanmaya götürür.
Her "öteki" zaten şüphelidir. "Öteki"nin yaptığı şeyler ise haydi haydi şüphelidir.
Başka bir deyişle, "paranoya" her şeyden önce nesnel gerçeği tahlil edememektir.
Dolayısıyla da, kendi "ben"ini eksen alan öznel ve hayáli bir "gerçek" (!) üretmektir.
* * *
ÜÇ;bilinçaltında gizli bir kıskançlık da barındıran yukarıdaki dürtüler kaçınılmaz olarak ve aşama aşama, aynı "öteki"lere karşı kin, nefret ve düşmanlık duygularını kamçılar.
Aslında korkak olan "paranoyak" kişi doğal bir korunmaya refleksiyle içe kapanır.
Kendini tecrit etmek ister. Ne kadar tecritse de, o kadar "güvenli" olduğunu düşünür.
Ancak dört; bu, belirli bir mantık silsilesinden yoksun olduğu anlamına da gelmez.
"Sebep - sonuç" ilişkisinde sonucu baştan tayin etmiş; yani kendisine karşı melánet düşünüldüğüne inanmış olduğu içindir ki, o sebebe de "lojik" (!) bir yöntemle ulaşmak ister.
Zaten bu yüzden, "paranoya"dan mustarip bütün hastalarkendilerini kendilerine açıklayabilmek için, metodolojisi "mantıki" (!) gözüken "komplo teorisi" üretirler.
Ve nihayet beş; aráz, nevroz, psikoz; artı en son radde olan delirium falan derken, "paranoyak" şahıs işe "valium" hapıyla ve o Freud Usta’nın psikanaliz kanapesiyle başlar; kademe kademe de, cinnet hád safhaya vardığı takdirde soluğu tımarhane hücresinde alır.
* * *
BUGÜN, "aklın ötesinde düşünmek" gibi çok vahim ve çok ciddi bir ruhi hastalık olan "paranoya"nın bilinçaltına hiç girmeden, kişilerere yansıyan záhiri arázlara değindim.
Yarın o "paranoya"nın kolektif aynasını, o kişilerden oluşan toplumlara tutacağım.