MİLLİ İstihbarat Teşkilátı müsteşarı Emre Taner’in büyük öngörü ve geniş ufuk yansıtan çok önemli saptamalarına gelmeden önce, bugün devlet kavramı üzerinde duracağım.
O devlet ki, zahir biz Türklerin kromozom formülüne kazınmıştır.
Bir devamlılık "mitoloji"si olarak bütün tarihi sürecimizde ana ekseni oluşturur. Bunun ilk teorisyeni de "Siyasetnáme" yazarı ve Selçuklu veziri Nizamülmülk’tür.
Ve, dünün Asya steplerinden bugünün Ankara bozkırlarına, aynı "mit" hep sürmüştür.
* * *
NİTEKİM, özüne bakarsanız, İmparatorluğumuzda gerçekleşmiş olan isyanların amansız biçimde ve "kelle kuyuculuğu"yla bastırılmış olması aslında bunun tezahürüdür.
Veya, sultan tahta çıktığında diğer şehzadelerin boynuna kement geçirilmesi de aynı "devlet bekaası"nı güvenceye almak refleksinden kaynaklanır.
Zaten de aynı refleksi günlük dilde, "ya devlet başa, ya kuzgun leşe" iradeciliğinden, "Allah devlete, millete zeval vermesin" kaderciliğine uzanan bir dizi deyimle dışavururuz.
Cumhurbaşkanlığı flamasına da, kurulduğu varsayılan on yedi simgeyi resmederiz.
Dediğim gibi, "devletin sürekliliği" dürtüsü biz Türklerde genetik formül oluşturur.
* * *
ARTI, ne gariptir ki Türkiye’de "sol" (!) diye vaftiz edilen ve tabii ki evrensel kıstas ve değerler açısından asla öyle olmayan kesim de yukarıdaki "içgüdü"den muaf değildir.
Kemal Tahir’in romanesk "kerim devlet"inden başlayın ve Hikmet Kıvılcımlı’nın 12 Mart darbesindeki "ordu kılıncını attı" sevincine uzanın, en "kıpkızıl"ları (!) dahil, komünist "intelligentsia"mız bile aslında kendini daima o "devlet miti"yle özdeşleştirmiştir.
Zaten "ulusalcı" diye piyasaya çıkan kesim de, hiç olmazsa "eski tüfek" birikimine sahip yukarıdakilerinin yanında çok karikatüral ve çok kötü kopya kalan birer taklittir.
* * *
O halde en önce, ezelden beri sürmüş olan bir haksızlığa artık son verelim:
Ülkemiz "sağ"ının "sol"u (!) "devlet düşmanlığı"yla suçlamış olması mesnetsizdir.
Çünkü, Türkiye’de bunların her ikisi de aynı mitolojinin aynı "fetişist" unsurlarıdır.
Meselá, "cinsel arázlar" arasında en yaygın olan türden, "ayakkabı fetişisti"dirler.
Ve bunların ikisi arasındaki yegáne fark "şehvet nesne"sinin detayından kaynaklanır.
Diyelim ki, birisinde arzuyu kadın sandaleti, diğerinde ise kadın iskarpini kamçılar.
"Sağcı"sı ferah fezá, "solcu"su ise krokodil deri bir ayakkabıyla doyuma ulaşır.
Evet evet, Türkiye’de, tanımla çok çelişmeyen "sağ" gibi; aksine, Marx’tan Gramsci’ye diğer tüm evrensel tanımlar açısından asla sol olmayan "sol" (!) da "devlet fetişisti"dir.
Peki de, "d-e-v-l-e-t" nedir?
* * *
SORUYU sordum ama Eski Yunan’da Eflátun’un enine boyuna teorileştirdiği ve modern zamanlarda da Hegel’in onu kıyasıya eleştirdiği kavramı uzun boylu deşmeyeceğim.
Şu kadarlık bir saptama zaten cevabı içeriyor:
Devlet "nesne"dir ve insan "özne"dir!
Yani, o "nesne devlet" tarihte kûl, teba, yurttaş olmuş olan o "özne insan" için vardır.
Tersi düşünülemez. Tahayyül ve teorize edilemez. Hele hele, asla arzu edilemez.
Çünkü, devlet bir "amaç" değil bir "araç"tır! Bir "sebep" değil bir "sonuç"tur!
İnsan ilişkilerini düzenleyen ve zamanda ve mekánda değişen bir aygıttır, nokta!
O halde, "devlet fetişizmi" de, tıpkı arazlı erkeğin "özne" durumundaki bedeni kadın cinselliğini tû kaka edip "nesne" iskarpinle doyuma ulaşması gibi, bir "sa-pık-lık-tır".
"Öz simge" kaymasıyla, ruhi şehveti madden cismanileştiren bir travmadır.
Yarın bunları MİT Müsteşarı Taner’in son açıklamaları çerçevesinde irdeleyeceğim.