ASLINA bakarsanız, Mardin vahşetindeki "etno-sosyolojik" boyuta değinmemden ve Kürt aidiyetten yurttaşları da kendilerine "çekidüzen vermeye" çağırmamdan sonra bana yöneltilen suçlamalar, "modernizm"le "post-modernizm" arasındaki çelişkiye odaklanıyor.
Çünkü benim ana rotam birincisini, eleştirenlerinki ise ikincisini izliyor.
***
PEKİ de, "modern" ne demektir? "Yeni" demektir. Ne azı, ne fazlası var, o kadar!
Ancak, "modernite", "modernizm", "modernist" veya benim sütun başlığımı oluşturan "modern zamanlar" gibi deyimleri kullandığımız takdirde, anlam cidden değişir.
Daha doğrusu, "yeni"nin yanına felsefi, beşeri, siyasi ve estetik boyutlar eklenmiş olur.
Başka bir deyişle, buradaki "modern", girizgahı 17. yüzyıl ortalarında yaptıktan sonra esas virajı Amerikan ve Fransız devrimleriyle dönmüş olan "aydınlanma çağı"yla bütünleşir.
Ve bu, aslında bir insanlık projesini tanımlar. Hedef o insanlığı ’öz-gür-leş-tir-mek’tir.
Üstelik, Jürgen Habermas’ın saptamasıyla, tasarı henüz "bitmemiş bir projedir"!
***
MALÛM, yukarıdaki "modernite" veya "modern zamanlar" epey bir süredir bodoslamadan saldırıya uğruyor. Bombardımana tutuluyor. Kör satırla kıtır kıtır kesiliyor.
Yamalı ağaçtan sap kullansa bile, infazı gerçekleştiren "cellát" da esas itibariyle, "sonrası" anlamına gelen "post" eki takılarak, "post-modernizm" diye isimlendiriliyor.
Yani "post-modern" deyimi satır aralarında, kendisinin "modern"i aştığı çağrışımını yapıyor. Böyle bir zehaba kapılıyor. "Işıltılı düşünce"nin ruhuna Fatiha okumaya kalkıyor.
Peki de, gerçekten öyle mi?
Zaten "bitmemiş proje" can çekişe çekişe mezar çukurunu mu boylayacak?
Asla, ve bu keháneti buyuran müneccimbaşına, af buyurun, ancak popomla gülerim.
***
İMDİİ, sonra değineceğim zaaflarına rağmen "modern zamanlar"ın ve dolayısıyla "aydınlanma düşüncesi"nin "öz"ünü tavizsiz savunan birisi olarak şunu tabii ki biliyorum:
Her yeninin başka bir "yeni"si, yani moderni vardır. Zaman içinde mutlaka olacaktır.
Ne var ki, bu kuralın kendisi dahi "modern"dir, çünkü felsefi, beşeri, siyasi ve estetik anlamdaki "modernite" zaten yenilenme diyalektiği üzerine inşa edilmiştir.
***
OYSA, o "modern"i gömmek vehmine kapılan "post-modern" budalalık başka bir "yeni" falan sunmuyor. Tam tersine, aslında en "eski"yi ve en "geri"yi sahipleniyor.
Önce, bazı haklı eleştirilerden yola çıkarak, "modern zamanlar" öncesine ve gayri mantikiliğe uzanan her türlü irrasyonale cevaz veriyo. "Kutsal"ı sorgulamaktan ödü kopuyor.
Daha berbatı, buradan hareket ettiği içindir ki, "geleneksel topluma saygı" ve "müdahaleden muafiyeteözgürlük" adı altında, yine modernite öncesi insan camialarında hüküm süren kavmi, etnik veya sosyolojik bilûmum töre, adet ve i-l-k-e-l-l-i-k’lerle uzlaşıyor.
Çünkü, her şeyi izafi kılan o "post-modernite" aslında "ilkel" terimini de reddediyor.
***
EVET hem reddediyor, hem de "etno-sosyolojik" ilkelliği vurguladım diye beni suçlamasındaki gibi, mazide de geleneksele tapınmış o en "anti-modernist"Vico’lara, Herder’lere, Spengler’lere özenerek, kelime telaffuzunu dahi "günah" ve "suç" addediyor.
Zaten de çelişki "modern eskiler"le "post-modern yeniler" arasında yaşanmıyor.
Aksine, tekrar aynı maziye, 17. asır Fransa’sındaki "Kádim-Cedid" tartışmasına dönülmüş oluyor ki, buradaki "kádim" köhneyi, şimdinin "post-modern" gericileri; "cedid" dinamiği ise tıpkı o gün olduğu gibi bugün de, "modern" kalan dönüşümcüler temsil ediyor.
Cumartesi günü konuyu "faşizm" ve "ırkçılık" boyutunda ele alacağım.