Anan yahşi, baban yahşi, ben "Olmaz, ne münasebet" diyorum; eti budu yerinde Bavyeralı kadın kocca poposuna giydiği üniforma pantolonun cebinden bir cımbız çıkardı, "Ya pamuk, ya çakmak" diye dayatıyor ve arkadaki yolcu kuyruğu giderek uzuyor.
Surat hatlarından tabana vurmuş bir "IQ" zekásı akan meslektaşı da imdadına yetişti, Alamanca yazılmış bir yönetmeliği gözümün içine sokmaya çalışıyor.
GEÇEN akşam Münih Havaalanı’nda uçak değiştirdim.Hani, bitáplığı giderebilmek için ayaklarını gizli gizli iskarpinlerin dışına çıkartan ve kalkış anonsu yapılana kadar da, dış haberlerden başlayarak hızlı hızlı "Herald Tribune" okuyan "lacivert kadınlar"ın yoğun olduğu o sihirli saatler vardır ya, işte onlardan biriydi.
Böyle vakitleri sonsuz severim. Daima da sevdim.
Ve her defasında kulaklarıma, Laurie Anderson’unpilotun varış müjdesini tekrarladığı cazi şarkı gelir.
Tınıları yine duyar gibi oluyorum, "di"yi kasten uzatarak, "parking condiiitions?"
*
ANCAK, yukarıda akşam vakti havaalanlarının "sihirli" olduğunu söyledim ama, aslına bakarsanız bu defa ortalıkta sihir mihir yoktu.
Uçak taşımacılığının kitlesel biçimde "demokratikleşmesi" birinci faktör; Münih’in o "hub" denilen aktarma menzillerinden birine dönüşmesi ikinci etken, etraf ana baba günüydü.
Ölü sezon ucuzluğundan istifade, adını coğrafya atlaslarından bile bilmedikleri egzotik tatil yörelerine giden küçük burjuvalar; veya günübirlik iş seyahatlari için tren yahut otomobil yerine artık hava yolunu tercih eden küçük kadrolar, ortalıkta iğne atsan yere düşmüyordu.
Alan, büyük bir şehrin en civcivli saatindeki en merkezi metro istasyonuna benziyordu.
Öyle ki, yeni çıkış kapıma yakın kafetaryalardan birinde, silme dolu masaların tek bir tanesinde bile boş iskemle bulamadım.
Tezgáha ilişmek zorunda kaldım ki, hemen hepsi kallávi bardakta Bavyera birası siparişlerini alıp veren garsonun sanki kasten itekleyip durmasına daha da çok sinirlendim.
Üstelik, zaten oraya da burnumdan soluyarak gelmiştim.
*
HİDDETLİ, hem de çok hiddetliydim, çünkü geliş menzilimden inip aktarma uçak için tekrar havaalanı kontrolünden geçtiğimde, haniyse sille tokat kavga ettim sayılır.
Çünkü, işgüzár mı, yoksa Türk pasaportumdan dolayı gizli ırkçı mı, bu nokta hakkında kesin hüküm veremeyeceğim ama, izbandut gibi "memure" çakmağıma el koymaya kalkıştı.
Sittin ve sittin senedir benim benliğimle özdeşleşmiş olan ve Amerika’dakiler dahil, dünyanın her bir yanındaki sayısız ve sayısız havaalanı denetiminden hiç pürüzsüz geçmiş olan o çakmağımın "yasak" (!) kategorisine girdiğini söyledi. El koymaya kalkıştı.
Ancak, içindeki benzin haznesini oluşturan pamuk yumağının çıkartılmasına izin verdiğim takdirde, tekrar cebime yerleştirebileceğimi ihtar etti.
Buyrun bakalım, gel de hatunu oracıkta gırtlaklayıverme!
*
ANAN yahşi, baban yahşi, ben "Olmaz, ne münasebet" diyorum; eti budu yerinde Bavyeralı kadın kocca poposuna giydiği üniforma pantolonun cebinden bir cımbız çıkartı, "Ya pamuk, ya çakmak" diye dayatıyor ve arkadaki yolcu kuyruğu giderek uzuyor.
Surat hatlarından tabana vurmuş bir "IQ" zekásı akan meslektaşı da imdadına yetişti, Alamanca yazılmış bir yönetmeliği gözümün içine sokmaya çalışıyor.
En iyi ihtimalle uçağı kaçıracağım; en kötü ihtimalle de, elimden çıkacak "káza" neticesinde, Hitler’in "Kavgam" budalalığını hangi hücrede yazmış olduğunu araştırmak için Münih Hapishanesi’ne gireceğim, çaresiz, pamuktan feragát ettim.
Duydu mu, duymadı mı bilemiyorum ama, hatuna, "Al o pamuğu, münasip günlerinde kullan" bedduasını okuyarak da, yukarıda sözünü ettiğim aktarma noktama doğru revan oldum.
*
EH, burada ve bu andan itibaren, "lacivert kadın" cazibesiyle efsunlanmış akşam havaalanlarının büyüsü ne gezer!
Dolayısıyla, tünediğim tezgáh köşesinde, köpüksüz Bavyera biralarını getirip götüren mendebur garsona inat, halis İskoç viskisi istedim. Bir çırpıda da diktim.
Ucuz egzotika yolculuklara çıkmaktan mutlu gürültücü küçük burjuvalara ve dizüstü bilgisayarlarının markasını teşhir etmekten bir o kadar mutlu, küçük kadrolara bakıyorum.
Hazin! Tek kelimeyle hazin ve de bilhassa, sihir yoksunu!
Şimdi ne kulağımda Laurie Anderson’un "parking condiiitions" nakarátını cazi tınılarda tekrarlayan "varış müjdesi" şarkısı var; ne de beynimde, Ahmet Hamdi Tanpınar Usta’nın başyapıtlarından biri olan, "Bir Uçak Yolculuğundan Notlar" denemesi var!
Şuradan cehennem olup sálimen varacağım menzile ulaşayım, yeter.
"Herald Tibune" okuyan "lacivert kadınlar" da kusur kalsın. Ve zaten, artık yoklar.
Yahut da, önümdeki "demokratik" kalabalığın arasında öylesine sıradanlaşmışlar ki, tayyörlerinin o laciverti griye dönüşmüş. İskarpinlerinin erotikası da cinsellikten soyutlanmış.
Evet evet, zamanlardan yine bir "akşam havaalanları" vaktidir ama, şüphe yok, şimdi "zamanlar değişmiş"!