TABİİ burada marka vererek reklámını yapacak değilim ama, geçen gün Canan ve Sedat Ergin sayesinde yerli bağbozumu bir şarap taam etmek bahtiyarlığına eriştim.
Aman efendim aman, ab-ı hayat şurubu diye işte buna derim.
Hayır, "önolog" denilen cinsten bir uzman olduğum iddiasıyla ukalálık etmeyeceğim.
Fakat yine de, tad ve rayihanın haniyse, o burnundan kıl aldırmayan Fransızların "Saint Estephe"si veya "Mouton Rothschild"esiyle aşık atmaya yöneldiğini söyleyebilirim.
Dolayısıyla da, işte nihayet "titreyip kendime dönerek",onca yıl sonra yeniden "yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı" sloganıyla hançere yırtabilirim.
* * *
LÁKİN, Canan ve Sedat’ın ikrámından sonra soluğu şıkıdım bir şarapçı dükkánında alıp o etikete elimi; daha doğrusu serçe parmağımı şöyle bir dokundurdum ki, yandım Allah!
Yandım ne kelime, parmağımın derisi de, eti de, kemiği de ateşin korunda eriyiverdi.
Bir fiyat bir fiyat ki, insaf yahu! Yukarıdaki Frenk iksirlerle bu bab’da da aşık atıyor.
Neyse, ayıp olmasın ve de bilhassa yiğitliğe málum bir şey sürülmesin diye, kredi kartına kuvvet, işte tek bir şişecik edindim ve göz bebeğim gibi saklamaya başladım.
Bayrama mı, yılbaşına mı, çocukların yaşgününe mi kısmet, bunu zaman gösterecek.
* * *
SONRA, tadı damağıma ama parası keseciğime oturdu ya, biraz işin erbábı tanışlar, biraz da internet vasıtasıyla, yerli şaraplara ilişkin küçük bir araştırma yaptım.
Efendim, bizim mamulát şimdi bütün dünyada bayağı bayağı "trendy" ün kazanmış.
Kalite yükseldiği için, Türk şarapları da artık "yükselen değerler" arasına girmiş.
Dolayısıyla da, klas lokantalarda bir şişe onlardan ısmarlamak; yahut, "wine bar" denilen ve sıvının kadeh kadeh içildiği tezgáhlarda aynısından istemek pek "in" sayılıyormuş.
Yani havalı; yani moda; daha açıkçası, yani "züppe" addediliyormuş ki, ne mutlu!
* * *
EVET ne mutlu, çünkü "züppe"ye (!) "övünç objesi" olabilmek de dev bir başarıdır.
Onun varlığını yaratabilmiş; onun patentini üretebilmiş; onun "alámet-i fariká"sını simgeleyebilmiş olmak sonsuz ciddi bir gelişmedir ki, asla yabana atılamaz. Küçümsenemez.
Zira buna ulaşabildiğiniz oranda; yani referansa, kıstasa, modaya dönüşebildiğiniz ölçüde, ekonomik, politik, sosyolojik ve estetik evrenselliklere de yaklaşmış olursunuz.
Ve aynı zamanda, o evrenselliklere kendi değerlerinizlede damga vurmuş olursunuz.
Burada karşılıklı ve tamamlayıcı bir ilişki söz konusudur.
Toprağın nemini, güneşin oranını, kütüğün cinsini iyi hesaplayarak; tarım işçisini usta eğiterek; fıçının ağacını doğru saptayarak ve bilhassa da, etiketin formundan ve o "önolog"un tadımından itibaren bütün bir pazarlama sürecinin handikaplarını aşarak eğer yerli şarabı New York’un en kranta barında "in" kılabildiyseniz, artık siz de biraz New York’sunuzdur.
* * *
VARSIN, aynı şişe burada elimi yaksın. Varsın, damağım mucize kábilinden tatsın.
Şeyler daima "lüks"ten itibaren "avamlaşır". "Az"dan başlayarak "çoğullaşır".
Belki biraz daha harcıálemi olacak ama, yarın ben de ona ulaşacağım.
Zaten, "yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı" şiarını bir tekel olarak empoze eden zihniyet aynı tekeli nihayet kaldırdığı içindir ki, ç-o-ğ-u-l-c-u-l-u-k sayesinde ben daha şimdiden o "yurdun malı"nı yabancıya bile kullandırabilmek zaferini kazandım.
Mantar tıpası bile kokmuş ve sirke adı duyulmamış şarabımı "trendy"yedönüştürüp Londra’daki "top model" mankenin veya Nice’deki ekábir müşterinin önüne koydum.
İsteyene bayramdan sonra olmak üzere şimdiden "şerefe" ve de madem yerli malı yurdun malı, o halde boş láfta değil dolu fıçıda, her Türk onu k-u-L-L-A-N-D-I-R-malı !