TÜRKİYE Cumhuriyeti, yani bizim ulus-devletimiz kurulalı beri seksenbeş yıl geçti.
Peki, bu kadarlık bir süre o Cumhuriyet’in "oturaklaşması" için yeterli midir?
Diğer bir deyişle, hemen her ulus-devletin tarihinde yazılı olan "kara sayfalar" başta,aynı tarihi "resmiyet"in ötesinde sorgulamak ve "normalleşmek" için vakit gelmiş midir?
Kestirmeden, evet!
***
KESTİRMEDEN evet ama, eğer yukarıdaki soru bundan bir asır, hatta yarım asır önce sormuş olsaydı, böylesine net bir cevap veremezdim. Ak-kara tercihi yapamazdım.
Diyelim ki, TC’nin 1865’de kurulduğunu varsaydık ve cevabı 1950’lerde arıyoruz.
Bu takdirde, bir söylemeden önce bin düşünmek zorunda kalırdım. Bocalardım.
Zira, insanlık tarihi açısından bakıldığında seksen beş yıl nedir ki? Devede kulaktır!
Dolayısıyla, o insanlığın bugün dahi tam kanıksayamadığı bir "modern zamanlar" çocuğu olan ulus-devlet ekseninden düşününülürse, söz konusu zaman dilimi çok kısa sayılır.
Eh, o ulus-devletler saksı sarmaşığı değil ki, ara sıra sula ve çabucak boy atsınlar!
Bir öncekini aşabilmeleri ve yenisini ikáme ettirebilmeleri için kuşaklar gerekiyor.
Ve de tabii ki, bu yeni paradigma yerleşiklik kazanana kadar, "kurucu efsaneler" dahil, aynı ulus-devletler kendi "resmi tarih"ini dayatıyor ve ötekilerini reddediyorlar.
Nitekim, hiç unutmayalım ki, ulus-devlet ideolojisinin "anavatanı" addedilen Fransa dahi Devrim’den seksen beş yıl sonra ne "ulus"unu, ne de "devlet"ini oturtabilmişti.
***
ŞİMDİ belki, "insaf, hem seksen beş yılın ulus-devletler açısından kısa bir süre olduğunu söylüyorsun, hem de baştaki soruya ’evet’ diyerek, TC’nin tarihle hesaplaşıp, ’normalleşmesini’ istiyorsun. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" diyeceksiniz.
Hayır, tarif ettiğim reçete sıhhi rejimle çelişmiyor ve salamuralı sebze içermiyor!
Çünkü, o tarih h-ı-z-l-a-n-d-ı!
***
EVET hızlandı ve başka bir deyişle, sayılar aynı kaldı ama, dün, yani yukarıda örnek olarak verdiğim 1865-1950 dönemi arasında "kısa" olan o seksen beş yıl bugün, yani 1923-2009 arasında "uzunlaştı". Koskoca bir zaman dilimine tekabül eder oldu.
Şöyle ki, 1. Harp’e, 2. Savaş’a, háttá "Duvar"ın yıkıldığı 1989 dönemecine kadar kısmen yavaş ve helezoni bir seyir izlemiş olan; her halükarda da, konjonktür itibariyle ulus-devletlerin kendi "resmiyet"lerine müdahele etmeyen modern tarih bambaşka bir viraja girdi.
Tedrici nicelik değişimi ani bir nitelik sıçraması yarattı. İnsanlığa da damga vuruyor.
Dolayısıyla, şimdiki hesapları artık dünkü rakamlarla tutamayız! O defter kapandı.
Yani, tarihin seyri hızlanmış olduğu içindir ki, bizim de o tarihle "hesaplaşmak"; yani "barışmak"; yani "normalleşmek" işleminde elimizi çok çabuk tutmamız elzem hale geldi.
***
KALDI ki, aynı tarih yavaştan yavaşa, muhtemelen bir üst aşama olacak olan "ulus-devlet ötesi" arayışlar içine girdiğinden, zaten ulus-devlete geç dönüşmüş olan Cumhuriyet’in yitik zamanı yakalamak için daha da cevval davranması, kesin zorunluluk oluşturuyor.
Atik olalım ki, eski yanlışı tekrarlamayalım. Gara girecek yeni treni de kaçırmayalım
Somut bir ifadeyle söylersek, "Güz Sancısı" filmiyle "kara sayfası" az biraz aralanan 6-7 Eylül 1955 dehşetine ek olarak bütün bir "resmi tarih"in sancılarını da sorgulamaya başlayalım ki, bu sorgulamayla birlikte ulus-devletimizi artık son sürat "normalleştirelim".
Evet evet, tarihin sonsuz hızlanmış olduğu şu 2009 yılında, 1923’den beri geçmiş olan seksen beş sene, o ulus-devletimizin oturaklaşması açısından son derece yeterli bir süredir!