EN önce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden mini minnacık bir istirhamım var.
Allah rızası için şu Valery Giscard d'Estaing'e bir şato hediye edelim.
Atla deve değil ve emlakçı piyasasında gayet kelepir fiyata bulunabilir, lütfen ‘‘örtülü ödenekten’’ üç beş kuruşu bu işe ayıralım da, sahte aristokrat hazretlerine şöyle şöminesi 14. Louis yaldızlı ve kulesi cihannümalı bir malikane azmanının tapusunu uzatalım.
Kendi seçim bölgesi Auvergne yaylalarında da olabilir; yok eğer paşa gönlü ihtiyar kemiklerini Cote d'Azur güneşlerinde ısıtmayı falan çekiyorsa, o taraflarda da.
Zaten Afrika'nın yamyam kralı Bokassa'dan ‘‘armağan aldığı’’ (!) mücevher vukuatı herkese malum, dolayısıyla eminin, ‘‘yan cebime’’ diyerek bizimkisini de baş tacı edecektir.
Ülkemiz de böylelikle, ‘‘Türkiye Avrupalı değildir ve olamaz’’ demiş olan eski Fransa Cumhurbaşkanına manevi borcunu ödemiş ve haşmetmeabı mükafatlandırmış olur.
* * *
ŞAKA bir yana, dediğimde tabii ki büyük doğruluk payı var...
Gelişmeleri daha yukarıdaki lafı yumurtladığı günün ertesinde öngörmüştüm, kendisinin tam aksini hesaplamasına rağmen Giscard, Türkiye'ye dev ölçüde hizmet etti.
13 Aralık 2002 takvimine Kopenhag'da yazılan ‘‘tarihi karar’’ı biraz ona medyunuz.
Çünkü bir, ‘‘uygarlıklar çatışması’’ yangınına körükle giden böylesine provokatör bir açıklama, ‘‘pro Türk’’ sayılmayan kişileri dahibizim ‘‘Avrupalılığımızı’’ teyide zorladı.
İki ve burada Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeliyiz, eski Fransa Cumhurbaşkanının deklarasyonu, aslında hanidir esas denklemi oluşturan ancak cevabı hep ertelenen, ‘‘Avrupa nedir ve ne olmalıdır’’ sorusunu Yaşlı Kıta'nın gündemine oturttu.
* * *
BEN buradaki iki satırlık bir yazıyla, aslında son derece çetrefillik taşıyan ve felsefi, coğrafi ve beşeri yorumlara imkan tanıyan bu derin tartışmanın ayrıntısına girecek değilim.
Üstelik zaten kanaatim şudur ki, ‘‘Avrupa nedir’’ sorusunun cevabı ne olursa olsun, ülkemiz için de hayatiyet arzetmesine rağmen, yanıt Ankara'nın AB üyeliğini engelleyemez.
Daha açık söyleyeyim, AB başkentleri belki gizlice başlarını duvardan duvara vuruyor olsalar bile Kopenhag'la ‘‘dönülmez yolun ufku aşılmıştır’’ ve artık tornistan imkanı yoktur.
Hem jeo-politik açıdan yoktur, hem moral angajman açısından yoktur.
Fakat yine de, Giscard'la başlayan tartışmanın bazı yönlerine değinmek gerekiyor.
* * *
ASLINDA, gerek eski Cumhurbaşkanı, gerekse onun tezini benimseyenler, AB'nin İsevi kültürü eksen alan ulus-ötesi bir kıta devleti ütopyası üzerine kurulduğunu; Türkiye'nin girmesiyle bunun ‘‘sulanacağını’’ (!); zaten de genişlemeye en çok taraftar üyelerin İngiltere gibi ‘‘yalandan Avrupacılar’’ olduğunu vurgularken, teorik olarak doğruyu söylüyor.
Ama, yalnız teorik olarak. Çünkü artık bunun pratik geçerliliği kalmadı.
Zira, her ikisi de ‘‘Hıristiyan duyarlılık’’ taşıyan ‘‘kurucu babalar’’ın, yani Schumann ve Adenauer'in ellili yıllar başında hedeflediği Avrupa hayali çoktan suya düştü.
Kuşkusuz, AB, klasik anlamdaki iktisadi ve ticari serbest mübadele birliklerini aşıyor.
Ancak, yine kuşkusuz, peşpeşe gelen genişlemelerle birlikte bugünkü Topluluk, ‘‘kurucu babalar’’ın siyasi ve beşeri ütopyasının çok çok gerisinde kalıyor.
Hayatın pratiği ikisinin arasında bir ‘‘orta formül’’ dayattı. Uzun süre bu uygulanacak.
Dolayısıyla, Giscard ve benzerlerinin söylediği ‘‘kitabi doğru’’ artık geride kalmış bir teorik geçmişe otomobilin dikiz aynasından bakmak anlamına geliyor.
Oysa, aynı otomobil hanidir yola güzergah değiştirmiş olarak devam ediyor.
İşte biz bu AB otomobilinde, bu Avrupa güzergahının pratik yolcusu olacağız.
Dikiz aynasında kalmış teorik rota başkaymış, bize ne canım !