Dün dediğim gibi, yukarıdaki "ilke" (!) tabii ki ahlákla, etikle, namusla bağdaşmaz.
Böylesine çıkarcı bir oportünizmin dürüstlükle zerre kadar ilgisi yoktur ve de olamaz.
Tamam ama devletler arası ilişkilerde böylesine "lüks" erdemlere yer bulunmuyor ki !
* * *
EVET bulunmuyor ve daha ilk klan topluluklarından itibaren insanlık tarihine girmiş olan bu "ilke" modern ulus yapılanmalarında da sürüyor. "Realpolitik" diye adlandırılıyor.
Nitekim, bütün bir "Soğuk Savaş" boyunca bunun sayısız örneğini görmedik mi?
Komünist SSCB "ilericilik" diye Afrika’daki kabile örgütlerini kollarken, ona zıt bir demokratik ABD, Afgani çeteler dahil en rezil despotları "direnişçilik" adına kayırmadı mı?
Oraya bile gitmeyelim, Pangalos’undangalosluğundan ötürü Atina’nın Apo’ya safari turu attırması, aynı "düşmanımın düşmanı, dostumdur" siyasetinden kaynaklanmadı mı?
Dolayısıyla, Chavez’li Venezüella’nın veya Kim’li Kuzey Kore’nin de, tıpkı kendileri gibi genel olarak Batı, özel olarak ABD’yle cebelleşen bir İran’la al takke, ver küláh olması ve Tahran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’la gerdeğe girmesi, onlar açısından yadırgatıcı değildir.
Peki de, bizim "Mahmut Ahmedinejadaşıkları"nın sevdası nereden kaynaklanıyor?
* * *
DİYECEKSİNİZ ki, "W" rumuzlu George Bush’a duyulan öfkeli tepkiden!
Tamam da, salt yukarıdaki "realpolitik" devlet diplomasisi açısından baktığımız takdirde bile, bizim pireye kızıp yorgan yakmak gibi bir "lüks"ümüz olabilir mi?
Türkiye, Venezüella gibi tá Karayip yahut Kore gibi tá Sarı Deniz kıyısında mıdır?
Başta Acem ülkesiyle upuzun bir sınır, Ortadoğu’nun göbeğinde bulunmuyor muyuz?
Tahran’ın nükleer silahla donanmasının ise bölge dengelerinin altüst edeceği ve böyle vahim bir gelişmenin de Ankara’yı sonsuz olumsuz yönde etkileyeceği bir vakıa değil midir?
Zaten daha şimdiden, TSK’nın füzesavar sistemler edinmek ihtiyacını hissetmesi ve peyderpey sipariş vermesi, İran’ın orta - uzun menzilli füze üretiminden kaynaklanmıyor mu?
Sırf "homo economicus" türü bir "iktisadi insan" açısından hesapladığımızda dahi, metazori bir silahlanma yarışının "refah süreci"mize darbe vuracağı göz çıkartmıyor mu?
* * *
SONRA, bizim "Ahmedinejad aşıkları"nın o gözü öylesine kör mü ki, zaten büyük bir imparatorluk geleneğinden süzülen İran’ın esas itibariyle Irak-Körfez Lübnan eksenli bir "Şii Halka" stratejisi inşa etmekte olduğunu göremiyorlar?
Nitekim, Arap ülkelerinin aynı Lübnan’daki Hizbullah "çıkış"ına son derece soğuk bakmaları onların "pro Amerikanlık"ından falan değil, en azından yukarıdaki stratejik senaryoyu farkedecek kadar hesap kitap bilmelerinden kaynaklanıyor.
Kraldan fazla kralcı kesilen bizim "taş kafalar" anlayamıyor ama, Mahmud Ahmedinejad’la birlikte Tahran’da yeniden iktidar pekiştiren odak, yarı teokratik yarı seküler "emperyal Şia"yı fiilen hayata geçirmek için şimdi uygun adım ilerliyor.
O halde?
* * *
O haldesi şu ki, işi Yahudi soykırımını inkára vardıran Ahmedinejad’ın fanatizmini hadi geçeyim ama, sırf "düşmanımın düşmanı, dostumdur" türü bir "realpolitik"ten yola çıksak dahi, yukarıdaki türden bir İran hiç kuşkusuz, Türkiye’nin hayati çıkarlarıyla çelişir.
"W" rumuzlu bir Bush’un ABD’siyle bile asla kıyaslanmayacak ölçüde çok çelişir.
Bunu anlamamak ve görmemek için de, açıkçası, ancak "taş kafa" olmak gerekir.