Paylaş
HERHALDE on - on iki yaşlarındaydım ve hafızam yanıltmıyorsa, siyatikten yatan anneannemle kaldığı için annem familya gezintimize refakat edememişti.
Babam bir Beyoğlu Cumartesi'sinde beni ve kardeşimi sinemaya götürdü.
‘Yeni Melek’ veya ‘Emek’in balkonunda, o emsalsiz Anthony Quinn'in ‘Kazimodo’ rolünü oynadığı ‘Notre Dame’nin Kamburunu' gördük.
Şimdi zaman çakıştırması yapmaya çalıştığımda filmin yapım ve bizim seyir tarihlerimiz uyuşmuyor, demek ki ya ikinci vizyona gitmişiz; ya da o yıllar Türkiye'sinde ecnebi kareler İstanbul ekranlarına çok rötarlı yansıyordu...
Quinn'in çizdiği şahsiyetten hem dehşet büyülendim, hem de bayağı korktum.
Gina Lollobridgida'yı omuzladığı sahne bugün gibi hatırımda...
* * *
NEYSE, serin kış akşamında dışarı çıktığımızda, Cadde-i Kebir, ‘Işıklara bürünmüş, pırıldıyor Beyoğlu’ diyen Şecaattin Tanyerli tangosundaki gibiydi.
Hatta galiba da ‘Tanca’nın önünde ‘Cüce Mişon’a rastladık.
Babam, belki kendisini artık oğullarıyla teşhir etmek vakti geldiğini düşündüğünden; belki de son gençlik nostaljiyasının peşinde koştuğundan, bizleri, bekarlık döneminden müdavimi olduğu ‘Orman’ birahanesine götürdü.
O zamanlardan tanıştığı birkaç eski garsonla selamlaşma ve tanışıp da tanımazdan geldiği birkaç eski kadınla bakışma, masa yerine geçen fıçıların üzerine sosis, Rus salatası, patates köftesi gibisinden bir şeyler dizildi.
Tabii bir de, pederimin birkaç defa yenilenen duble votkalı birası...
Kardeşim ve benim ne içtiğimizi hatırlamıyorum.
Hatırladığım, bir, babamın bizleri hayrete düşürmek için bardağa biraz tuz ekerek sıvıyı yeniden köpürttüğü; iki, ısrarla birer yudum tattırdığında biraderimin yüzünü buruşturduğu; ve üç, demin gördüğümüz filmden hareketle önce Anthony Quinn'den, sonra da sinema artislerinden konuştuğumuz...
Daha doğrusu, O'nun konuşup bizlerin dinlediği...
* * *
KENDİSİNİN ‘kült’ aktör ve aktristlerini anlatırken, galiba Emil Jannings, Bette Davis, Clark Gable, Norma Shearer, Vivien Leigh gibi adlar saymıştı.
Bunların bir bölümüne son anda yetişmiştim, bir bölümünü ismen duymuştum, bir bölümünü ise hiç bilmiyordum. Zaten babam bazıları için ‘öldü’ diyordu.
Belki ikinci dublenin etkisiyle fakat belki de hiç ilgisi yok, babam bir ara aniden durdu ve bizlerden ziyade yalnız kendisine hitap ederek ‘aktörlerin ölümüyle ihtiyarlıyorum’ dedi.
Sonra, ismiyle çağırdığı Rum garsona üçüncü birayı ısmarladı ve patates köftemizi yeniletti.
Zaten çok geçmedi, kendimizi ‘ışıklara bürünmüş, pırıldıyor Beyoğlu’ tangosuna bırakarak eve; Laleli'nin hicaz makamındaki sokak lambalarına döndük.
Babamın cümlesini beynimin bir yerlerine nakşetmişim ama derinliğini ancak şimdi, Anthony Quinn'in öbür tarafa gidişinin yarattığı çalkantıyla anladım...
* * *
YİNE şimdi parmak hesabı yaptım, o Beyoğlu Cumartesi'sinde ‘aktörlerin ölümüyle ihtiyarlayan’ babam, benim şu anki yaşımdan bir beş sene daha gençti.
Ve babam, artık oğullarını birahaneye götürdüğü için değil de Clark Gable, Vivien Leigh, Emil Jannings öldüğü için ihtiyarlamakta bin defa haklıydı.
Tıpkı benim de, büyüyen çocuklarım çayhaneye, meyhaneye, kerhaneye gitmeye başladıklarından asla değil; yalnız ve yalnız Anthony Quinn öbür tarafa gittiğinden ihtiyarlamaktaki haklılığım gibi !
Düşünün ki ‘Zorba’nın deli Giritlisi; ‘Viva Zapata’nın çift piştovlusu; ‘La Strada’nın hazin palyaçolusu; ‘Lawrence’ın bedevi Arabistanlısı benim sinemamın ekranından aniden çıkmış ve dönüşü yasak kulise kaçmıştır...
Bilet parasını vermiştim diye hala aynı koltukta oturmak ve hala aynı filmi seyretmek ısrarını ne kadar sürdürebilirim ?
Eminim ve eyvah, birazdan sinemanın bekçisi yanımda belirecek ve ‘uzun ettin’ diyerek beni o dönüşü yasaklı lanet kulise doğru sürüklemeye çalışacak.
* * *
TAMAM biliyorum, beni o kuliste, sayısı sonsuz kadınlar ve sayısı belirsiz çocuklar itibariyle muazzam ortaklıklarımın olduğu dev Meksikalı bekliyor.
Ve yine tamam, muhtemeldir ki, son yıllarında ‘Azrailin mendebur kılıcını her geçen gün başımın üzerinde biraz daha yakından salladığını hissediyorum. Ben de hem eceli geciktirebilmek için resime, heykele, yazıya sarılıyorum; hem de yukarıdakine fısıldıyorum ki, yahu görmüyor musun daha bitirilecek pek çok işim var... Acelen ne, müsade buyur da biraz daha kalayım’ demiş bir Anthony Rudolph Oaxaca ile orada da yolunu bulur ve kah Giritli sakız rakısı, kah Şihuahunalı mısır tekilası parlatarak; esmer, sarışın, kumral, kadınlarımıza kadın ve bir, üç, beş, on, çocuklarımıza çocuk eklemek yarışına girebiliriz.
Fakat ben yine de şu rahat koltuklu sinemada biraz daha kalmak istiyorum.
Evet, Beyoğlu Cumartesi'nde bin defa haklı babam gibi ‘aktörlerin ölümüyle ihtiyarladığımı’ tereddütsüz kabulleniyorum ama, n'apim korkudan titriyorum ve şimdi ölümün ihtiyar aktörü rolünü oynayan emsalsiz Anthony Quinn'in bu son filmini görmeyi reddediyorum...
Paylaş