Kadınların eşleri kendilerine iyi davranmadıklarında, geçimsizlik çıktığında “sırf çocuklarım için bu evliliği sürdürüyorum” demelerine inanmıyorum.
Kadınlar, acaba ayrıldıktan sonra karşılaşacakları hayat koşullarından korktukları için mi çocukları bahane ediyor...
Geçenlerde 23 yıllık evliliğini çocukları için sürdürdüğünü söyleyen bir kadının yazısı vardı köşenizde. Ya da bir başka mektupta eşiyle ailesi arasında kalmış biri yazmıştı size. Bu insanlar önce kendilerini sorgulamalılar.
Biri bir buçuk, diğeri altı aylık çocuklarına rağmen eşinden ayrılmayı göze alan bir kadın olarak, kızlarım bana büyüdüklerinde “iyi ki boşanmışsın anne” dediler.
Sevgisiz bir ortamda yetişen çocuk, sulanmamış çiçek gibidir.
Önemli olan eşlerin birbirlerine kötülememeleridir. Çünkü siz eş olarak anlaşamayabilirsiniz ama çocukların anne ve babalarının güvenine, sevgisine ihtiyaçı vardır.
Çocuklarımızın artılarımızla, eksilerimizle bizleri kendileri tanıyıp değerlendirmelerine fırsat verelim.
Boşanmayıp, çocuklar büyüdüklerinde onlara “Bu adama ya da kadına sizler için katlandım” deyip çocuklara vebal yüklemek ne kadar doğru olur ki.
Merhaba abla ben 30 yaşındayım, eşim 29 yaşında... Eşiyle ailesi arasında kalmış bir erkeğim.
Annemin birçok rahatsızlığı bulunuyor. Kalp, şeker, tansiyonu var ve ayak parmakları kesik.
Nişanlanmadan önce babam ve halamla konuştuk, “Annen senede bir defa size gelir. Hem 2-3 ay kalır hem doktora götürüp ilaçlarını ayarlarsınız hem de hasret giderirsiniz” diye. Çünkü ailemle aramızda bin kilometre mesafe var. Görev yaptığım yer çok uzak.
Eşim de bu düşüncemizi “Oralarda yalnız kalırım gelecek tabii, bana arkadaş olur. Ben bakarım tabii ki” diye onaylamıştı.
Evlendik. Sonra eşimin annesi ve babası geldi, 12 gün kaldı bizde. Üstüne aynı günlerde ablası ve yeğenleri geldi. 3 gün de onlar kaldı. Hepsine anne, baba, abla, arkadaş oldum. Param yoktu ağırlamaya, kredi çektim.
Ablam yurtdışına gidip vize yenileyip gelecekti. “Annem 2 ya da 3 ay sizde kalır, hasret giderirsiniz. İstemiyorsanız annemi de götüreyim” dedi. Eşim “olur mu gelecek tabii” dedi. Geldikleri gün ise surat yapmaya başladı. Babam 3 gün kalıp gitti.
Eşim, annemi her gün görmezlikten geldi. Üstelik söylenip durdu. “Kocası buraya attı gitti” dedi. “Sessiz ol bak duyar. Beni seviyorsan sus” dedim. Ama dinlemedi daha çok bağırdı ki annem duysun diye. Toplamda 40 gün kalabildi annem. “Git söyle anneni istemiyoruz. Ya ben ya annen” dedi.
İyi günler Feyza hanım, 22 Ocak’ta epilepsi hastası bir kişinin, eşine dair kıskançlığıyla ilgili bir yazınız vardı. Beni ilgilendiren bir konu olduğu için size bazı bilgiler vermek istedim. Epilepsi hastalarında psikiyatrik rahatsızlıklar sıklıkla görülmekte.
Bu şüphecilik, anskiyete olabiliyor… Yazı sahibi kadın, eşinin kıskançlığından şikayet ederken, bu konuyu bilmediği açıkça ortada.
Okurlarınız için daha bilgilendirici olması açısından, psikiyatrlardan da görüş alarak köşenizde bu konulardan bahsederseniz, daha faydalı olacağı kanısındayım.
İnsanlar olaylara bazen her şeyden bağımsız bakabiliyorlar ama bu tipte hastalıklarda birbiri içine geçmiş kompleks sorunlar olabiliyor.
Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum.
Size bu alanda uzman bir psikiyatrın görüşlerine yer veren bir yazı gönderiyorum.
Dilerseniz okurlarınızı aydınlatmak için bu görüşlere köşenizde yer verebilirsiniz:
“Epileptik nöbet öncesinde, sırasında, sonrasında ve nöbetler arasında hemen her türlü psikiyatrik fenomene rastlıyoruz.
Yaşları ilerleyip torun torbaya karışsalar bile yiyip içtiğine dikkat eden, pantolonuna uyacak bluzu seçen, saçlarını şarap kızılına yahut platin sarısına boyatmakta beis görmeyen; onları tarayan, şekil veren...
Ellerinin üzeri güneşle ve geçen zamanla beneklenip buruşsa da onları özenle kremleyen; cümle sonlarına muzipçe ‘şekerim’ kelimesini ekleyen; hayvanları, çiçekleri ve çocukları sevmekten vazgeçmeyen...
Umudunu ve şükrünü asla yitirmeyen, yaşa bağlı ağrı ve sızılar yaşasa da bunu belli etmeyen...
Yürüyüşünde bir eda olan, yaşam deneyimlerini üstüne başına, saçına, gözündeki ışıltıya, beslenmesine, gülüşüne ve etrafa saçtığı pozitif elektriğe yansıtan...
Tevekkülü her şeye sarmalayıp sade ve doğal bir olgunlukla hayatın getirdiklerini kabullenen ama bir kedi teslimiyetiyle uysalca ve sevinçle yaşayan kadınları seviyorum ve onlara baktıkça, yorulup nefeslenmek için oturduğum köşeden dimdik ayağa fırlıyorum.
Bana hayatın parlak ve cilalı kısmını gösteriyor böyle kadınlar. Hayatın her şeye rağmen yaşanılır olduğunu, yaşanmaz olacak kadar zorlayıcı kısımları ise sabır ve metanetle bekleyerek atlatmak gerektiğini, ne olursa olsun can çıkmadan umudun ve koşturmanın bitmeyeceğini ve bitmemesi gerektiğini anlatıyorlar sessiz bir alfabeyle...
Vizyonunu hep geniş tutan, aç ve tükenmeyen bir merakla etrafı gözlemleyen, ülkeler aşan, insanlara karşı duyarlı ve algıları hep açık; yürürken önüne değil, yere değil, dimdik karşıya, insanların gözlerinin içine bakan, hayata olan ilgisini hiç yitirmeyen, yaşamanın bir sanat olduğunu içine sindirmiş ve tam da bu yüzden yüzü, sürdüğü parlatıcı sebebiyle değil, yaşama olan tutkusu ve temiz kalbi yüzünden ışıl ışıl parlayan kadınları seviyorum...
Merhaba Güzin Abla, 31 yaşındayım, 7 senelik evliyim. Eşim epilepsi hastası ve 40 yaşında, aslında hiçbir zaman hastalığından rahatsız olmadım.
Evlenmeden biliyordum hastalığını ama beni rahatsız eden hastalığı değil, çok aşırı kıskanç biri oluşu.
Herhangi bir erkekle konuştuğumu görse gözü dönüyor. Ortalığı birbirine katıyor. Kaç kez konuştuk, ikna etmeye çalıştım, her seferinde bir daha yapmayacağım diyor ama hep tekrarlıyor.
Bir kızımız var, onun için katlanıyorum ama en son yaptığı olay bardağı taşırdı. Yılbaşı günü ailecek yemek yedik. Kocam ablamın eşini hiç sevmemiştir, eniştem ne konuşsa cinsellik konuşuyormuş gibi algılıyor. “O adam sapık” diyor. Ona katlanamıyor.
Yılbaşı yemeğinden sonra eve geldik, eşim epilepsi atağı geçirdi.
Sonra başladı yine benimle tartışmaya...
“Senin ablanın eşi sapık” diye. O sırada ablam aradı ve ablama da aynısını söyledi.
Ablam, eniştem ve annem artık eşimle görüşmek istemiyorlar.
Merhaba Güzin Abla, ben 44 yaşında, evli ve 2 çocuk annesiyim. Eşimle 23 yıldır evliyiz. Tanıştığımızda ben 16, o 20 yaşındaydı. Çocuk sayılırdım, 6 yıl çıktıktan sonra evlendik. Birbirimizi çok severek evlendik. Ancak evlendikten sonra birbirimize çok da uyumlu olmadığımızı gördüm.
Evlenmeden önce hiç de öyle gözükmüyordu, eşim sakin, ailesine bağlı, benim fikirlerimi önemseyen birisi gibiydi. O zamanlarda da güvenimi sarsacak birkaç olay yaşamıştım, belki de o zamanlar anlamalıydım birbirimizi ne kadar sevsek de ileri vadede sorunlarımızın büyüyeceğini ama anlayamadım.
Kızım 18, oğlum 11 yaşında. Evliliğimizin ilk yıllarında hem iş hayatım, hem de çocuk büyütme telaşıyla bugünlere kadar geldik.
Ama yaşadığımız olaylar bende birikti, çığ gibi büyüdü. Artık yılların yorgunluğuyla baş edebilecek gücü bulamıyorum kendimde.
Boşanmayı çok düşündüm, ama ben baba sevgisi nedir görmedim, aile nedir görmedim. Bu yüzden çocuklarımın baba sevgisinden mahrum kalmasını istemedim. Evlendikten sonra eşimin aslında çok sinirli, bir anda parlayan, sonucunu düşünmeden ağzına geleni söyleyebilen ve sonrasında da hiçbir şey olmamış gibi devam eden bir kişilik olduğunu gördüm.
Ben evlenmeden önce nasıl birbirimizle vakit geçirip, geziyorsak evlendikten sonra da devam etmesini istedim. Ama o hafta sonları ailesini görmeye gitmeyi tercih etti.
Hafta içi birbirimizi zor görüyorduk, hafta sonu da açıkçası kayınvalidemlere gidip evde oturmak istemiyordum, eşimle gezmek istiyordum. Ama asla onu engellemedim. Yine de her hafta gitmek bana saçma geliyordu. Ancak eşim, “ben kalabalık ailede büyüdüm, sen hiç aile görmemişsin” diyerek bu alışkanlığını sürdürürdü.
Ben evlendiğimizde üniversiteyi bitirmemiştim, son yılı evli olarak okudum. O genç yaşıma rağmen ailesi bize geldiklerinde yemekler yapardım, hatta bizde kalırlardı. Bu kadar sık gelmelerine gerek olmadığını söylediğimde beni normal olmamakla, insan istememekle suçlardı.
Merhaba Abla, 24 yaşındayım. 8 yıldır beni seven bir akrabamız vardı. Ben 8 yıl boyunca akraba olduğumuz için kabul etmedim ama o beni çok seviyordu. 8 yılın sonunda ‘tamam deneyelim’ dedim. Bunun üzerine 3 yıl boyunca arkadaşlık ettik.
Görüştük ve nişanlanmaya karar verdik. Çok büyük olaylar atlattık, ailem de kabul etti ve nişanlandık...
Ancak 3 ay sonra aramızda problemler çıktı. Takıların miktarı, kimin ne takacağı sorun yarattı.
Aslında sadece altın konusu değil, elti konusu ortaya çıktı. Derken eşya konusu problem oldu. Kimin hangi eşyayı alacağı nereden alacağı, kime ne düşüyor gibi sorunlardı bunlar.
Ve daha pek çok ciddi sorunlar çıktı aileler arasında... Bu yüzden nişanlımla sürekli ayrılıp barışıyorduk. Ben ayrılalım dediğim her defasında, o yalvarıp yakarıyordu ve barışıyorduk.
Bir gün yine ayrılalım dediğimde, ben her zamanki ayrılıklarımızdan sandım ama o gerçekten netti ve daha sonra artık beni istemediğini söyledi.
Ben yeniden barışmak için her şeyi yaptım, ama o ‘artık barışamayız, olmaz’ dedi.
Merhaba Güzin Abla, 3,5 yıl önce görüştüm bir kız vardı. İlk gördüğümde vurulmuştum ona.
1,5 yıl neredeyse her günü birlikte geçirdik. Evlilik yoluna girdik. Aileler görüşecek, onu istemeye gidecektik...
Ama onlara gideceğimizin bir gün öncesi bana “Seni istemiyorum” dedi ve çekti gitti. 1 ay geçmeden duydum ki nişanlanmış.
Nişanlandıktan bir süre sonra yine bana geldi, “Nişanlımı bırakacağım” dedi ama bırakmadı...
Hatta bir süre sonra da evlendi... Evlenmesine rağmen yine beni bırakmadı, bana gelmeye devam etti.
Şu an 6 aylık bir çocuğu var, yine de benimle görüşüyor.
Bana “Sen benim için çok değerlisin” diyor.
Ben zaten onu bırakamıyorum...