Paylaş
YSK’nın referandum günü akşamüzeri aniden beliren “Vatandaşı mağdur etmemek için 2010’dan beri kanunda yazanı kaale almadık, mühürsüz pusulaları, zarfları da saymaya birdenbire karar verdik, e çöpe mi gitsin o kadar irade?” şeklindeki hümanist felsefesini dikkate alarak...
Gelecek seçimde oylarımızı:
- Peçeteye yazıp versek kabul edilebilecek mi?
- Twitter’dan YSK’ya DM olarak yollasak sayılabilecek mi?
- Kahve zincirlerindeki gibi kahvenin süt köpüğünün üzerine oyumuzu yazıp seçim kuruluna ikram etsek sayıma girebilecek mi?
- Kartvizitin arkasına not edip çocukla yollasak geçerli oy olabilecek mi?
- Tırnaklı uzun pidenin üzerine çöreotuyla yazıp pideyi sandığa atsak işleme sokulabilecek mi?
- Kâğıttan uçağın üzerine oyumuzu yazıp oy verilen okulun bahçesine doğru uçursak kabul edilecek mi?
- Bir arkadaşa oyumuzu söylesek, o da gidip sandık görevlisine “İki gözüm önüme aksın ki böyle oy verecekmiş” dese olabilecek mi?
Bence hepsi kabul edilsin. Böylece ne sandık görevlilerinin sabahın karanlık saatlerinde gidip oy pusulası ve zarfları saatlerce mühürlemelerine gerek kalır ne de milletin işini gücünü, okuduğu, yaşadığı şehri bırakıp seçmen kütüğüne gidip, sıraya girip oy vermesine.
Sayın YSK, ama zorla mizahçıya malzeme veriyorsunuz, ben ne yapayım?
REFERANDUM SONUCU: HUZUR İÇİNDE BİRLİKTE YAŞAMAK İSTİYORUZ, O KADAR!
BU dönemin ‘Enseyi karartmayın’cısı ben mi olacağım bilmiyorum ama, patolojik derecede iyimser biriyim ve herkese de tavsiye ederim.
Öyle veya böyle, elimizde bir sonuç var.
Bu, bazılarının dediği gibi ülkenin tam ortadan ikiye ayrılması, karpuz gibi bölünmesi filan demek değil bence. Şu demek: Sadece 688 bin daha çok evet diyen vatandaşımız (yani yüzde 1.4) olduğu için, 1923’ten beri sürdürdüğümüz yönetim şeklimiz değişti. Yani bu 688 bin vatandaşımız artı bir kişi ‘evet’ değil de ‘hayır’ şeklinde düşünseydi, parlamenter sistem devam edecekti. Olay bundan ibaret. İki taraf için de haşin genellemelere, zafer veya yas çığlıklarına hiç gerek yok. Sonuçta 688 bin kişi, her hafta benim dizilerimi seyreden kişi sayısının yaklaşık onda biri, öyle düşünün.
Tabii bir dizinin reytinginde sadece 1-1.5 puan fark ettiren seyirci sayısının, yani yüksek reytingli bir dizinin devam edip etmemesini, kaderini hiç etkilemeyecek insan sayısının bir ülkenin kaderini değiştirebilmesi, yani yüzde 50 artı 1 oy ile referandum prensibi de tartışılmalı. Türkiye’de değil, genel olarak dünyada, siyasette. Brexit’te de çok yapıldı aynı tartışma mesela.
Ama bu işin teorisi.
Pratiğine gelelim. Niye enseyi karartmamak lazım konusuna...
Laiklik deyin, Recep Tayyip Erdoğan karizması deyin, particilik deyin, ekonomi deyin, ne derseniz deyin... Evet diyenlerin de hayır diyenlerin de en önemli motivasyonu aslında huzurdu, huzur! Huzur, güven içinde, iyi, normal bir hayat arzusu. Kimi yeni anayasayla bunun daha yüksek ihtimal olacağını düşündü, kimi parlamenter sistemin devamıyla. Hayır diyenler yeni yönetim sistemiyle otoriterliğin, kutuplaşmanın, adaletsizliğin olacağı, huzurun kaçacağı bir ülkeden korktu. Evet diyenler de bu parlamenter sistemde terörün, dış düşmanların güvenliği tehdit edeceğinden, istikrarın bozulacağından, sonuçta yine huzurun kaçacağından...
Aslında iki taraf da bu ülkede huzur içinde birlikte yaşama arzusunu ifade etti, bu kadar.
E zaten millet olmak nedir? Ortak geçmiş, ortak duyguları paylaşmak ve gelecekte birlikte yaşama isteği.
Siyasetçiler geçici, milletler kalıcıdır. Ama geçici de olsalar, siyasetçilerin kutuplaştırmadan, kavga dövüşten, tehdit ve öfkeden uzak durması, bu huzur talebini okuması gerekliliği, kanımca referandumun en önemli mesajıdır.
Paylaş