Paylaş
Dönüş yolunda Aksaray’da verdiği molada gazetecilere açıklama yapıyor. Genelde ılımlı, sakin bir bakış açısıyla cevap veriyor, hatta Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararı sorulduğunda içerideki iki insanın tahliye umudu, beklentisi ve psikolojilerinden de bahsediyor. Sohbet esnasında daha da ilginç bir şey oluyor, Bahçeli Murat Boz’u telefonla arıyor! Konsere kalamadığı için üzüntülerini bildiriyor ve “Hadise Hanım’a hürmetlerimi söyleyiniz” diyor. Yetinmiyor, “MHP iddiaların üstünde oy alırsa ne dersiniz” sorusuna “Sibel Can’ın bir şarkısı var: Kader eşitsizsin” diyor! Ardından hep birlikte telefondan Sibel Can’ın Hançer isimli bu şarkısı dinleniyor!
Ne oluyor? Siyasette, en azından MHP’de Özal’vari bir hafiflik, güleryüz, bir popüler kültür ve sanata yakınlık, sanatçıyla muhabbet mi başlıyor?
Peki bu trend tüm sağ siyasete yayılır mı? Hayır asık surat, bağırış çağırış ve höt zöt’ten o kadar bıktı ki millet... İnanın gündem mündem yazasım bile gelmiyor.
ABD İLE AZ BİLİNEN BİR DİPLOMATİK KRİZ
Washington’da yaşayan bir Türk gazeteci tweet atmış. Tarih vs. gibi hatalar olsa da, ilginç bir tarihi olay anlatıyor.
1930’lu yıllarda ABD ile şimdi yaşadığımızdan çok daha farklı, ilginç, pek bilinmeyen ufak çaplı bir krizin bilgisi ortaya çıkıyor.
O yıllarda ünlü müzik yapımcısı Ahmet Ertegün’ün babası Münir Ertegün bizim ABD büyükelçimiz. 1934-1944 arası bu görevde. 30’lu yıllarda Ahmet Ertegün, kardeşi Nasuhi ile birlikte büyükelçilik rezidansında siyaseten doğrucu ifadeyle Afro-Amerikan, halk diliyle siyahi caz müzisyenleri konuk ediyorlar. Rezidansta blues ve caz çalınıyor, jam session’lar yapılıyor. Fakat bu davetlerde tabii ABD’nin o yıllardaki ırk ayrımcılığı kuralları da çiğneniyor. Zira 1950’ye kadar yürürlükteki kanuna göre, ABD’de kamusal alanda, mesela toplu taşımada, okullarda, orduda, hatta eğlence yerlerinde siyahilerin beyazlarla aynı yerde bulunması yasak! Söylenenlere göre senato bu konuda Türk büyükelçiliğine bir uyarı yapıyor ama Ertegün’ler kulak asmıyor, siyahi Amerikalıları rezidansta misafir etmeye devam ediyorlar.
1930’lara özgürlük ve eşitlik konusunda biz böyle girmişiz, Amerika öyle... Şimdiyi tartışmayacağım, son yıllar her iki ülke için de pek çok farklı yoruma açıktır.
BİR PANZEHİR OLARAK ÇAY?
İngilizlerin beş çayı, Çinlilerin seromonileri, Hintlilerin kokulu sütlü çayları filan hepsi fasarya. Türk insanı kişi başı senede 3.1 kilo çay tüketiyor ve dünya çay içme şampiyonu! İkinci sırada 1.9 kiloyla İngiltere, ardında 1.3 kiloyla Rusya ve 1 kiloyla Mısır var. Çinliler kişi başı 560 gram, Hintliler 320 gramla, bize göre neredeyse çay sevmiyor sayılır!
Bu kadar yüksek miktarda tüketilen maddeye bir bakmak lazım. Aşırı çay içmenin bazı minerallerin emilimini zorlaştırdığı söyleniyor ama şöyle faydaları da var: Mesela kafein miktarı kahveden az. İçindeki flavonoid denilen maddenin de kalp sağlığına iyi geldiği ve kanser riskini azalttığı yazılıp çiziliyor.
Ama hangi çay?
Yeşil çay “İçindeki antioksidan miktarıyla bazı kanser türlerinin oluşum ihtimalini azaltır, damar tıkanıklığını önlemeye yardımcı olur, yağ yakar, beyindeki oksidasyonu azaltarak nörolojik bazı hastalıkların engellemesinde rol oynayabilir” deniyor.
Beyaz çay, ki bir ara fiyatıyla büyük gündem olmuştu, aslında fermente edilmemiş, işlem görmemiş bildiğimiz çay. Bu yüzden de en yüksek antioksidan oranının bu türde olduğu söyleniyor.
Gelelim her gün içtiğimiz siyah çaya. Siyah çay, çay yapraklarının fermente edilmiş hali. Antioksidan özellikleri beyaz çaya göre düşük. Ama “Akciğerleri sigara dumanı zararlarından korumaya yardımcı olur” gibi bir iddia var, ki ilginç. Malumunuz Türklerin sigara karnesi feci. Sigara içenlerin oranına bakarsak dünyada 11. sıradayız. Siyah çayın “Akciğeri duman kaynaklı risklerden korumaya yardımcı olma” özelliğini düşünürsek, Türkler sadece alışkanlıktan değil, vücut istediği için, panzehir niyetine çok çay içiyor olabilirler mi? Bu çok değerli teorimi şuraya iliştirelim, bilim insanları bir baksın.
Paylaş