Paylaş
Artık ben de gurme oldum
Artık ‘‘Mis Gurme’’ olmaya karar verdim ve olacağım. İki aydan beri kaldığım New York'ta beni yalnız bırakmayan ziyaretçilerimin devamlı davetleri sayesinde yemek kültürümü inanılmaz boyutlarda genişlettim. Her gece bir başka restoranda ağırlandım ve yer isimlerini aklımda bir türlü tutamamama rağmen hepsinin adını ezberledim.
Zenginlerimiz Amerika'ya gelmeden önce ceplerine New York'un ünlü restoranlarının listesini koymayı asla ihmal etmezler. Bazı köşe yazarı dostlarım da bu restoranları ballandıra ballandıra anlatırlar. Şimde ben de aynısını yapacak, favorim olan lokantalardan söz edeceğim...
ET İÇİN ‘KOBE’
İyi bir dana eti yemek istiyorsanız, klasik müzik eşliğinde beslenmiş danaları tercih etmeniz gerekir ve bu danaları New York'ta sadece ‘‘Kobe’’ adındaki Japon restoranında bulabilirsiniz. Etler Japonya'dan günlük olarak yollanıyor. Son derece lezzetliler ve lezzetleri danaların yetiştirilme biçiminden geliyor. Hayvanlar ahırların kımıldamalarına izin vermeyecek şekilde inşa edilmiş özel bölmelerine yerleştiriliyor ve hoparlörlerden bir anda klasik müzik melodileri yükseliyor. İki sene boyunca bu müziği dinleyip bira mayasında bekletilmiş yulaf ve arpa yerken bir yandan da özel masajcılar danaların sırtına masaj yapıyor. Henüz doğrulatmamış olmakla beraber az pişmiş sert et meraklılarına Wagner, yumuşak bonfile düşkünlerine de Strauss dinlemiş danaların servis edildiğini sanıyorum. Klasik müzik farkı kendisini porsiyon fiyatlarında da zaten hemen belli ediyor:
Normal biftek 125, süperi 150 dolardan servis ediliyor.
BİZİM MUTFAK
Kobe'den sonra, sizlere ‘‘Cirque’’yi, ancak altı ay sonrasına yer ayırtabileceğiniz Bouley'i ve New York'un en önemli İtalyan mutfaklarından olan Il Mulino'yu tavsiye edeceğim.
Ve bana gelince... Ziyaretime gelen dostlarımın isimlerini tek tek yazıp teşekküre kalksam gazetenin sayfalarının yetmeyeceğini biliyorum. Ama onlara bir hayli pahalıya malolan New York restoranları bir yana, ben İstanbul'u ve bizim mutfağı çok özledim. Paper Moon, Çengelköy İskele, Park Şamdan, Kıyı, Hisar İskele ve ötekiler gözümde tütüyor. Ama en çok özlediğim, Farziye'nin benim evdeki yemekleri...
Sağ salim döndüm
İstanbul'a sağ salim döndüm. New York'tan dün sabaha kadar tam on saat boyunca Mecbure Canan ve Mehmet Barlas çiftiyle beraber uçtum ama korktuğum başıma gelmedi ve hayati bir tehlike atlatmadan İstanbul'a indim.
Gerçi bir ara dumandan boğulma tehlikesi geçirdim. Mecbure Canan Hanım uçakta hiç yapılmayacak bir iş yaptı ve sigarillo içmeye kalktı. Ama yolculardan birinin ‘‘Yangın vaaar!’’ diye avaz avaz bağırması üzerine hemen söndürdü.
Mehmet Barlas ise on saatlik uçuş boyunca aşırı sağcı bir Türk gazetesini künyesine ve ilanlarına kadar hatmetti. Okuduğu gazeteyi görünce meraklanan bir
yolcuya da ‘‘Bu gazete Amerika'da da basılmaya başladı, onun için okuyorum’’ diye açıklama yapmak zorunda hissetti kendisini...
Asıl şanssızlığı İstanbul'a inişte yaşadım. Şanssızlık mı yoksa kara mizah mı bilmiyorum, ama valizlerimden biri kayboldu. Daha da önemlisi galiba Barlas Ailesi'nin valizleriyle karıştı.
Yol arkadaşım Meyzi Baran'ın söylediğine göre ikisi de koyu yeşil olan valizler birbirine girdi, gelişimi görüntüleyen kameraman ve fotoğrafçı bolluğundan şaşırıp siniri bozulan bir çift yolcu da yanlışlıkla bavulumu aldı götürdü...
Şimdi hasretle koyu yeşil valizimi bekliyorum.
Paylaş