18 Haziran 2007
"SON günlerde sosyal hayatın en hareketli olduğu yerler neresi?" diye soracak olursanız hemen cevabını vereyim: Elçiliklerin rezidansları. Yani Ankara’da görev yapan yabancı büyükelçilerin, saray yavrusunu andıran görkemli evleri. Neredeyse her gün bir rezidansta, defile, çay partisi, müzik dinletisi gibi aktivitelerin yapıldığı davetler düzenleniyor. Büyükelçiler diplomasinin yoğun temposu içinde koşuştururken, eşleri de boş durmuyor. Sefireler, Ankara’daki kadın dernekleriyle ortaklaşa düzenledikleri bu etkinliklerle sosyal hayata farklı bir renk katıyorlar.
KADIN DERNEKLERİ
Rezidanslarda yapılan bu etkinliklerin büyük çoğunluğunu, sayıları son zamanlarda giderek artan kadın dernekleri organize ediyor. Bunların arasında başta Dışişleri Mensupları Eşleri Dayanışma Derneği olmak üzere Ankara Women’s Club, Uluslararası Kadınlar Derneği, Kadın ve Gençlik Platformu Derneği, Kadınlar Birliği ve Dayanışma Derneği, Ankara Asya Pasifik Yakın Asya Kafkasya Dostluk ve Kültür Grubu gibi kuruluşlar yer alıyor. Üyelerinin çoğunluğunu ev kadınlarının oluşturduğu bu derneklerin yöneticileri, yabancı sefirelerle sıkı dostluklar kuruyorlar. Bu dostluğun devamında sefireler rezidanslarını onların faaliyetlerine açıyorlar. Böylece bu kadın örgütleri, çağdaş ve laik Türk kadınını ülkemizdeki yabancılara tanıtma fırsatı bulurken, düzenlenen faaliyetten elde edilen gelirle de başta eğitim olmak üzere, üzerinde çalıştıkları birçok proje için kaynak sağlama şansı yakalıyorlar. Dernekler böyle bir çıkarım sağlarken, yapılan organizasyonun ev sahipliğini üstlenen sefire de hem yararlı bir sosyal faaliyette bulunmanın mutluluğunu yaşıyor hem de ülkesini seçkin bir topluluğa tanıtıyor.
Yemek için yaşayanlar
ZAMAN zaman bizim sayfalarımızda da çeşitli etkinliklerini haber yaptığımız Chaine Des Rotisseurs (Şen dö rotissör diye okunuyor) adlı bir dernek var. Damak zevkine çok aşırı düşkün olanların, uzman gurmelerin oluşturduğu Fransız kökenli bir dernek. Moliere’in ünlü "Yemek için mi yaşamalı, yoksa yaşamak için mi yemeli?" sorusunun cevabını, "yemek için yaşamalı" olarak verenlerden oluşan bu derneğin üyeleri, her ay Ankara’da seçkin bir restoranda toplanıyorlar ve hazırlanan özel mönüyü, enteresan kurallara bağlı kalarak tadıyorlar.
Bu dernekle ilgili yaptığım kısa araştırmada ilginç bilgilere ulaştım. Dernek 1248 yılında Fransa Kralı Louis tarafından, yemek ve serviste en üst seviyede kaliteye ulaşmak amacıyla kurulmuş. Fransız Devrimi’nin ardından kapatılmış. 1950 yılında cumhuriyetin ilkelerine uygun olarak tekrar kurulan Chaine Des Rotisseurs, Fransız mutfağının gastronomik üstünlüğünü kabul ettirmek amacıyla Fransa devleti tarafından da desteklenmiş ve dünyanın dört bir tarafında şubeleri açılmış. Mükemmel servis ve lezzetin temsili sayılan, dünyanın en eski ve köklü gurme kuruluşu olan bu derneğe üye olmak, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de bir prestij ve sosyal statü sembolü olarak görülüyor. Derneğin Ankara Bölge Başkanlığı’nı Hilton Oteli’nin diskosu Murphy’s’in işletmecisi Metin Mörfi Menahem yapıyor. Menahem, yaptığı bir yorumda, Türk mutfağının, zengin olmasına rağmen pratik olmadığını, daha pratik olan İtalyan, Çin ve Japon mutfağının çok gerisinde kaldığını söylemiş. Ayrıca içinde bol miktarda hayvansal yağ olan yemeklerimizin de çok sağlıklı olmadığından yakınmış. Fransız kökenli Chaine Des Rotisseurs’ün Ankara Bölge Başkanı’nın ve üyelerinin, her ay bir restoranda toplanıp ziyafet çekmek yerine, Türk mutfak kültürünü geliştirmek ve Türk mutfağını dünyanın sayılı mutfakları arasına sokabilmek için herhangi bir çalışmaları olup olmadığını merak ediyorum.
Torununa okul
Yıl 1993. Amerika’da yaşayan oğlunu ve torunlarını özleyen dede açar telefonu ve "Burnumda tütüyorsunuz. Gelin artık Türkiye’ye" der. Oğlunun, "Baba tamam gelelim de, Türkiye’de çocuklarımızı okutabileceğimiz, Amerika’daki eğitim sistemine uygun bir okul yok ki" şeklindeki sözlerine cevabı ise, "Siz gelin, ben torunlarıma uygun bir okul açacağım" olur. Dede sözünü tutar ve beş altı ay içinde Türkiye’nin en prestijli ilköğretim okullarından birini hizmete sokar; Bilkent University Preparatory School (Bups). Bilkent adından da anlayacağınız üzere hikayede adı geçen dede İhsan Doğramacı, oğlu Ali Doğramacı ve torun da dedesinin adını taşıyan küçük İhsan Doğramacı’dır.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2007
BODRUM, Çeşme, Marmaris gibi tatil yerlerinden ekrana yansıyacak görüntülere bakıp da iç geçirmenize hiç gerek yok. Çünkü bu yıl Ankara’nın gözde mekanları yaza öylesine hazırlanmışlar ki, buralardaki eğlence deniz kenarındakileri hiç aratmayacak gibi.
Sıcakların bastırmasıyla birlikte Ankara gecelerinin lokomotif mekanlarında eğlence, havuz kenarlarına ve özenle süslenmiş şık bahçelere yöneldi. Eski mekanlar yeniledikleri konseptleri ve dekorasyonlarıyla sezon hazırlıklarını tamamlarken, onlara yenileri de eklendi.
BORA BORA’DAN
Bu yazın en iddialı mekanlarından birisini Çayyolu’ndaki TEB (Türkiye Eczacılar Birliği) Otel’in yanında, İvy ve Mischa’nın sahibi Serhat Çelik’le May Day’in sahibi Altay Ağva açtı. İvy Summer adındaki mekanda kendinizi tropik bir köyde hissediyorsunuz. Dekorasyon, Pasifik Okyanusu’ndaki Bora Bora Adaları’ndan esinlenerek yapılmış.
Havuzun etrafındaki geniş dinlenme ve güneşlenme alanında bad table (yatak masa) denilen ve ayaklarınızı uzatarak oturabileceğiniz ilginç masalar ve minderler var. Kafe ve restoranın yanı sıra, kendinizi tropikal bir atmosferde hissetmenizi sağlayan büyükçe bir bar, dekorasyonu tamamlıyor. Özellikle hafta sonları yapılan sürpriz partiler ortama renk katıyor. Gece geç saatlerde müziğin sesi kısılıyor ve etrafa tam anlamıyla huzur hakim oluyor. Ama eğer çılgınca eğlenmek, azmak istiyorsanız o zaman kapalı mekana, May Day’e geçiyorsunuz.
İvy Summer’da yaz boyunca Sertab Erener, Hande Yener, Işın Karaca ve Yalın’ın da aralarında bulunduğu sanatçılar sahne alacak.
BİLKENT’TEKİ BODRUM
Bilkent’in içindeki yüksek blokların arasında geçtiğimiz yıl açılan Margherita, bu yaz yine genç ve dinamik işletmecileriyle bir hayli gözde olacağa benziyor. Margherita’da kendinizi Bodrum’daki bir beach clupta hissetmemeniz için tek eksik deniz. Onun yerine de oldukça büyük bir havuz var. Havuzun etrafı, Bodrum’dan dondurulmuş şekilde getirilen palmiyelerle süslenmiş. Ankara’nın bozkırında size farklı bir atmosfer yaratıyor. Yine Bodrum’daki mekanlarda sıkça gördüğümüz, üzeri tüllerle kaplı localar Margherita’nın dekorasyonunu tamamlıyor. Her hafta sonu havuzun içinde yapılan perküsyon ve saksafon performansları da eğlencenin temposunu artırıyor.
ÇILGIN PARTİLER
Gençlerbirliği Tesisleri içindeki Avenue, bu yaz da gündüzleri havuz, geceleri de club olarak Başkent gecelerine renk katacak. Korhan ve Bahar Gür kardeşlerin işletmesindeki mekanda yine her hafta sonu düzenlenecek çılgın partiler var. Ünlü dj’lerin performansları ve sürpriz sanatçılarla yaz boyunca ilgi görecek.
AKP GÖLGESİNDE LAİLA
Gelelim Laila’ya. Önüne yapılan dev AKP binasının ardından herkes "Bu mekanın sonu ne olacak?" diye merak ediyordu. Ancak Laila hala açık ve bu hafta sonu da Laila Summer’ı, yani yazlık bahçesini hizmete sokmaya hazırlanıyor. "Satılıyor, kebapçı oluyor, düğün salonu oluyor" şeklindeki dedikodulara rağmen, Aysan Çelik burayı ayakta tutmaya devam ediyor. İskenderun’dan getirilmiş palmiyelerle süslü bahçesi, bu yaz da yine Ankaralılar’ın gece eğlencelerinde ilgi göstereceği mekanlar arasında olacak.
PEKİ YA SALATA
Birkaç satır da Ankara’nın en köklü mekanlarından Mesa Salata için yazmak istiyorum. Hafta sonu Mesa Salata’ya gittim. Yıllardır hizmet veren bu eğlence yerinin güvenliğini sağlayan elemanların tamamı değişmiş. Dört beş kişiden oluşan üniformalı bir grup, Mesa Salata’nın kapısında etten bir duvar örmüşler. Omzumdaki fotoğraf makineme ve gazeteci olduğumu söylememe rağmen, kollarını göğüs hizasında bağlayıp önüme dikildiler ve beni içeriye almadılar. Yıllardır bu mekana gidip gelen bir gazeteciyi bile tanımayan bu sözüm ona güvenlik elemanları, müşteriyi hangi kriterlere göre ayırt edip içeriye alıyorlar? Mesa Salata’ya girecek müşteriye, işletmecilerinin yerine, bu işten hiç anlamayan kapı görevlilerinin karar vermesi ne kadar doğru?
Çekilmiş aracın davası
SABAH arabanızla işyerinize gelmişsiniz. Park yeri bulamadığınız için birkaç sokak öteye, nizami bir park yerine çekmişsiniz. Akşam park ettiğiniz yere döndüğünüzde aracınızın yerinde yeller esiyor. Önce bir an tereddüt edip "Acaba park ettiğim yeri yanlış mı hatırlıyorum?" diye çevredeki sokakları deli danalar gibi dolanıyorsunuz. Ama nafile. Araba yok. Kötü ihtimali düşünmeden önce, her ne kadar park yasağı olmayan bir yerde bile olsa, trafik polisleri tarafından çekilmiş olabileceğini düşünüyorsunuz. Polisi arıyorsunuz. Hayır, aracınızı kaldıran onlar da değil. Tam, "Çalındı herhalde" derken Çankaya Belediyesi’nin aracınızı çektiğini öğreniyorsunuz. Sokağa asfalt dökmüşler. Görebileceğiniz, duyabileceğiniz bir uyarı yapmadan da aracınızı Çankaya’dan Cebeci’deki bir otoparka çekmişler. Hiçbir suçunuz yokken, arabanıza tekrar kavuşmak için, çekici ve park parası tam 65 YTL ödüyorsunuz. Aynen benim başıma geldiği gibi.
Ertesi gün Çankaya Belediyesi’nin asfalt işleriyle ilgilenen birimindeki bir yetkiliye derdimi anlatıyorum. "Haklısınız, asfaltlama yapılacağı duyurusunu bez afiş asarak da yapmamız gerekirdi" diyerek özür diliyor. Ama bu özür, benim 65 YTL’yi ve kaybettiğim zamanımı geri getirmiyor.
Yazının Devamını Oku 4 Haziran 2007
DEMOKRAT Parti Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın ailesi şu sıralar politikanın uzağında farklı bir heyecan yaşıyor. Ağar’ın gıda işiyle uğraşan kardeşi Süleyman Ağar, Çayyolu’nda bir kebapçı açıyor. Adana’nın ünlü kebap restoranları zinciri Onbaşılar’la anlaşan ve bu lezzeti Ankara’ya taşıyacak olan Süleyman Ağar, ünlü restoranların yer aldığı Alımcı Villaları’nda bir dükkan kiraladı. Kebapçılığa oldukça iddialı hazırlanan Süleyman Ağar, restoranın tüm ekibini Adana’dan getirmiş.
Mekanın dekorasyonuyla da birebir ilgilenen Kardeş Ağar’ın kebapçısı yaklaşık bir ay sonra hizmete girecek.
Onbaşılar Kebap’ın açılış kokteylinin de oldukça görkemli olması bekleniyor. Genel seçimlerin hemen öncesinde yapılacak bu açılış, şüphesiz başta Demokrat Partililer olmak üzere, çok sayıda politikacıyı da bir araya getirecek. Bu arada merak edenler için hemen söyleyelim, Süleyman Ağar’ın kebapçısı alkolsüz olacakmış.
ÇAYYOLU’NUN ARJANTİN’İ
Ağarlar’ın Onbaşılar Kebap’ı açacağı Alımcı Villaları’nın olduğu yerde önümüzdeki birkaç ay içinde çok sayıda restoran hizmete girecek. Çayyolu’nun Arjantin Caddesi olarak anılmaya başlanan bu bölgede ilk açılan mekan ünlü balıkçı Lagos olmuştu. Onu, Tunalı Hilmi’nin klasiği olan Kıtır Piliç ve Özsüt takip etti. Gece hayatının ünlü mekanı Wok’un sahibi Yüksel Karaca da burada bir yer aldı. Wok’un bir şubesi de çok yakın bir zamanda Çayyolu’nda açılacak. Dekorasyonlarını bitirip açılmak için gün sayan mekanlar ise ünlü İtalyan restoranı Mezzaluna ve Kukla Kebap. Futbolcu Hasan Şaş da geçtiğimiz yıl bu caddede büyük bir villa almıştı. Adanalı olan Şaş’ın burayı kebapçı yapmayı planladığı yolunda dedikodular çıkmıştı. Ancak Hasan Şaş bundan vazgeçmiş. Mekanını kiraya vermeyi düşünüyor. Talip olanlar arasında ünlü Japon restoranı Sushiko varmış. Sushiko’nun da gelmesiyle bu bölge Çayyolu’nun Arjantin’i ünvanını kelimenin tam anlamıyla hak etmiş olacak.
Kıvrak zeka, yanlış görüntü
ATO Başkanı Sinan Aygün’ün Demokrat Parti’den politikaya atılması pek çok kişiyi şaşırttı. Aygün’ün bu kararı almasının hemen ardından, gazetelerde onunla ilgili çıkan ilk haberler, makam odasında bir sauna olmasıydı. Bu haberler Sinan Aygün’ün, kamuoyu gözünde, zevke sefaya düşkün biriymiş gibi algılanmasına neden oldu. Ancak Aygün, aleyhine olan bu olumsuz durumu, kıvrak zekasıyla hemen lehine çevirmeyi bildi. Hürriyet muhabiri Ümit Çetin’e makam odasını gezdiren Aygün, "Bizim zevkle, keyifle işimiz yok. Hizmet etmeye geldik" dedi ve saunayı kütüphaneye çevireceğini söyledi. Başkan Aygün sırf kütüphane görüntüsü verebilmek için saunaya birkaç kitap serpiştirmişti. Hatta fotoğraftan görebildiğim kadarıyla bunların bazıları broşürdü. Sinan Aygün’ün burayı gerçekten kütüphane yapmayı istemesindeki samimiyetinden şüphem yok. Ancak fotoğraf çekilmeden önce bu saunayı biraz daha kütüphaneye benzeyen bir şekle sokabilseydi daha inandırıcı olurdu.
Gelin hamamı
ŞU sıralar tam düğün mevsimi. Biz de elimizden geldiği kadar bu sayfada, ünlü işadamlarının, politikacıların, sosyetenin ünlü isimlerinin düğünlerini sizlere duyuruyoruz. Beş yıldızlı lüks otellerde yapılan ihtişamlı geceleri, kınaları, düğün sonrası eğlenceleri bol fotoğraflarla, en ince ayrıntısına kadar okuyuculara yansıtmaya çalışıyoruz.
Ancak tabii ki her ayrıntıyı veremiyoruz. Veremediklerimizden birisi de son dönemlerde sosyetik düğünlerde oldukça revaçta olan gelin hamamı. Düğünden birkaç gün önce beş yıldızlı bir otelin hamamı kapatılıyor. Tamamı bayanlardan oluşan fasıl grubu ayarlanıyor. Otelin mutfağından veya özel olarak anlaşılan bir hazır yemek firmasından zeytinyağlı dolmalar, köfteler, mezeler getiriliyor. Peştemallerini giyen gelin, yakın arkadaşları ve akrabaları hamamın sıcak atmosferinde başlıyorlar eğlenmeye. Hamamdaki bu eğlence, dansözün göbek taşında yaptığı dansa davetlilerin de eşlik etmesiyle son buluyor.
Böylece kına gecelerinden sonra bir düğün geleneğimiz daha, sosyetik de olsa, yeniden hayat buluyor.
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2007
ANKARA bugüne kadar hiç bu kadar çok ünlü sanatçıyı arka arkaya dinleme fırsatı bulamadı. Popçusundan, rockçısına, türkücüsüne, Türkiye’nin en ünlü sesleri son bir hafta içinde Ankara’da sahneye çıktı. Üniversitelerin bahar şenlikleri bugüne kadar görülmemiş bir yıldız yağmuru altında gerçekleşti. 10 binlerce kişi üniversitelerin kampuslarını doldurunca, Ankara gecelerinin de, deyim yerindeyse kimyası bozuldu.
Ankara’nın bir üniversite şehri olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama bu üniversitelerin hepsi birden, aynı hafta içinde üçer dörder ünlü sanatçının konser verdiği bahar şenlikleri organize edince, Ankara’yı bir eğlence şehrine dönüştürdüler. İbo’dan Ferhat Göçer’e, Sertab’dan Hande Yener’e kadar onlarca sanatçıyı 10 binlerce kişi dinledi. Şenlikler, üniversitelerin öğrenci konseyleri tarafından organize edildi. Hangi ünlüyü kim sahneye çıkartacak rekabeti, tam anlamıyla üniversiteler arası bir yıldız savaşına dönüştü. Şenliklerde sahneye çıkan en enteresan isim İbrahim Tatlıses’ti. Ünlü türkücüyü, "İbo’nun üniversite şenliğinde ne işi var" eleştirileri altında Çankaya Üniversitesi sahneye çıkardı. Ancak Tatlıses’in sahneye davet ettiği konuğu daha ilginçti; adının başındaki Ankaralı sıfatından ben dahil birçok Ankaralının rahatsız olduğu Namık. Ortaya da bir bilim yuvasında her zaman rastlayamayacağımız bir manzara çıktı. Şenlik konserleri tüm üniversite öğrencilerine açık olmasına rağmen İbrahim Tatlıses konserine sadece Çankaya Üniversiteliler alındı. Bu da başta Bilkent olmak üzere, diğer üniversitelerin tepkisine yol açtı.
ÖĞrencİlerİn çabaSI
Hacettepe Üniversitesi ise bombayı Ferhat Göçer’le patlattı. Beytepe Kampusu’nda yeni yapılan 10 bin kişilik amfitiyatrosunda gerçekleşen müthiş konser, yoğunluk, eğlence, coşku açısından diğerlerini gölgede bırakacak cinstendi. Göçer’in şarkılarına eşlik eden binlerce öğrencinin sesi, Beytepe’yi inletti.
Hacettepe şenliğini diğerlerinden farklı kılan bir başka özellik daha vardı. Şenlikleri organize eden öğrenci konseyleri, Çankaya, Bilkent, Başkent gibi özel üniversitelerde rektörlükten maddi yardım alırken, Hacettepe’de bütün organizasyonu öğrenciler kendi çabalarıyla gerçekleştirdiler. Şenlik alanındaki stantlar kiralandı. Bunlardan elde edilen gelirle de sanatçıların parası ödendi. Üniversitenin cebinden de bir kuruş çıkmamış oldu.
Dİjİtal önlem
Ankara Üniversitesi de şenliklere oldukça iddialı hazırlandı. Ancak, geçtiğimiz hafta Cebeci Kampus’u içinde meydana gelen öğrenci olayları, üniversite yönetimini bir hayli tedirgin etti. Taşlı, sopalı, molotof kokteylli olaylarda yaralananlar ve gözaltına alınanlar olmuştu. Aslında bu olaylara öğrenci olayı demek de pek doğru değil. Olaylara neden olanların, üniversite dışından provokasyon yapan yasa dışı gruplar olduğu ortaya çıktı. Provokatörler bazı öğrencilerin kimliklerini zorla toplamış, aynı kartla birçok kişiyi kampus alanına sokup olayları kışkırtmışlardı. Üniversite yönetimi, Beşevler Kampusu’ndaki şenlikler öncesi yaşanan bu üzücü olaylara çareyi, teknolojinin nimetlerinden yararlanarak buldu. Üniversite güvenliğini sağlayan şirket, her giriş kapısına dijital güvenlik cihazları koydu. Öğrenciler okul kimliklerini bu cihazlara tanıttılar. Okula ne zaman girip ne zaman çıktıkları gibi bütün bilgiler işlendi. Böylece de aynı kartla birden çok kişinin giriş yapması önlenmiş oldu.
Beykoz’da nasıl kazıklandım
YAZIN gelmesiyle birlikte Ankara’nın en yakın sayfiye yeri Gölbaşı da hareketlenmeye başladı. Geçtiğimiz hafta sonu biraz temiz hava, biraz göl manzarası, biraz da güzel yemek için ben de soluğu burada aldım. Aldığıma da bin pişman oldum. Gölbaşı’nın en bilindik mekanlarından Beykoz Restoran’a keyifli bir akşamüstü geçirmek için gittim. Ancak keyfi bırakın, tam bir sinir bozukluğu içinde, üstelik kazıklanarak oradan ayrıldım. Servisin çok geç gelmesini, garsonun vurdumduymaz ve ukala oluşunu bir kenara bırakıyorum. Ama beni asıl çileden çıkaran olay, hesabı istediğimde, siparişini vermediğim ya da masama hiç gelmemiş yemeklerin de hesap pusulasında yazıyor olmasıydı. Önce yanlışlık olduğunu düşünüp garsonu uyardım. Garson kasaya gidip kontrol ettikten sonra hesabın doğru olduğunu söyledi. Diğer insanların gözünde hesabı ödemeyen müşteri pozisyonuna düşmemek için, önce adisyonda yazan rakamı ödedim. Sonra da şef ya da müdür pozisyonunda birisiyle görüşmek istediğimi söyledim. "Şu an kimse sizinle görüşemez. İsterseniz telefonunuzu bırakın, sonra sizi arayalım" gibi saçma sapan bir cevapla karşılaştım. Karşımda garsondan başka hiçbir muhatap da bulamıyordum. Ya kavga edip benden zorla alınan parayı kurtarmaya çalışacaktım ya da mekanı terk edecektim. Neyse ki ikincisini yapabilecek kadar sakin bir günümdeydim. Ortadaki sorun tamamen işletmenin zihniyeti ve müşteriye bakış açısıyla ilgiliydi.
Yazının Devamını Oku 7 Mayıs 2007
Ankara, geçen hafta dünyaca ünlü bir yıldızı ağırladı. Şimdi orta yaşın üzerindeki erkeklerin, bir zamanlar odalarının duvarlarına posterini astıkları İtalyan aktris Ornella Muti Başkent’teydi. Dünya sinemasının en güzel kadınlarından olan Muti, AnkaMall’deki "Sinemada kadın modası" sergisi için geldi.
Muti, Ankara’da üç gün kaldı. Bu süre içinde de bol bol gezdi. 52 yaşında, üç çocuk ve bir torun sahibi olmasına rağmen, yine de güzelliğiyle herkesi etkiledi. Ancak onu tanıyanların, sohbet etme şansı bulanların etkilendiği bir başka özelliği de mütevazılığı idi.
Ornella Muti, kaldığı üç gün içinde iki kez Ankara Kalesi’ne gitti. Hem Kale’yi gezdi, hem de tarihi Pirinç Han’dan alışveriş yaptı. Ancak ne yazık ki basına haber verilmedi. Muti’nin Kale ve civarındaki gezisinden ne bir fotoğraf çekildi ne de doğru düzgün bir haber yapıldı. Böyle olunca da Ankara Kalesi, uluslararası bir sinema yıldızıyla dünya basınına haber olmayı ve büyük bir tanıtımı kaçırmış oldu. Sting ve Dustin Hoffman’ın Dalyan’daki çamur banyosu fotoğraflarının hala hafızamızda olması bunun en güzel örneklerinden biri.
Doğrusunu söylemek gerekirse böyle dünya yıldızları Ankara’ya çok sık gelmiyor. Gelse bile üç gün kalıp şehri bol bol gezme fırsatını pek bulamıyor. Ancak o fırsat doğduğunda da bazı işgüzarlar bunu basından saklıyor. Durum böyle olunca da Ankara’nın tanıtımı için çok önemli bir fırsat kaçmış oluyor.
Zeki Başkan’ın sanat kaçamağı
ERKEN seçim kararıyla birlikte politika kazanının fokur fokur kaynadığı bugünlerde, bütün gözler parti liderlerine çevrilmiş durumda. Yoğun günler yaşayan liderler, hem ruhlarını hem de bedenlerini dinlendirmek için farklı yollara başvuruyorlar. DSP’nin Genel Başkanı Zeki Sezer de sık sık soluğu Ankara Kalesi’ndeki Pirinç Han’da alıyor.
Zeki Sezer’i haftanın birkaç günü Pirinç Han’a götüren iki neden var. Birisi resim sanatına olan tutkusu, diğeri de Ressam Baba olarak bilinen eski dostu Kemal Çelik. Yaklaşık 20 yıldır Ankara Kalesi’ndeki atölyesinde çalışan Kemal Çelik, daha çok tarihi Ankara evlerini resmediyor.
Sezer fırsat buldukça soluğu kaledeki bu mekanda alıyor. Tarihi hanın ikinci katındaki Kemal Çelik’in resim atölyesine çıkıyor ve başlıyorlar sohbete. Kimi zaman resimden, kimi zaman politikadan, kimi zaman arkadaşlıktan dostluktan konuşuyorlar. Sezer, Karadenizli olan Ressam Baba’nın keyifli sohbetini dinlerken bir taraftan demleniyor, bir taraftan da politikanın üzerine bindirdiği yoğun stresi atıyor.
Latin rüzgarı
BÜYÜKŞEHİR Belediyesi’nin yaptığı kavşak düzenlemesinden sonra, ruhunu, kişiliğini, görsel güzelliğini büyük ölçüde yitiren Kavaklıdere, bu ay sonunda yapılacak güzel bir etkinlikle, kaybettiklerini kazanmaya çalışacak. Arjantin Caddesi, Karum, Kuğulu Park ve Şili Meydanı’na kadar olan bölgede 25-27 Mayıs’ta yapılacak cıvıl cıvıl bir sokak festivalinin hazırlıkları var. Arjantin, Brezilya, Şili, Küba, Meksika, Portekiz, İspanya ve Venezuella’nın da aralarında bulunduğu ülkelerin katkılarıyla düzenlenecek festival boyunca Kavaklıdere’de Latin rüzgarları esecek. Cadde ve sokaklar bu ülkelerden gelecek özel dans ve müzik gruplarının gösterileriyle renklenecek. Katılan ülkelerin standları ve sokak süslemeleriyle Kavaklıdere tam bir panayır alanına dönecek. Festivalin açılışı 25 Mayıs’ta, Kalipso Kralı olarak bilinen Metin Ersoy’un The Mall’da Durul Gence ile birlikte vereceği konserle başlayacak. Ertesi gün ise Erol Büyükburç, Karum’un önünde Ankaralılar’la buluşacak. Ayrıca Brezilya’dan özel olarak gelen vurmalı çalgılar topluluğu Bate Bumbo da 12 kişiden oluşan ekibiyle birlikte Ankaralılar’a keyifli dakikalar yaşatacak. Capoaera ve sambacılar, yapacakları sokak danslarıyla ortalığı bir şenlik alanına dönüştürecek. Festival, Leo Organizasyon tarafından Latin ülkeleri büyükelçilikleri, Cadde Arjantin Kulübü, Ankara Caz Derneği, valilik, Nurol Holding, Sheraton Otel gibi çok sayıda sponsorun da katkısıyla düzenleniyor. İlk kez gerçekleşecek bu festivalin güzel ve renkli görüntülere sahne olması, yeni kavşak düzenlemesinin ardından Kavaklıdere’de yaya trafiğini katleden Büyükşehir Belediyesi’ne de bir mesaj olacaktır.
Yazının Devamını Oku 30 Nisan 2007
Ankara’nın sosyal hayatının, verilen davet ve kokteyllerin politik gündemle ne kadar iç içe olduğu, geçtiğimiz hafta yaşadığımız bir örnekle bir kez daha gözler önüne serildi. Geçtiğimiz yıl hiçbir politikacının katılmadığı Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü kokteylinde bu yıl tam tersi bir görüntü vardı. Anayasa Mahkemesi, kuruluş yıldönümlerini her yıl geleneksel olarak düzenlediği kokteyllerle kutluyor. Geçtiğimiz yıl 44. kuruluş yıldönümü kokteyli de Sheraton Oteli’nde yapıldı. Başkan Tülay Tuğcu’nun ilk kez ev sahipliği yaptığı bu davete mahkeme üyeleri, raportörler ve mahkeme çalışanları katılmıştı. Oldukça sade bir ortamda gerçekleşen bu kuruluş yıldönümü davetine eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk haricinde hiçbir politikacı gelmemişti. Benden başka gazetecinin bile takip etmediği bu kokteylde Başkan Tülay Tuğcu, geceyi, bir önceki Başkan Mustafa Bumin, eşi Nebahat Hanım ve diğer mesai arkadaşlarıyla bol bol sohbet ederek geçirmişti.. Bu yüce mahkemenin 45. kuruluş yıldönümü geçtiğimiz hafta yine Sheraton Oteli’nde verilen bir davetle kutlandı. Mahkemenin kuruluş yıldönümüyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunda yapılan 367 milletvekili tartışmaları aynı zamana rastlayınca da, ortaya, geçtiğimiz yılların tam aksine bir görüntü çıktı.
AKP TAM KADRO
Başta TBMM Başkanı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım olmak üzere, AKP’nin birçok üst düzey ismi bu davetteki yerlerini almışlardı. Resepsiyonu takip etmek için tam anlamıyla bir gazeteci ordusu görevliydi. Çok kalabalık oldukları için davetin verildiği salona alınmayıp, otelin lobisinde bekletildiler. Geçtiğimiz yıl bütün daveti mesai arkadaşlarıyla sohbet ederek geçiren Başkan Tülay Tuğcu’nun bu yıl, bir yanında TBMM Başkanı, bir yanında Başbakan, diğer yanında ise Cumhurbaşkanı adayı vardı.
Son iki yıl yapılan Anayasa Mahkemesi kuruluş yıldönümü kokteyllerinde dikkatimi çeken bir başka nokta ise, ne CHP’den ne de askeri kanattan kimsenin katılmamasıydı.
Londra’daki Ankaralı
Karum’un önünden süzülüp Paper Moon’a doğru yanaşan 06 SC Ö plakalı son model S 350 siyah Mercedes, sadece benim değil, gören herkesin dikkatini çekiyordu. Araç, kafenin önünde durdu. Arka sağ kapı açıldı ve içinden kısa boylu hafif tıknaz orta yaşlarda bir erkek indi. Hem inen kişiye hem de arabanın plakasına bakınca, bunun Sabri Çarmıklı olduğunu anlamak hiç zor olmuyordu. Ankara’nın vergi rekortmenleri listesinde ikinci, üçüncü ve dördüncü sırayı alan Çarmıklı Ailesi’nin Londra’da yaşayan büyük oğulları Sabri Çarmıklı. Araçtan iki kişi daha indi. Çarmıklı’nın Ankara’daki iki kadim dostu; İnci Baba olarak tanınan rahmetli Mehmet Nabi İnciler’in oğlu Müjdat İnciler ve Koza Altın Şirketi, İpek Matbaacılık ve Bugün gazetesinin sahiplerinden Tekin İpek. Nurol Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Çarmıklı’nın oğlu Sabri Bey, üniversite eğitimi için gittiği Londra’ya yerleşti ve yıllardır orada yaşıyor. Yılda birkaç kez de Ankara’ya gelerek hem yakın dostlarıyla hem de ailesiyle hasret gideriyor.
Onu tanıyan herkesin aklındaki soru ise, "Merkezi Ankara’da bulunan, Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin veliahdı neden Londra’da yaşıyor?" Bunun cevabını ben de bilmiyorum, ama bildiğim ve Sabri Çarmıklı’nın yakın çevresindeki herkesin de onayladığı bir şey, onun ne kadar dostlarına düşkün, vefakar bir kişiliğe sahip olduğu. Herkes artık onun bir an önce Londra’yı bırakıp yeniden Ankara’ya yerleşmesini bekliyor.
Bir tespih eksikti
Son günlerde bazı zengin ailelerin üniversitede okuyan erkek çocukları arasında yaygınlaşmaya başlayan bir moda dikkatimi çekiyor. Pahalı saat, cep telefonu gibi aksesuarların yanına, şimdi de altın tespih ekleniyor. Minelisi, işlemelisi, sedef kakmalısı gibi çeşitli türleri var. Ankara’nın seçkin kuyumcu ve mücevhercilerine özel olarak sipariş ediliyor. Doğum günü, sınıf geçme gibi özel günlerde hediye ediliyor. Fiyatları da bin ila bin 500 YTL arasında değişiyor.
Altında milyarlarca liralık araba, kolunda binlerce dolarlık saat, cebinde son teknoloji telefon, eline de altın tespihi verdiniz mi, o üniversitelinin yanına da havasından yaklaşılmaz artık. Ne hava ama, değil mi?
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2007
İstanbul’un Cahide’si varsa bizim de Mualla’mız olacak. Ankara’ya, İstanbul eğlence hayatının en gözde mekanlarından İzzet Çapa’nın işlettiği Cahide’den esinlenen bir mekan açılıyor. Adı da Mualla. Tunalıhilmi’de yıllardır hizmet veren Cafe Des Cafes’nin iki ortağı Kamil Uzel ve Halil Yurtkuran, yanlarına Sugar Party organizasyonlarıyla tanıdığımız Selçuk Türköz ’ü de alarak, oldukça iddialı bir işe soyundular. İran Caddesi’nde Yosun ve Niki restoranların bulunduğu binanın üstündeki iki katı tuttular ve burayı Ankara’nın en sıra dışı mekanlarından biri haline getiriyorlar. Beyoğlu’ndaki Cahide’nin karakteristik bazı özelliklerini taşıyacak olan bu mekanın adı, aynı zamanda mal sahibinin de adı olan Mualla olacak.
BElçika mutfaĞI
Restoran, bar ve kulüp konseptlerinin karışımından oluşacak Mualla, çılgın bir eğlenceyi ve lezzeti bir arada sunacak. Giriş katındaki restoranın mönüsünde Belçika mutfağı ağırlıkta. Açık ön cephesiyle görkemli bir manzara sunacak bu restoranda gürültüden uzak, ağır bir ortam olacak. Daha çok iş yemekleri için tercih edilecek gibi görünüyor. Üst kat ise tam tersi bir görünüm çizecek. Yemeğinizi, göbek atan kızlar, dansözler, zenneler, sazlı sözlü eğlenceler ve şovlarla birlikte yiyeceksiniz.
ÇILGIN EĞLENCE
Burada aynı zamanda geniş bir bar da yer alacak. Müşteriler haftanın her günü farklı bir şovla ağırlanacak. Bir gece ateş dansı yapan kızlar, diğer bir gece ise masaların üzerinde oynayan zenneler gibi.
Anlaşılan Cahide’de olduğu gibi, buraya girerken de kimliğinizi, sıfatınızı, titrinizi yani bütün statünüzü paltonuzla birlikte vestiyere bırakacaksınız ve sınırsız bir eğlenceye akacaksınız. Mekanı Profit’in sahibi, ünlü iç mimar Neşet Güne tasarlıyor. İşe soyunan kadronun tecrübesine de bakacak olursanız, yaklaşık bir ay içinde hizmete girecek olan Mualla, Ankara gecelerinde adından çok söz ettireceğe benziyor. Bize de şimdiden hayırlı olsun demek düşüyor.
Lost çılgınlığı
Son günlerde adını belki de Binbir Gece, Sıla, Kurtlar Vadisi ve Geniş Zamanlar gibi çok popüler dizilerden daha çok duyduğum bir televizyon dizisi var: Lost. Özellikle sosyetede müptelası olmayan yok gibi. Dijitürk’ün ekstra para ödenen kanallarından birinde yayınlanıyor, ama 10-20 bölümlük dvd’ler halinde sokak satıcılarına da düşmüş durumda. Bir izlemeye başlayan bir daha bırakamıyormuş. Hatta özel "Lost partileri" bile düzenlenir olmuş. Gece gruplar halinde plazmaların karşısına geçiliyor ve gözler kan çanağı olana kadar bu sürükleyici dizi izleniyormuş.
Birkaç bölüm izleme şansım oldu. Düşen bir uçaktan kurtulan bir grup insanın, bir adada yaşadıkları ilginç olaylar anlatılıyor. Gerçekten çok etkileyici. Eğer vaktiniz bolsa bir takılın derim.
Örnek dayanışma
Yemen Sefiresi Noria Abdullah Al Hamami’nin ülkemizdeki ilk kadın Arap Büyükelçi olduğunu daha önce bu sütundan belirtmiştik. Hamami, Amerika ve İtalya’daki görevlerinin ardından, yaklaşık bir yıl önce Ankara’ya geldi. Ülkemizdeki ilk kadın Arap Büyükelçi olunca da bütün gözler üzerine çevrildi. Yemen Sefiresi, katıldığı her davette, toplantıda, şıklığı ve zarafetiyle büyük beğeni topladı. Hem diplomatik hem de sosyal açıdan ülkesi Yemen’i en iyi şekilde temsil eden Hamami’ye en büyük destek de, diğer Arap ülkelerinin büyükelçilerinden geldi. Başta Türkiye’de en uzun süredir görev yapan büyükelçi sıfatını elinde bulunduran Umman Sultanlığı Büyükelçisi Mohammed Al Wohaibi olmak üzere, diğer bütün Arap büyükelçileri Hamami’nin Türkiye’ye kısa sürede adapte olabilmesi için büyük gayret harcadılar ve tam anlamıyla örnek bir dayanışma sergilediler.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2007
ANKARA Uluslararası Film Festivali geçtiğimiz hafta yapılan açılış töreniyle başladı. Yeşilçam’ın ünlülerinin Ankaralılar’la buluştuğu açılışta benim en çok dikkatimi çeken isim Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’di. 13 yıldır Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Melih Gökçek ise 18.’si yapılan festivale bugüne kadar hiç katılmadı.
Film festivalleri kültürel ve sanatsal bir etkinlik olmanın ötesinde yapıldığı şehrin, ülkenin tanıtımı için de bulunmaz bir fırsat. Üstelik festival uluslararası olduğu zaman beyazperdenin dünyaca ünlü isimlerini getirerek şehrinizin adını tüm dünyada duyurma şansınız var. Avrupa’daki birçok film festivalinde olduğu gibi... Cannes Film Festivali olmasaydı bu şehir küçük bir Fransız tatil beldesinden öteye gidemezdi. Ülkemizde de Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza Film Festivali, adlarını diğerlerine göre daha çok duyuruyor. Her ikisinin de en büyük destekçisi Büyükşehir Belediyeleri. Üstelik bu iki şehrin Belediye Başkanları da AKP’den... Festivalleri şehirlerinin bir gururu olarak görüyorlar
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu’nda yapılan festivalin açılış törenine katılan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’e "Ankara’daki festival sizin rakibiniz değil mi?" diye soruyorum. "Hayır. Keşke ülkemizin her şehrinde festival olsa. Ne kadar çok olursa Türk Sineması da o kadar çok gelişme gösterir" diyor. Türel, Antalya’dan kalkıyor, Ankara’daki festivali desteklemeye geliyor. Festival komitesi de onu Kitle İletişim Ödülü’yle onurlandırıyor.
Gökçek yok saydI
Peki ya bizim başkanlarımız ne yapıyor? Melih Gökçek bugüne kadar bu festivali sanki yok saydı. Adının önünde "Ankara" bulunan bu uluslararası festivalin gerçekleşmesi için yıl boyunca çalışan, koşturan, emek harcayan bir avuç insanı görmezden geldi. Gönül isterdi ki öyle bir belediye başkanımız olsun ve bu festivali sadece Türkiye’nin değil Avrupa’nın en önde gelen sanatsal faaliyetlerinden biri haline getirsin. İşe yaradığı bile tartışılan kavşakların açılışları için düzenlenen görkemli konserlere harcanan paranın belki de çok daha az bir miktarıyla bunu gerçekleştirmek hiç de zor olmazdı diye düşünüyorum.
ERYILMAZ DA YOK
Melih Gökçek festivalde yoktu. Peki festivalin maddi olmasa bile ayni destekçilerinden Çankaya Belediyesi’nin Başkanı Muzaffer Eryılmaz var mıydı? Maalesef hayır. Başkan Eryılmaz’ın festival açılışına neden katılmayıp Kültür ve Sosyal İşler Müdür Canan Karakul’u gönderdiğini bilmiyorum. Ama salonda gözlerin aradığı ve görmek istediği bir başka isim de oydu.
KOÇ ŞAŞIRTMADI
Festivalin açılış töreninde beni şaşırtmayan gelişmelerden birisi de Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un gelmemesiydi. Hem de "geleceğim" demesine rağmen. Kocaeli’nde bir programdaymış, o uzamış da onun için gelememiş. Ama zahmet edip bir mesaj göndermiş. O mesajı da Festival Başkanı Prof. Dr. Oğuz Onaran sahneden okudu. Yüzlerce kişinin hınca hınç doldurduğu Farabi Salonu’nda birkaç kişi haricinde Bakan Koç’un mesajına alkış tutan olmadı. O alkışlayanlar da herhalde bakanlık görevlileriydi.
Salonda, "Bakan Bey sanatçılar tarafından protesto edilmekten korktuğu için gelmedi" şeklinde dolaşan dedikodular kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Bunları göz önüne alacak olursak Atilla Koç, gelmemekle, aslında kendi adına hayırlı bir iş yapmıştı. Zaten onun gündeminde de bu tür festivaller, kültürel ve sanatsal faaliyetlerden daha çok, alfabemize kazandırmayı planladığı Arapça harfler var.
Gündemi böylesine yoğunken de kalkıp Başkentimiz Ankara’nın en önemli kültürel ve sanatsal faaliyetlerinden birisi olan bu festivale katılmasını, zaman ayırmasını beklemek, sanırım Bakan Bey’den çok fazla şey istemek olur. Öyle değil mi?
Teşekkürler Limak
Festivale belediyelerimizin esirgediği desteği Nihat Özdemir’in sahibi olduğu Limak Holding verdi. Özdemir’in kızı Ebru Hanım, tam anlamıyla bütün işini gücünü bırakıp, bu festivalin Ankara’ya yaraşır bir şekilde gerçekleşmesi için büyük gayret gösterdi.
Bütün zorluklara rağmen festival bu yıl gerçekleşiyor. Ama asıl destek vermesi gerekenlerin vurdumduymazlığı devam ederse, seneye ne olur onun cevabını vermek zor.
Duble Melih, duble Ahmet
Bu arada Gökçekler şu sıralar aileye yeni katılacak bir bireyin heyecanını yaşıyorlar. Melih Gökçek ikinci kez dede olmaya hazırlanıyor. Başkanın büyük oğlu Ahmet’in eşi Hülya’nın, bu hafta içinde bir erkek çocuk dünyaya getirmesi bekleniyor. Çift, dört yıl önce doğan ilk bebeklerinin adını Melih koymuştu. İlk çocuğuna babasının adını veren Ahmet Gökçek, ikinciye de kendi adını verecekmiş. Böylece Gökçek Ailesi’nde Melih ve Ahmet’ten ikişer tane olacak.
Yazının Devamını Oku