9 Nisan 2007
SON aylarda diplomatik davetlerde, kokteyllerde, resepsiyonlarda dikkat çeken bir ikili var. Umman Sultanlığı’nın Ankara Büyükelçisi Mohammed Alwohaibi ve Türkiye’deki ilk kadın Arap Büyükelçi, Yemen sefiresi Noria Abdullah Al Hamami. Hemen hemen her yerde birlikte görülen bu ikilinin ilginç yakınlaşması dikkatli gözlerden kaçmıyor.
Duayen büyükelçİ
Umman, Arap Yarımadası’nın en zengin ülkelerinden... Hatta son yıllarda sosyetenin gözde tatil merkezlerinden olan Dubai’ye alternatif olarak bile gösteriliyor. Umman Sefiri Mohammed Alwohaibi, sadece 45 yaşında olmasına rağmen, Ankara’da en uzun süredir görev yapan yabancı büyükelçi. Diplomatik dilde "duayen" olarak adlandırılıyor ve bu sıfatından dolayı da hemen hemen bütün resepsiyonlara katılıyor. Alwohaibi evli. Tam altı tane çocuğu var. Bunlardan ikisi Ankara’da, diğerleri ise Umman’da. Büyükelçi Alwohaibi’nin kapalı olan eşi de Ankara’da yaşıyor. Ancak Büyükelçi, davetlere eşiyle katılmıyor.
Alwohaibi’nin diplomatik resepsiyonlara birlikte katıldığı kişi ise Yemen’in Ankara Büyükelçisi Noria Abdullah Al Hamami. Bekar olan Hamami, katı diplomatik kuralların işlediği bu davetlere, şıklığı, zarafeti ve güzelliğiyle renk katıyor. Yemen’in, Müslümanlığın katı kurallarını ne kadar sıkı uygulayan bir ülke olduğunu da dikkate alırsak, Sefire Hamami’nin bu modern görünümü daha çok dikkat çekiyor.
Son aylarda Ankara’da düzenlenen elçilik resepsiyonlarında Alwohaibi ve Hamami hep birlikteler. Resepsiyonlara birlikte geliyorlar ve birlikte ayrılıyorlar; objektiflere birlikte gülümsüyorlar. Aldığım haberlere göre, iki komşu ülke Umman ve Yemen’in Ankara büyükelçilerinin bu yakınlıkları sadece diplomatik davetlerle sınırlı değil. Her fırsatta birbirlerini ziyaret ettikleri ve sık sık görüştükleri ise bu ikiliye yakın çevreler tarafından doğrulanıyor. Arap Yarımadası’nın bu iki komşu ülkesinin Ankara Büyükelçileri arasındaki bu "sıkı fıkı" dostluk dikkatli gözlerden kaçmıyor. Akıllara da "acaba" ile başlayan sorular getiriyor.
SIkIntI büyük
HERKES "Acaba çekilen bu kadar işkenceye, eziyete değecek mi, bir işe yarayacak mı?" diye birbirine soruyordu. Açılmasıyla birlikte bu soruların cevapları da verildi. Ne yazık ki, çok büyük bir kesim tarafından "Trafiği rahatlatmayı bırakın, daha da kötü oldu. Görüntü olarak da çok çirkin" yorumları yapıldı. Tabii ki Kuğulu Kavşağı’ndan bahsediyorum. Bazı yerlerde kaldırım neredeyse yola sıfır. Can güvenliğinizi hiçe sayarak, akan araç trafiğinin arasında yürümek zorunda kalıyorsunuz. Bazı yerlerde ise karşıdan karşıya geçmeden önce "şahadet" getirmekte fayda var. Belediye, yapılan hataları parça parça düzeltmeye çalışıyor. Bu arada yeni trafik düzeninde en büyük darbeyi Arjantin Caddesi yemiş durumda. Ankara’daki kafe kültürünün doğuş yeri olarak bilinen bu cadde, trafiğin tek yönde uygulanmasının ardından büyük sıkıntı yaşıyor. Kuğulu Kavşağı’ndan nasibini alanlardan ikisi de Sheraton ve Hilton otelleri. Arjantin ve Tahran Caddeleri’nin tek yön olmasıyla Ankara’nın bu en önemli iki otelinin ulaşımı hayli zorlaştı. Duyduğuma göre, her iki otelin yöneticileri de bu konuda belediyeye sorunlarını iletmişler, ancak bir sonuca ulaşamamışlar.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2007
TEKNOLOJİDEKİ hızlı gelişimin bizi en çok etkilediği alanlardan birisi de sosyal hayatımız. Özellikle bilgisayar ve iletişim teknolojisinin her geçen gün akıl sınırlarını zorlayan yenilikler sunması, yüz yüze iletişimi yavaş yavaş ortadan kaldırıyor. Durum böyle olunca da etrafımızı sanal sosyaller sarmaya başlıyor. Sanal sosyalliğin en büyük etkisi de tabii ki Ankara eğlence hayatında görülüyor. İnsanlar artık, eğlence hayatına, sosyal faaliyetlere, arkadaş, eş dost toplantılarına katılmak yerine, evlerinde, iş yerlerinde bilgisayarın karşısında, chat (sohbet) sitelerinde ya da Messenger’da (msn) vakitlerini geçiriyorlar.
Yani her geçen gün yüz yüze iletişimden uzaklaşıp, sanal bir ortamda, 30 santim önümüzdeki ekranın karşısında yaşıyoruz sosyalliğimizi.
ÖNCE MSN ADRESİ
Artık yeni tanıştığımız birisinin telefon numarasını ya da adresini sormak yerine, ilk aklımıza gelen onun mail adresini almak oluyor. Hatta bu ilişki biraz daha yakın olacak gibiyse hemen msn adresi isteniyor ve o iletişim artık bilgisayar üzerinden yapılmaya başlanıyor. Arkadaşlarınızla paylaştığınız ortak değerler, yaptığınız kavgalar, tartışmalar, dedikodular hepsi, sizi sanal dünyaya taşıyan ekran üzerinden yapılıyor. Hatta ayrılıklar bile.
Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğim ve uzun yıllardır birlikte olan iki arkadaşımın, ilişkilerini Messenger üzerinden noktaladıklarını öğrendim. Birlikte yıllarını geçir, aynı yastığa baş koy, sonra da sanal ortamda "Ben ayrılıyorum" de. Sevgilinin gözlerinin içine bile bakmaya gerek duymadan.
Sanal sosyallere her yaş grubunda rastlamak mümkün. Daha çok gençler ve üniversite öğrencileri bu hastalığa yakalanmış gibi görünseler de, ev kadınları arasında bu illetin pençesine düşenler hiç de az değil. Birbirleriyle randevulaşıp, hepsi aynı gün aynı saatte bilgisayarın karşısına geçiyorlar. Messenger’ı açıyorlar ve başlıyorlar hep bir arada sohbete, dedikoduya. Kimisi altın gününü sanal ortamda yapıyor, kimisi de konken partisini.
PEKİ YA ÇOCUKLAR
Teknolojiden en çok etkilenenler belki de çocuklar. Onlar birçoğumuzdan daha yakın takip ediyorlar sanal alemi.
Geçtiğimiz günlerde İncek’le Çayyolu arasında yeni açılan üç şeritli büyük yolda aracımla gidiyorum. Önüme TED Ankara Koleji’nin servis araçları çıktı. Geçtiğimiz yıllarda yaşadıkları kötü tecrübelerin ardından, bu yıl arka arkaya konvoy olmuşlar ve 60 km hız limitini geçmeden güvenli bir şekilde seyrediyorlar. Bu görüntü çok hoşuma gitti.
Beni rahatsız eden ise yanlarından geçerken araçların içinde gördüğüm manzaraydı. Çocuklar birbirleriyle hiç konuşmuyor, şakalaşmıyor oynamıyordu. Sanki koca servis aracının içinde tek başlarınaymış gibi davranıyorlardı. Sebebi de, hemen hemen hepsinin elindeki cep telefonlarıydı. Ya mesajlaşıyorlar ya da bu akıllı makinelere yüklü oyunlardan oynuyorlardı.
Daha sosyalliklerini yaşamadan sanal dünyada kaybolmuşlardı. Servis aracının içinde bir ruhsuzluk vardı. Teknolojinin kötü bir şey olduğunu söylemek tabii ki mümkün değil. Ama açıkçası, sanal dünya ile ilgili bütün bu gördüklerim ve duyduklarım beni fazlasıyla korkutuyor.
Suyunu çıkarmayın
DİNİ bayram ve kandil gibi özel günlerde tam anlamıyla mesaj bombardımanına boğuluyoruz. Gün boyunca yakınlarımıza, büyüklerimize mesajlar atarken bir taraftan da gelen mesajlara cevaplar yazmaya çalışıyoruz. Tabii bütün bunları yaparken de cep telefonu operatörlerini biraz daha zengin ediyoruz. Geçtiğimiz hafta Cuma günü mevlit kandiliydi. Bir tanıdığımdan gelen mesajı aynen yazıyorum. "Müjde! Bu gece günahlarda %100’e varan indirimler, iyiliklerde bin kata varan ekstra sevaplar sizi bekliyor! Not: Kul hakkı kampanya dışındadır! İyi kandiller"
Bir firmanın indirim sezonu sloganlarını andıran bu mesaj bana fazla sulu geldi.
Hangi dine inanıyorsanız inanın, ama onu bir eğlence aracı yapmayın.
Maliye korkusu
GEÇTİĞİMİZ gün yaşanan bir olay aklıma, "Maliye Bakanlığı eğlence mekanlarını çok mu sıkıştırıyor ve rahatsız ediyor?" sorusunu getirdi..
Güvenlik Caddesi’ndeki OverAll adlı gece kulübü pop müziğin ünlü isimlerinden Sibel Tüzün’ü sahneye çıkardı. Geceyi takip etmekle görevli muhabirimiz tam fotoğraf çekmeye hazırlanırken, mekanın ortaklarından birisi arkadaşımızın çalışmasını engellemiş. Muhabirimizin, "Daha önce başka sanatçıların konserlerini izleyip haber yapmıştık. Şimdi niye haber yapmamızı engelliyorsunuz?" sorusuna mekanın sahibinin cevabı ise, "Zaten o haberlerden sonra maliyecilerle sorun yaşadık" olmuş. Bu cevap bana çok enteresan geldi. Acaba Ankara Defterdarlığı denetimlerini bizim haberlerimize göre mi yapıyor?
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2007
YER, Ankara’nın Beverly Hills’i olarak bilinen İncek. Mekan, herkesin hayalini süsleyen görkemli bir villa. Oyuncular, kimisi aktif, kimisi emekli olmuş politikacılar, üst düzey bürokratlar, iş adamları, Rus kızlar ve dansözler.
Ankara gece hayatında artık eskisi kadar politikacılara ve bürokratlara rastlamak pek mümkün olmuyor. Biz onlara rastlamıyoruz diye onlar da eğlenmiyorlar değil tabii ki. Hem de, belki de eskisine göre daha çılgın organizasyonlarla. Ancak kapalı kapılar ardında. İşte beni de hayrete düşüren bu organizasyonlardan birini, geçtiğimiz günlerde böyle bir partiye katılan birinden dinledim.
Çoğuna televizyon ve gazete sayfalarından aşina olduğumuz bu önemli kişileri bir araya getiren neden ise Rus kızlardan birinin doğum günü partisi. Bu ilginç grup, görkemli malikanenin geniş salonunda, başka zaman görmeye tahammül bile edemedikleri şarap ve viski şişelerinin dizili olduğu bir masa etrafında toplanmış. Saatler ilerledikçe eğlencenin limitleri de zorlanıyor. Rus kızları, masaların üzerindeki çeşit çeşit mezelerden pek de farklı görmeyen partinin davetlileri, onlarla, çat pat İngilizceleriyle muhabbet kurmaya çalışıyor. Bir süre sonra salona, ellerinde pastalarla dansözler giriyor. Mumlar üfleniyor, pastalar kesiliyor, göbekler atılıyor ve eğlence sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyor.
Bir zamanlar bakanların, milletvekillerinin gazinolarda ünlü sanatçıları en ön masalardan izlemeleri sıradan bir haber haline gelmişti. Politika ve bürokrasi dünyasının tanıdık simaları, artık eğlenceleri kapalı kapılar ardında yaşıyorlar. Ama umarım bu tür eğlenceler de sıradanlaşmaz.
İş ciddiye biniyor
Hülya Avşar’la Sadettin Saran’ın aşkları gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda birlikte yaptıkları İtalya tatili ise magazin basınında genişçe yer buldu. Ben şimdi onların birlikte yaptıkları başka bir seyahatten bahsedeceğim.
Avşar ve Saran geçtiğimiz hafta içinde, birlikte Ankara’ya geldiler. Sheraton Oteli’nde konaklayan sevgililer, akşam da çok özel bir yemeğe davetliydiler. Hülya Avşar’ın Ankara’da yaşayan kız kardeşi Leyla Avşar, ablasını ve Sadettin Bey’i evinde akşam yemeğinde ağırladı. Yani Hülya Hanım, Sadettin Bey’i artık aile ortamına da sokmaya başlamış. Anlayacağınız iş ciddiye binmiş durumda. Hülya Avşar’ın sekiz yaşındaki Zehra’sı, Sadettin Saran’ın da yedi yaşında Lal’i var. Her ikisinin de, çocuklarını aile ortamında büyütmek için istekli olduklarını gözönüne alırsak, nikah için imzaların atılması çok yakın gibi görünüyor.
Tebrikler Pink Martini
Geçtiğimiz hafta Bilkent Otel’de son yılların en güzel konserlerinden birisi yapıldı. Dillerden düşmeyen popüler yabancı müzikleri kendi yorumlarıyla ve şovlarıyla hayranlarına sunan Pink Martini, yaklaşık iki bin kişiye seslendi. Salon ağzına kadar doluydu. Müzikten bu kadar iyi anlayan, bu kadar kalabalık ve seçkin bir dinleyici kitlesiyle karşılaşmak her zaman pek mümkün olmuyor. Üstelik sahnedekiler bir de yabancı olunca, daha da ilgi çekiyor. Bu konseri dinlemek için gelenler, kişi başına tam 56 lira ödediler. Davetlileri çıktığımız zaman, yaklaşık 1700 bilet satılmıştı. Merak ediyorum, bizim Türk sanatçılarımızdan, gözümüzde bu kadar büyüttüğümüz ünlülerimizden acaba hangisi, bu bilet fiyatlarıyla bu salonu böylesine doldurabilirdi? Bu arada bu organizasyonu yapan Pasion Turca, Radyo ODTÜ ve Bilkent Otel’i tebrik ediyorum.
Küfür ve teşekkür
Geçtiğimiz hafta Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in eşi Nevin Hanım’ın, son dönemde sosyetik ve diplomatik davetlerde de boy göstererek, oldukça sosyal bir görüntü çizdiğini, "Hayrola Nevin Hanım" başlığıyla yazmıştım. Bu yazım üzerine çok sayıda telefon geldi. Arayanların büyük çoğunluğu, Nevin Hanım’ı olumsuz yönde eleştirdiğimi düşünerek, ağza alınmayacak hakaret ve küfürler yağdırdılar. Öğleden sonra ise Nevin Hanım aradı. Küfürler yağdıran hayranlarının aksine, yazımdan dolayı bana teşekkür etti. Son gelen telefon da zaten Nevin Hanım’ınkiydi. Sizce de ilginç değil mi?
Yazının Devamını Oku 12 Mart 2007
MELİH Gökçek’in eşi Nevin Hanım’ın çok sosyal bir politikacı eşi olduğu söylenemezdi. Ancak, son birkaç aydır, sosyetik ve diplomatik davetlerin vazgeçilmez isimleri arasına girdi. Keçiören Belediye Başkanlığı, milletvekilliği, ardından da şimdi üçüncü döneminde bulunduğu Büyükşehir Belediye Başkanlığı... Melih Gökçek yaklaşık 25 yıldır siyaset hayatımızın içinde. Bütün bu dönemde eşi Nevin Hanım’ı, çok gerekli olmadıkça Melih Bey’in yanında ve sosyal faaliyetlerde pek göremezdik. Ancak son aylarda yaptığı atakla, bu 25 yıllık açığı kapatacağa benziyor. Nevin hanım, son bir aydır, başkent cemiyet hayatının önde gelen davetlerinde, yabancı büyükelçi eşlerinin düzenlediği organizasyonlarda en ön saflardaki yerini alıyor. İster sosyalleşme, ister tanıtım, ister yeni bir çevre edinme, ne derseniz deyin, ama Nevin hanım ciddi bir atak içinde. AKP’li politikacıların büyük çoğunluğunun eşlerinin türbanlı olduğunu düşünecek olursak, Nevin hanım, modern görüntüsünün sağladığı avantajları iyi kullanmaya başladı diye de yorumlayabiliriz.
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı, genel ve iki yıl sonra da yerel seçimler var. Nevin Gökçek, sadece bir politikacı eşi değil, Çankaya Belediye Başkanlığı’na kol sıvayan oğlu Osman’dan dolayı, aynı zamanda bir politikacı annesi. Durum böyle olunca da Nevin hanım’a çok iş düşüyor.
Kuğulu Kavşağı açıldı!
"HADİ canım, nerde açıldı, daha her yer inşaat" dediğinizi duyar gibiyim. Evet haklısınız. Özellikle Çankaya’da oturanları hayatlarından bezdiren bu kavşak inşaatı resmi olarak tamamlanmadı, ama yarım yamalak işlemeye başladı. Kavşağın asfaltlanan bazı bölümleri, trafiğe kapalı olmasına rağmen, kurnaz sürücüler, taksiciler, motorcular tarafından kullanılıyor. Bir taraftan da iş makineleri, dozerler, kepçeler, kamyonlar çalışıyor. Yayalar da bunların arasında cirit atıyor. Ancak burada hiçbir trafik kuralının uygulanması mümkün değil. Merak ediyorum, eğer burada bir trafik kazası yaşansa bunun sorumlusu kim olacak? Trafiğe açık olmamasına rağmen kavşağın kısmen de kullanılmasına izin verenler mi, yoksa evine, işine kısa yoldan gitmeye çalışan vatandaş mı?
Gizlemeye gerek yok
GEÇTİĞİMİZ hafta Hürriyet’in internet sayfasında yayınlanan, Buket Güler ve Barış Oral imzalı "Daire fiyatına televizyon" haberi büyük ilgi gördü. Fiyatı 200 bin YTL olan ve Türkiye’ye sadece beş adet getirilen, 262 ekranlık dünyanın en büyük plazma televizyonları hemen satılmıştı. Lüks bir ev fiyatına giden bu televizyonların alıcıları ise kimliklerini gizli tutuyorlardı. Eğer milyon dolarlık arabalara biniyorsanız ve bundan rahatsız olmuyorsanız dev plazmaları aldığınızı gizlemenin ne anlamı var? Korkmayın maç izlemeye size gelmeyiz.
7 gün 24 saat
FİLİSTİN Caddesi’ndeki Home Store’un üst katı Şayeste Restoran olmuştu. Gamze Cizreli, binanın giriş alt katını da çok şık bir kafeye dönüştürdü. Bir ay gibi çok kısa sürede hizmete giren "Big Chefs" adındaki bu mekanın en büyük özelliği, 7 gün 24 saat açık olması. Gamze Hanım mekanını şu kelimelerle anlatıyor, "Hayatı biraz karıştırmak gerekli, elmayla portakalı, kerevizle ıspanağı. Biraz da lezzet katmalı hayata, özlediklerimizden mesela supangleyi hatırlamalı. Şemsettin Usta’nın mutfağına girmeli, aşkla yarattığı lezzetleri kaşıklamalı. Gecenin 4’ünde can tatlı çektiğinde, çekinmeden gidecek bir yer olmalı, hayatı 7 gün 24 saat yaşamalı diye düşünürken oldu herşey..."
Hattatlar’dan ses yok
GEÇTİĞİMİZ hafta Ahmet Hattat’ın sahibi olduğu Gaziosmanpaşa’daki bitmeyen 35 katlı otel inşaatını konu etmiştim. 16 yıldır bitmeyen bu inşaatın yarattığı çirkinlikten ne kadar çok kişinin rahatsız olduğunun kanıtı, gelen çok sayıda elektronik postaydı. Ancak, ne yazık ki Hattat ailesi’nden hiç kimse, inşaatı bitirmeye niyetleri olup olmadığıyla ilgili bir açıklama yapma gereği duymadı. Benim bundan anladığım, "Bulandırma denizi, uyandırma milleti."
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2007
CUMHURBAŞKANLIĞI Köşkü’ne 500 metre mesafede, Ankara’nın en yüksek yerinde, üç dört katlı apartmanların arasında yükselen 35 katlı dev bir inşaat. Hem de tam 16 yıldır süren ve artık neredeyse herkese, hiç bitmeyecekmiş, sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelen bir inşaat. Kayserili ünlü işadamı Ahmet Hattat’ın sahibi olduğu bu otel inşaatı daha önce, bu kadar çok kat iznini nasıl aldığıyla, içinde unutulan vinciyle, otel işletmesinin dünyaca ünlü hangi zincire verileceğiyle ilgili haberlerle, pek çok kez basının gündemine geldi.
Ancak kimse, böylesine kıymetli bir arazi üzerine yapılan bu dev inşaatın neden yıllardır bitirilmediğini, yarım bırakıldığını sormadı.
Hattatlar 1991 yılında bu inşaata başladığında doğan çocuklar bugün üniversite sınavına hazırlanıyorlar. Hemen yanındaki Çankaya Köşkü’nde üç Cumhurbaşkanı değişti, dördüncüsü geliyor. Antalya’da bir elin parmaklarını geçmeyen beş yıldızlı dev otellerin sayısı 200’lere yaklaştı. Ancak, öğleden sonra Uğur Mumcu Caddesi’nin güneşini bile kapatan bu hayalet bina, hala bitecek gibi görünmüyor.
HANÇER GİBİ
Ahmet Hattat’ı ünlü bir işadamı olarak tanıyoruz. Bir de Kayserili olunca eminim ki, karını-zararını çok iyi hesaplayabiliyordur.
Peki, böylesine kıymetli bir yerde, böylesine dev bir yapıyı yıllardır bu şekilde yarım bırakıp, bitirmeden bekletmek hangi ticari çıkarın bir gereği olabilir? İşte bunu anlayamıyorum.
Üstelik Ahmet Bey, hakkında yapılan, "İnşaat için aldığı yüklü miktarda krediyi otel işlemeye başladıktan sonra ödeyecek. Onun için oteli açmak istemiyor" şeklindeki spekülasyonlara kesin bir dille, "Devletten hiçbir destek almadım" diye cevap da veriyor.
Yarım kalan bu inşaat ülkemiz ekonomisi için de büyük bir kayıp. 35 kat, yüzlerce oda, yapılması planlanan kongre merkezi, yaratılacak istihdam....
Hepsi, ne yazık ki inşaatın bitmesine bağlı. Eğer bu hayalet bina bu haliyle kalacaksa, Çankaya’nın göğsündeki bu hançerin çıkarılması daha hayırlı olur.
TEK BU DEĞİL
Hattat Ailesi’nin başlayıp da bir türlü bitiremediği veya bitirmek istemediği otel inşaatı sadece Ankara’daki bu devasa binadan ibaret değil. Buna benzer bir hikaye de, Türkiye’nin turizm cenneti Marmaris’te yaşanıyor. İçmeler ile Turunç arasındaki cenneti andıran bir koyda da yıllar önce bir otel inşaatına başlamışlar. Ahmet Hattat’ın kardeşi Emin Hattat tarafından temeli atılan bu inşaat da, ne yazık ki yarım kalmış; öylece duruyor. Doğa harikası bir koy beton yığınına çevrilip bırakılmış. Bölge ekonomisine de, ülke turizmine de hiçbir fayda sağlamıyor. Çünkü işletmeye açılmış değil. İşin daha da vahim yanı, Hattat Ailesi’nin Bodrum Yarımadası’nda da bir koyu var. Torba’yla Türkbükü arasındaki bu koyda Hattatlar’ın villaları bulunuyor. Ancak duyduğuma göre Ahmet Hattat buraya bir otel yapmayı planlıyormuş. Umarım, beton yığınına çevirip yarım bıraktıkları otel inşaatlarından sonra Hattatlar, yıllarca bitmeyecek yeni bir projeye daha başlamazlar.
Paper Moon’a uyarı
AÇILDI açılıyor derken Paper Moon hizmete gireli altı ayı geçti ve beklenen ilgiyi de gördü. Rezervasyonsuz yer bulmak neredeyse mümkün olmadı. Ankaralılar Paper Moon’a büyük rağbet gösteriyorlar, ama diğer taraftan da fiyatların oldukça yüksek olduğundan yakınıyorlar. Paper Moon, her ne kadar tabularını yıkarak Türk Kahvesi servisi yapmaya başlamış ve mönüsüyle Ankaralılar’a uyum sağlamaya çalışmışsa da, fiyatlar konusunda aynı uyumdan söz edilemez.
Önümüz yaz. Paper Moon’un üst katındaki restoran bölümünün çok şık bir terası var. Manzarası da muhteşem. Giriş katındaki kafe ise konumu itibariyle, tabiri caizse, Ankara’da "piyasanın tam göbeği." Paper Moon’un yaz dönemini, açıldığı zamanki kadar yoğun bir ilgiyle geçireceğinden eminim. Ancak, teras ve bahçe kapanıp iç mekana geçildiğinde, yani gelecek kışa doğru, bu fiyat tarifesini uygulamaya devam ederlerse, bir yıl önceyi mumla ararlar diye de onları uyarmak istiyorum.
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2007
Son yıllarda tam anlamıyla bir ödül enflasyonu yaşanıyor. Yüzlerce dernek, vakıf ya da benzeri kuruluş, medyanın popüler isimlerine ödüller dağıtıyor. Düzenlenen bir gece, hazırlatılan ucuz yollu bir plaket ve geceye katılan ünlü isimlerle amaç, başarıyı ödüllendirmekten daha çok, kendi reklamlarını yapabilmek.
Yıllardır düzenlenen iki ödül töreni var ki, yukarda bahsettiklerimizden hemen ayrılıyor. Biri, bu yıl 35’incisi verilecek olan Altın Kelebek Ödülleri, diğeri de geçtiğimiz hafta 29’uncusu dağıtılan, Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nin (RTGD) Radyo Televizyon Oskarları. Ancak benim de üyesi olduğum ve bir dönem yönetiminde de görev aldığım RTGD’nin ödül gecesi, ne yazık ki, tam bir hayal kırıklığı idi.
Mavi boncuk ödülleri
1978 yılında TRT’yle ilgili haber yapan muhabirler tarafından kurulan, basın dünyasının en köklü meslek örgütlerinden olan RTGD, tam 29 yıldır radyo ve televizyon dünyasının başarılı isimlerine, düzenlediği geleneksel geceyle ödül veriyor. Fakat, Başkan Kenan Macit yönetimindeki dernek, son yıllarda verdiği ödüllerle ciddi anlamda eleştiriler almaya başlamıştı. Ödül sayısının çokluğu nedeniyle gece, Televizyon Oskarları’ndan daha çok, her kanalı mutlu etmek için verilen "Mavi Boncuk Dağıtım Ödülleri"ne dönüşüyordu. Geçtiğimiz son birkaç yılda televizyonlara verilen ödül sayısı 80’lere ulaşınca ve neredeyse her kanaldan bir dizi yılın dizisi seçilince, eleştiriler de iyice artmıştı. Bunların üstüne bir de ödül töreninin yapıldığı salonun her tarafının onlarca firmanın reklamıyla donatılması, eleştirilerle birlikte çeşitli dedikoduları da beraberinde getiriyordu. Yine de, yapılan görkemli ödül töreni, hem dernek üyelerini, hem de ödül alanları memnun ediyor, eleştirileri gölgede bırakıyordu.
Ve bu sene
Ancak, olan bu sene oldu. Ne herkesin beklediği o görkemli tören vardı, ne de ödül almaya gelen televizyon yıldızları. Ambassador Otel’de yapılan gece 29. Geleneksel Radyo Televizyon Oskarları töreninden daha çok, bir kooperatifin genel kurul toplantısını andırıyordu. Tek fark, salonun hemen hemen her yerine asılmış ve neye sponsor olduklarını anlayamadığım onlarca firmanın reklamıydı. Seçilen televizyon yıldızlarından hiçbiri geceye katılmadı.
Tek gelen sanatçı Arka Sokaklar’la ödül alan Zafer Ergin ve Pınar Aydın’dı.
Onlar da salona girdiklerinde oturacak yer bulamadıkları için töreni önce terk ettiler; sonra ısrarlarla geri döndüler. Geceye katılan herkes aynı fikirde birleşiyordu, "Böyle bir organizasyon olmaz" Umarım RTGD yönetimi hatalarını tekrarlamaz ve derneğimiz, o eski saygınlığını tekrar kazanır.
Şaşırtan yasak
Mevlana’nın doğumunun 800. yılı nedeniyle 2007, UNESCO tarafından "Dünya Mevlana Yılı" ilan edildi. Onursal Başkanlığını Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünisa Gül’ün yaptığı Dışişleri Mensupları Eşleri Dayanışma Derneği (DMEDD) de, Mevlana Yılı nedeniyle geçtiğimiz hafta bir etkinlik düzenledi. Devlet Konukevi’nde düzenlenen, dernek üyelerinin yanı sıra, Ankara’daki yabancı diplomatların eşlerinin de katıldığı davette bir de sema gösterisi yapıldı. Bu şüphesiz, çok sayıda yabancı davetlinin de olduğu bir etkinlikte hem Mevlana’yı hem de ülkemizi tanıtmak için çok önemli bir fırsattı. Tabii eğer basına kapalı olarak düzenlenmeseydi. Evet, yanlış duymadınız. Birleşmiş Milletler 2007’yi Dünya Mevlana Yılı ilan etmiş, ülkemizin tanıtımı için büyük bir fırsat yakalamışız. Güzel de bir etkinlik düzenlenmiş. Bizi en iyi tanıtacak kişiler olan yabancı diplomatların eşleri bu etkinlikte yerlerini almışlar. Ama bunu bütün dünyaya duyuracak basın, giremez. Etkinlikten basına yansıyan tek fotoğraf ise Onursal Başkan Hayrünisa Gül’ün Devlet Konukevi’ne girerken merdivenlerde çekilmiş fotoğrafı. Değerlendirmeyi size bırakıyorum.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2007
Geçtiğimiz hafta, 1. Ankara Ödüllü Türk Filmleri Festivali adı altında bir etkinlik gerçekleşti. Türk Sineması’nın son yıllarda kazandığı ivme ve festivalin adı dikkate alınınca oldukça ilgi çekici görünüyordu. Ancak Kızılay Büyülü Fener Sineması’ndaki galada gördüklerim, bu festivali tam anlamıyla bir "Gariplikler Festivali" yapıyordu.
Organizasyonu Bora Prodüksiyon adında bir firma üstlenmiş, başlama saati 19.00 olarak belirtilmişti. Ancak belirtilen saatte salonda, sinemayla, seyirci olmanın dışında uzaktan, yakından ne tür ilgileri olduğunu anlayamadığım, görevli birkaç kişi haricinde pek kimse yoktu. Onlar da telaşla, sponsorlardan gelen reklam afişlerini buldukları boş duvarlara asmaya çalışıyordu. Bir süre sonra orkestra canlı müziğe başladı. "Bir film festivali galasına mı, yoksa tavernaya mı geldim" acaba diye düşünürken, başlama saatinin üzerinden neredeyse bir buçuk saat geçmişti. Ne organizasyon komitesi başkanı Bora Yılmaz, ne de geleceği söylenen ünlüler henüz yoktu.
Bir süre sonra, ünlü yönetmen Ülkü Erakalın’ın, sergileyeceği gösteri için sinema salonunda prova yaptığını duydum. İçeriye adımımı attığımda, gecenin sunuculuğunu üstlendiğini öğrendiğim manken Nesrin İşçi ile karşılaştım. "Ülkü Bey prova yapıyor, ama biz hiç birşey yapma şansı bulamadık. Geceyi nasıl sunacağız bilmiyorum?" diye telaşını dile getirdi. Şaşırdım.
BOŞ SALON
Uzun bir sürenin ardından, festivalin konuk sanatçıları İzzet Günay, Selda Alkor ve Ediz Hun’un gelmesiyle birlikte salona geçildi. Film festivali galalarında görmeye alışık olduğumuz, merdivenleri bile dolduran sinemaya gönül vermiş gençlerden hiçbiri yoktu. Salonun neredeyse yarısı boştu.
Programın başlamasıyla birlikte Nesrin’in yaşadığı telaşın boş olmadığı anlaşıldı. Bir firmanın sponsorluğuyla kurulan ses tesisatı tam anlamıyla çuvalladı. Mikrofonlar çalışmıyor, yenisi geliyor, o da çalışmıyordu. Nesrin İşçi ve yanındaki erkek sunucu panik içinde durumu kurtarmaya çalışıyorlardı. Zaten programın ikinci bölümünde erkek sunucu, başka bir yerde görevi olduğunu söyleyerek sahneye çıkmadı. Onun yerine, çalışmayan mikrofonu, organizasyonun sahibi Bora Yılmaz aldı. Ve bence gecenin en komik cümlesine imza attı: "İsrail Başbakanı Ankara’da olduğu için protokol katılımı az oldu." Ardından geceye katılan sanatçılara onur plaketleri verildi. Ve gala, alelacele sonlandırıldı. Çok sayıda sponsor firmanın katılımıyla gerçekleştirilen bu "Gariplikler Festivali"nin ana sponsoru ise ne yazık ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı. Geceye katılan davetliler arasında bulunan ve sahneye çıkarak bol bol plaket dağıtan Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürü Selahattin Ertaş’a ertesi gün telefonda, bakanlığın festivale ne kadarlık bir maddi yardım sağladığını sordum. "40 bin YTL" dedi ve ekledi, "Biz sinemanın gelişimine katkı sağlayacak projelere pozitif bakıyoruz. Ama bizim desteğimize layık değilse, bundan sonra kötü örnekleri ödüllendirmeyeceğiz. Yolda giderken zaman zaman olumsuz şeyler olabilir."
RANTA HAYIR
Türk Sineması’nın son birkaç yılda kazandığı ivmeden, kurnazlıkla rant elde etmeye çalışan bir kesimin türemesi son derece doğal. Genel Müdür Ertaş’a galayla ilgili düşüncelerini sorduğumda ise verdiği tek cevap, "Sizin kaygılarınıza ben de katılıyorum" oluyor.
Sayın Genel Müdür’ün bu kaygılara sadece katılıyor olması yeterli değil. Türk Sineması’nın gelişimine sağlayacak projelere tabii ki destek vermeliler. Ancak verilen bu desteğin, paraların, nereye, nasıl, ne için harcandığını da iyi takip etmeliler. Sinemaya ciddi anlamda gönül vermiş çok sayıda genç sinemacı maddi olanaksızlara rağmen bir şeyler yapmaya çalışırken, festival adı altında yapılan bir etkinliğe bakanlığın milyarlarını akıtmak ve sonra da "Bir daha vermeyiz" demek, acaba ne kadar doğru?
Dilerim ben bu kaygılarımda haksızımdır ve şehrimize yakışır yeni bir sinema festivali daha kazanmışızdır.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2007
Ankara’da son 15 yıldır yapılan görkemli düğünlerin neredeyse tamamını izledim. İşim gereği, zengin işadamlarının, aşiret mensuplarının, ünlü politikacıların, sosyetik isimlerin bir araya geldiği bu özel gecelerde bulundum. Gösteriş, şatafat, ihtişam için yüz binlerce doların nasıl harcandığına birçok kez şahit oldum. Ama böylesini ilk defa görüyordum. Beni şoke eden bu gece,
Melih Gökçek’in has adamı,
Ankaraspor Başkanı Hilmi Gökçınar’la
Demet Uzun’un düğünüydü.
Düğün,
Gökçınar’ın genel müdürlüğünü yaptığı Büyükşehir Belediyesi’ne ait
Anfa Altınpark’ta tam 2000’e yakın davetlinin katılımıyla gerçekleşti.
Altınpark’ın o soğuk, estetikten uzak fuar alanı, öylesine süslenmişti ki, beş yıldızlı bir otelin balo salonu bile solda sıfır kalırdı. Beş bin metrenin üzerinde saten kumaşla binanın tüm duvarları ve tavanı kaplanmıştı. Ve diğer ayrıntılardan birkaç küçük örnek: Ucu bucağı olmayan salonda bugüne kadar görülmemiş bir abartıyla süslenmiş, 10’ar kişilik 201 masa, peçetelerde ve sandalye arkalıklarında, işlemeleri altın rengi Osmanlı tuğraları, kırmızı halılar, padişah tahtını bile gölgede bırakacak şatafatta bir nikah masası, kuş sütünün eksik olduğu bir mönü (tabii ki alkolsüz), 100’ün üzerinde servis yapan garson, bir o kadar organizasyon görevlisi, Ankara’daki çiçekçilerin bayram etmesine neden olan 500’ün üzerinde çelenk. Davetli listesinde ise politika, spor, sanat ve iş dünyasının en önemli isimleri.
Gecenin her ayrıntısından oluk gibi para akıtıldığı anlaşılıyordu. Organizasyonu üstlendiği söylenen 777 adlı şirketin yetkilileriyle konuştuğumda, bakışlarındaki tedirginliği anlamak hiç de zor değildi. Gecenin maliyetiyle ilgili soru sorduğumda ise, "
O konuda biz bilgi veremeyiz. Biz sadece organizasyona yardım ediyoruz" şeklinde kaçamak cevaplar veriyorlardı.
Sunuculuktan başkanlığa
Bir dönem
TRT’de "
Bu Toprağın Sesi" adlı tarım programında sunuculuk yapan, ardından Büyükşehir Belediyesi’nin bir şirketi olan
Anfa’da, önce fuar organizasyonu müdürlüğü sonra da genel müdürlük koltuğuna oturan ve
Ankaraspor Başkanlığı’nı üstlenerek kariyerinde zirve yapan
Hilmi Bey, 49 yaşında dünya evine girdi. Hem de genel müdürlüğünü yaptığı bir tesiste, peri masalını andıran, yüz milyarlarca lira harcanan bir geceyle. Tabii, herkesin aklında da, "
Acaba Anfa, genel müdürüne bu özel gecede bir kıyak geçti mi?" sorusu var. Ben,
Hilmi Bey’in bu soruya en güzel cevabı, bu düğünün kaça mal olduğunu ve bu paranın hangi kaynaktan sağlandığını açıklayarak verebileceğini düşünüyorum.
Bizim aşklarımızSevgililer günü yaklaşıyor. Adını, sevgilileri evlendirdiği için sopayla dövülerek öldürülen papaz
Aziz Valentine’den alan bu günü her geçen yıl daha da büyük bir katılımla kutluyoruz. Ancak aklıma takılan bir soru var. Bizim tarihimizde, efsanelerimizde, aşkın gücünü anlatmak için çok daha güzel örneklerimiz var. Neden
14 Şubat Sevgililer Günü’nde
Leyla ile Mecnun,
Ferhat ile Şirin ve
Kerem ile Aslı gibi, kendi kültürümüzün ölümsüz aşklarını hatırlamayız? İşte bu sorunun cevabını, son olarak
Şayeste’yi açan
Gamze Cizreli verdi.
Gamze Hanım, Osmanlı saray mutfağının en güzel örneklerinin sunulduğu Şayeste’de Sevgililer Günü için farklı bir hazırlık yapıyor. Bu özel günde, tarihimizin ölümsüz aşklarının anlatıldığı kitapçıklar hediye edilecek. Ben de bu kitapçıkların, günümüzün dejenere olmuş ilişkilerine biraz olsun örnek teşkil etmesini umuyorum.
Türkücülerin kaçamağıHilton Oteli’nin diskosu
Murphy’s geçtiğimiz hafta iki ünlü türkücünün kaçamağına tanıklık etmiş. Saatler gece yarısını çoktan geçmişken
Mahsun Kırmızıgül ve
Yavuz Bingöl soluğu
Murphy’s’de almışlar. Hem de birbirinden güzel hanımlarla birlikte. Diskonun güvenlik görevlilerini, "
Aman ha içeriye gazeteci girmesin" diye sıkı sıkı tembihlediklerine göre, aklıma ilk gelen, bir kaçamak yaptıkları oluyor.
Yazının Devamını Oku