Elinde babasının fotoğrafı, tabutun başında soruyordu:
“Babam niye bu kutunun içinde?”
Bir maç daha olaysız bitti deyip, görevini yapmanın huzuru içinde evin yolunu tutacakken, teröristin bombalı aracı patlatmasıyla şehit olan Emniyet Şube
Müdürü Vefa Karakurdu’nun minik kızı, cevabını kimselerin veremediği bu sorusuyla yürekleri bir daha dağladı...
Hani hemşire hanıma, “Ayakkabımı çıkarayım mı” diye soran madenci...
Sedye kirlenmesin diye, kömüre bulanmış çizmelerini çıkarmaya çalışan madenci.
Yerin bilmem kaç yüz metre altından toz toprak içinde çıkarıldığında, koluna girmiş olanlara arkadaşını soruyordu.
Kendine hiç önem vermiyordu...
Rusya desteğindeki Şam ordusunun Halep’i alması, hem içeride hem dışarıda Suriye olayıyla ilgili tüm güçleri ve devletleri etkileyecektir.
Halep’in rejim tarafından geri alınmasının en önemli anlamı, Rusya’nın Beşar Esad’ı işbaşında tutmaya devam edeceğini gösteriyor. Moskova, Esad’ın devrilmesine izin vermedi. Bundan sonra da arkasında duracağı anlaşılıyor.
Şam ve Halep’i kontrol eden Esad’ın, Rusya’nın desteğiyle burada da durmayacağı tahmin edilebilir. Esad, Suriye’nin olabildiği kadar en büyük parçasını elinde tutmaya gayret edecektir.
HEDEF İDLİB
Trump, yeni dış politika anlayışını açıklarken, tarihi bir itirafta da bulunmuş oldu.
Yeni Başkan’ın da ifade ettiği, yabancı ülkelerde rejim değiştirme, hükümet devirme, darbe yaptırma konularında ABD’nin sicili çok kabarıktır. ABD, Ortadoğu’da, Afrika’da, Latin Amerika’da yıllarca iç kargaşa yoluyla, askeri darbelerle veya açıktan askeri dış müdahalelerle kendine bağlı, ABD, İsrail ve Batı dünyasının çıkarlarına uygun kukla yönetimler kurmuştur.
Son örneği Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da yaşanan bu müdahaleler henüz tazedir. Arap Baharı’ndan “demokrasi” çıkacağını bekleyen ve desteğini “esirgemeyen” ABD, “terk edip devirdiği” yönetimler yerine, demokratik hareketlerin değil radikallerin gelmekte olduğunu görünce, frene basmışsa da işin içinden henüz çıkabilmiş değildir.
Çıkarlarının daha fazla garanti edemeyeceğini gördüğü an İran Şahı’nı, Saddam Hüseyin’i, Muammer Kaddafi’yi, Hüsnü Mübarek’i terk eden ABD, zamanında destekleyip güçlendirdiği bu diktatörler yerine, demokratik sistemlerin değil, işine geldiğinde destekleyip büyüttüğü, demokrasiyle hiç ilgisi olmayan akımların yerleşmekte olduğunu görmüştür. Şu anda Irak’ta, Suriye’de, Libya’da Mısır’da ne yapacağını bilmez haldedir. Eğer Trump bu gerçeği görerek bu sözleri sarf etiyse, önemli sayılmalıdır.
Irak’ı ve Suriye’yi içsavaşa sürükleyen ve fiilen her iki ülkeyi de üçe bölen emperyalist müdahale devam ederken, aynı anda, Kıbrıs müzakereleri de hız kazandı.
Suriye’nin bölünüp kuzeyinin PKK-PYD ‘devletçiği’ne bırakılması ve Akdeniz’e bir koridor açılmasının Türkiye açısından Kıbrıs’ın özellikle de Karpaz (Zafer) Burnu’nun önemini daha da artırdığına işaret etmiştim.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine kapıların sıkıca kapandığı, Suriye’nin parçalanmak üzere olduğu bir dönemde KKTC’nin varlığı stratejik önemdedir. Böyle bir süreçte Kıbrıs Türklerinin içinde eriyecekleri bir modele de Karpaz’ın verilmesine de “Evet” denilemeyeceğini vurgulamıştım. Böyle bir sonucun Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de haklarını ve geleceğini korumasına imkân bırakmayacağına değinmiştim.
Kıbrıs sorunuyla Suriye sorunu arasında bağlantı kurulmasını anlamakta zorlananlar oldu. Oysa haritaya bakıldığında, İskenderun ve Mersin limanları, Hatay’ın konumu, Suriye’de açılmak istenen PKK-PYD koridorunun Akdeniz’e çıkışı, Kıbrıs’ın etrafındaki doğalgaz yataklarının yeri, Doğu Akdeniz’deki enerji ve ticaret yolu çok açık biçimde bu bağlantıyı gösteriyor.
Emperyalist Batılı devletlerin Irak’ı ve Suriye’yi fiilen parçalayan müdahalelerinin nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil.
Olan Irak ve Suriye halklarına oldu.Irak gibi fiilen üçe bölünmüş Suriye’den ‘devletçikler’ çıkarmayı hedeflediğini saklamayan ABD’nin, bölgeyi yeniden düzenleme gayretleri Türkiye açısından KKTC’nin zaten var olan stratejik değerini daha da artırdı.
Türkiye şimdi Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e kadar uzanacak PKK-PYD koridorunu önlemek için TSK’yı da sahaya sürerek büyük bir mücadele veriyor.
Ankara, güney sınırı boyunca uzanacak ve Akdeniz’e ulaşacak bir PKK-PYD ‘devletçiği’nden sonra, sıranın Türkiye’nin toprak bütünlüğünün parçalanması ve Güneydoğu’nun koparılması hedefine geleceğini biliyor. Bu tehdidi, Fırat Kalkanı’yla henüz büyümeden yok etmeye çalışıyor.ABD’nin ise şimdilik Fırat’ın batısında olmasa da doğusunda PKK-PYD yönetiminde bir Kürt devletçiğine sıcak baktığı anlaşılıyor.
Doğdukları ve gömüldükleri yer, ne kadar ağır koşullarda hayatta kalmaya çalıştıklarını gözler önüne serdi.
Cenazeleri taşıyan arabalar 7 kilometrelik yolu 2 saatte aşabildiler. O da arkadan insanların itmesiyle. Kimi araçlar çamura saplandı kaldı, kimi araçlar yokuşu çıkacak güce sahip değildi, kimisi yan yattı, kimisi geri döndü...
Minik cenazeler zar zor köylere ulaştırılabildi. Dik yamaçlardan aşırıldı, bazıları eğimden düşecek gibi oldu...
Ölmenin, defnedilmenin de yaşamak gibi çok büyük mücadele gerektirdiği yerlerdi...
Demokratik-laik devleti yıkmak üzere FETÖ’nün yıllarca sinsi bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri içine yerleştirdiği ve cuntalaştırdığı bir şebeke kanlı bir darbe girişiminde bulundu. 246 vatandaşımızın şehit olması, binlercesinin yaralanması pahasına halk darbe girişimini püskürttü. Tankların önüne yattı, üstüne çıktı, helikopter ateşine göğsünü gerdi, uçakların bombaladığı Meclis’e, Cumhurbaşkanlığı’na, Genelkurmay Başkanlığı’na, emniyet müdürlüğüne koştu, canı pahasına darbecileri yakalayıp, teslim etti...
Türkiye Cumhuriyeti ipten döndü...
O günden sonra Türkiye’nin nasıl içeriden kuşatıldığını hayretler içinde öğrendik. Cumhurbaşkanı’nın canına nasıl kastettiklerini, komutanları nasıl derdest ettiklerini, devleti yönetenlerin hemen yanı başındaki görevlilerin FETÖ’nün emrinde asker ve sivil bürokratlar olduğunu şaşırarak gördük. Her gün çıkan yeni bilgilerle ne kadar büyük ve yaşamsal bir tehlikeyi atlattığımızı daha iyi anlıyoruz.
FETÖ İLE MÜCADELE