Yılın ilk günü koca bir tencere çorba yaparım

Yılın ilk günü koca bir tencere çorba yaparım, bilenler bilir ve uyandıklarında bir kase içmeye bana gelir

Bugün uzun yazmanın anlamı yok. Muhtemelen geç kalkacaksınız. Başınızın ağrıması da muhtemel.

Ağır ağır sokak kapısına yollanıp, kapının önüne bırakılmış gazete tomarına uzanacaksınız. Gazeteler yılbaşı eklerinden ötürü tuğla gibi olacak. Elinize almanızla içlerinden bir iki reklam sayfası kayacak. Başınızın biraz daha zonklamasını göze alarak eğilecek, paspasın üzerine saçılan sayfaları toplayacaksınız. Ve hepsini çöpe atacaksınız. Gazeteler birbirine benziyor gibi. İlk sayfalarında eğlenen insanların fotoğrafları var. Fonda havai fişekler. Manşet ise belli: 2005 Hoş geldi, sefa getirdi!

Koyu bir kahve yapıp evin en rahat köşesine seğirteceksiniz... Yatağa dönmeniz de muhtemel. İkinci sayfayı açmaya mecaliniz olursa, benzer fotoğraflarla karşılaşacaksınız. Aynı havai fişekler ama değişik şehirler. Times Meydanı, Kremlin, Champs-Elyssees’yi dolduran kalabalıklar. Başlarında kukuleta, zıplayan insanlar. Öpüşenler, gülenler.

Sonraki sayfa ünlülere ayrılmış olabilir. Kim nerede nasıl eğlendi? Falancanın tercihi şu otel, filancanınki bu lokanta, diğeri sokağı seçmiş, beriki yurtdışına gitmiş. İyi de kim kimdi?

İkinci fincana geçmeden bir şey yemelisiniz. Koyu kahve boş midede ters teper. Ayıltacağına beter eder. Okumayı kesecek, sürüklenerek mutfağa döneceksiniz.

Bir şeyler atıştırdıktan, iki de aspirin yuttuktan sonra tek isteğiniz olacak: Yeniden uyumak.

Uyandığınızda, ev de uyanacak. Sabah fark etmediğiniz ayrıntılar gözünüze batacak. Yeni yılı dışarıda kutlayanların işi daha kolay. Onları, fırlattıkları elbiseleri asmak, diğer tekini bulamadıkları ayakkabıları aramak, gömlekleri, çorapları kirli sepetine atmak gibi ufak tefek işler bekleyecek... Ya evlerinde kutlama yapanlar? İşte o vahim. Herkes gittikten sonra tablaları boşaltmış, evi havalandırmış, artan yemekleri özenle buzdolabına yerleştirmiş olsalar da fark etmez. Böyle gecelerin sabahında ev eve benzemez.

Karıncalar hemen işe girişir. Süpürgeyi kapar. Benim gibiler kapıyı arkasından vurduğuyla çıkar. Ama kimse gazete okumaz, sadece göz atar.

Hep yazdım, hep yazıyorum. Yılbaşı kutlamaları kadar bana anlamsız gelen başka bir şey yok. İnsan ne diye yaşlanmasını kutlar?

Gene de üç kez kandım, yılbaşı kutlamalarına katıldım. İlki Ortaköy’deydi. Sitare yememiş içmemiş, o sıralar Ortaköy’ün ahşap evlerinden birinde caz kulübü açmaya heveslenen, bunu da ancak üç ay sürdürebilen bir arkadaşına yardım etmeye karar vermişti. Tanıtımcı ya, akıllılık edip, açılışı yılbaşı gecesine getirdi ve hepimizi davet etti. Ih, mıh dediysek de olmadı. Kalktık, gittik diyemeyeceğim. Kalktık da gidemedik. Daha doğrusu ben gidemedim. O zamanlar oturduğum evden süslenip püslenip çıktım ve Beşiktaş’ta mahsur kaldım. Yarım saat, kırk beş dakika, baktım olacak gibi değil, ineyim de yürüyeyim dedim. İki adım atamadan, karşıdan gelen ve çoktan birer kasa bira devirdiği belli bir yeni yetme grubunun ortasında kaldım. Biri sendeledi, üstüme devrildi ve elbette beni de devirdi. Saç bir yanda baş bir yanda, topuğu çıkık, bileği burkuk kalktım, seke seke ilerlerken herkes durdu, saymaya başladı: Döörtt... Üüçç... İkiii... Biiir... Sıfırr ve tanımadığım bir adam boynuma sarılıp ‘Mutlu yıllar’ diledi. Bir sonraki yıl aksak topal geçti...

MADRİD YERİNE ANTALYA HAVAALANI

İkincisi evdeki partiydi. Kuzguncuk’taki ev şahaneydi. Manzaralıydı. Ve ısınmazdı. Sabahtan akşama şömine yakar, karşısında kakırdardık. Hele poyraz esmeye görsün, donardık. Ev ahalisi bu duruma alışmıştı da, konukların hali fenaydı. Paltolarını çıkarmayanlar, çıkarır çıkarmaz kalınca bir şal var mı diye soranlar... Nereden estiyse esti, yazı cennet, kışı eziyet bu evde yılbaşı partisi vermeye karar verdim. Çam, yemekler hepsi tamam. Soğuğa karşı önlem de aldım. Bir iki elektrikli radyatör buldum ve odunları sabahın köründe tutuşturdum. Son rötuş, mumları yaktım ve giyinmek için üst kata çıktım. O zaman oğlan ufak. Yalnız kalmasın, eğlensin demiş; onun da bir iki arkadaşını davet etmişim. İşte ne olduysa oldu, geçmiş gün unuttum, büyük bir şangırtı duydum. Aşağı inince bahçeye açılan koca kapının camını kırık ve bizimkileri suçlu suçlu bana bakarken buldum. Camları temizleyemeden insanlar geldi. Geldikleri gibi gittiler. Ertesi yıl, buz gibi geçti.

Üçüncüsünü anlatmak sayfalar sürer. Sadece Madrid’e gitmek üzere bindiğimiz uçağın Antalya’ya indiğini ve geceyi havaalanında geçirdiğimizi söyleyeyim, yeter. İzleyen yılın nasıl geçtiğini hatırlamıyorsam eğer, belli ki hatırlanmaya değer bir şey olmamış. Koca yıl en ufak bir iz bırakmamış.

Sonra tövbe ettim. Ve yeni yıla hep evde girdim. O geceye özel bir anlam yüklemedim.

Ama çocukluğumdan beri alıştığım bir şey var: Bizim evde yılın ilk günü işkembe çorbası olurdu. Koyu, meyaneli işkembe çorbası. Annemler ikindiye doğru kendilerine gelir ve hep birlikte çorba içilirdi. O tadı hiç unutmadım. O yüzden, evde oturacağımı, erken kalkacağımı, içki sersemi olmayacağımı da bilsem, koca bir tencere çorba yaparım. Bilenler bilir ve uyandıklarında bir kase içmeye bana gelirler.

Bugüne kadar hiç şaşmadı. O çorbadan içenler sonraki yılı keyifli yaşadı.

Üşenmezseniz eğer işte benim İŞKEMBE ÇORBASI tarifim

Artık hazır satılıyor. Öyle eskiden olduğu gibi alıp saatlerce yıkamaya, bıçağın tersiyle işkembeyi kazımaya gerek yok. Bol suda, varsa düdüklüde haşlayın. Ama iyi haşlayın. Sonra unu yağla yavaş yavaş kavurun. Aceleye gelmez. Un, kokmamalı. Meyaneye yavaş yavaş işkembeyi haşladığınız sudan katın. Karıştırmaya devam. İşkembeleri kesin. Nasıl isterseniz öyle. Kimi ince kesim sever, kimi tuzlama. Çorbaya atın. Tuzunu koyun. Ayrı bir tencerede tereyağı ve pul biberi kavurun, çorbaya katın. Sarmısaklı-sirke hazırlamayı da unutmayın. Afiyet şeker, yağ bal ve elbette yeni yılınız kutlu olsun.
Yazarın Tüm Yazıları