Siz orayı Socia diye bilirsiniz ama benim için hep Mustafa’nın yeri
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bilmem katılır mısınız? Benim için öyle mekanlar vardır ki oralara ne zaman yolum düşse, gittiğim ilk günü hatırlarım.
İstediği kadar el, istediği kadar çehre değiştirsin, orası benim için hep ilk günkü gibidir. Aslında anıların oyunudur bu. Ortada eski günleri hatırlatacak bir şey yoktur. Ne oturduğunuz masa, ne yediğiniz yemek, ne çalan müzik ne de müşteriler aynıdır. Ama adımınızı atmaya görün, yıllar öncesine döner, geçmişe gidersiniz.
Yeniköy’deki Socia da benim için böyle.
Mustafa Kemal Ağaoğlu -sonraları kendine taktığı isimle Mim Kaf- kendi yayınevini kapattıktan sonra bütün yazarları bir araya getirecek, onları buluşturacak bir kooperatif için kolları sıvamış Yazko’yu kurmaya çalışıyordu. Elinde en az yüz kişilik bir liste, kapı kapı dolaşıyordu. İşi zordu...
Başlangıçta kimse boynunda atkısı, kah sabah vakti, kah gece yarısı kapısını çalan bu kartal bakışlı adamı ciddiye almadı. Üstelik Mustafa yazarlardan da ellerini taşın altına koymalarını istiyor, katılan herkesin ortak olacağı bir kooperatiften söz ediyordu. Türk aydınları bir araya gelecek, kendi kitaplarını yayımlayacak, kendi dergilerini çıkartacaktı. Onun böylesine kolay anlattığı şey aslında olabilecek en güç işlerden biriydi. 80’li yılların o kara günlerinde herkes gibi yazarlar da uçlara savrulmuştu.
Eline üç kuruş para geçen gençler hemen dergi çıkartmaya koyulur, bir araya gelen iki kişi yayınevi kurardı. Ortada fazla okur da olmadığından bütün bu iyi niyetli girişimler ister istemez kısa ömürlü olur, iki sayı çıkabilen dergiler alkışlanır, üç kitap yayımlayan yayınevleri ciddiye alınırdı. Herkesin söyleyeceği sözü vardı da kimse o sözü diğerleri ile birlikte söylemek istemezdi. Horozlar kendi çöplüklerinde ötmeliydi.
Mustafa bir iki ay dolaştıktan sonra, imkansızı başardı. Yazko’yu kurdu. Şimdi iş onu yaşatacak parayı bulmaya kalmıştı. Cağaloğlu’nda bir han tutuldu, dergiler çıktı, kitaplar yayınlandı. Önceleri iyi giden satışların getirdiği, her yayıncının düşü, günlük gazete çıkarma aşamasına gelince yetmez oldu. Çıkmasına gazete çıktı da, bir iki ay sonra battı. Yazko da bundan nasibini aldı. Mustafa yönetimden çekildi, yerine gelenler bir süre devam etti, sonra da bitti gitti.
Ama iflah olmaz bir iyimser olan Mustafa Kemal pes etmedi. Bu kez Bilsak diye tutturdu. Üstelik Bilsak yazarlarla da sınırlı kalmayacaktı. Cihangir’deki bina, ressamlara da, yontuculara da, sinemacılarla tiyatroculara da açıktı. Atölyeler kuruldu. Ama sanatın nakde dönüşmesinin zorluğunu yaşamış, bundan gerekli dersi çıkarmış Mustafa bu sefer tongaya basmadı. Sürekli para akışını sağlamak için binanın çatı katını bar yaptı. Ne denir, doğru hesap: Türk aydını gün gelir kitap almaz ama içki içmeden durmaz.
Yaz ayları için lokal peşine düşmesi de o günlere rastlar. Herkes onun Cihangir’den fazla uzağa gitmeyeceğini düşünürken, o gitti Yeniköy’de denize sıfır bir bahçe kiraladı ve orayı o yılın en popüler mekanı yaptı. Yerde çakıl taşları, yürüyemezdiniz. Arada müzik çatallaşır, sinirlenirdiniz. Yemek servisinin de aksadığı olurdu. Ama artık havasından mı suyundan mı yoksa orayı mesken tutan insanlardan mı bilmem, ertesi gece onca yolu tepip gene Yeniköy’e gelirdiniz.
KIŞLARI SAKİN SEMTİN HIZLI YAZ MEKANLARI
O zamanlar, Kuzguncuk’ta oturuyordum. Ve Yeniköy’e gitmenin en kolay ve en güzel yolunu bulmuştum. Üsküdar’a iner, Beşiktaş motorlarından birine biner, Yeniköy’e kadar aheste çek kürekleri derdim. Dönüşte de, Beykoz motorlarından birine atlar, mutlaka ama mutlaka duvar boyu fışkıran mor ortancalardan bir tanesini koparır, yeni yapılmakta olan ikinci köprünün altından, yıldızlara baka baka evin yolunu tutardım.
O yaz vazolardan ortanca eksik olmadı.
Sonra gel zaman git zaman Yeniköy’e taşındım. Mustafa’nın bahçesi orda duruyordu. Adı değişmiş Süleyman Nazif olmuştu. Yeniköy’de oturanlar bilir. Kış aylarında Yeniköy kendi üstüne örtük bir mahalledir. Gidilecek yerler, bir iki balıkçı, bir iki mantıcı, köfteci, muhallebici ile sınırlıdır. Döne döne aynı yerlere gidilir, üç aşağı beş yukarı aynı insanlarla selamlaşılır. Yazın da durum pek değişmez. Bilinen kadroya bir iki yazlık mekan katılır ama buraların müşterileri farklıdır. Yeniköylü kış boyu gittiği yerlere sadık kalır, yazlığı yazlıkçılara bırakır. Ben de öyle yaptım. Yıllar önce üşenmeden Kuzguncuk’tan geldiğim bahçeye, mahalleye taşındıktan sonra pek uğramadım.
Geçen geceye kadar.
Geçen gece, benim için hep Mustafa’nın yeri olarak kalacak bahçeye ilk kez adım attım.
Davetliydim. Bir de telaşlı. İstanbul’dan gitme zamanı gelmişti. Bodrum’da uzun kalacaktım. Giderayak bol gezmeli, yazı biriktirmeliydim.
İyi de, kiminle gitmeli?
Önce o dönemi birlikte geçirdiğimiz ortak arkadaşlarımızı düşündüm. Sonra neden Mustafa ile olmasın dedim. Şimdi buralarda oturmuyor diye gelmemezlik etmezdi. Pekala karşı karşıya geçer, pekala bir iki kadeh içerdik.
İsterse eski günlerden söz ederdik. İsterse etmezdik. İsterse konuşurduk, isterse susardık. Tek kişilik masa ayırttım.
ESKİYE ÖZLEM Mİ, YOKSA YAŞLANDIK MI
Zemin artık çakıllı değil. Büyük minderler ve uçuşan tüller arasına yerleştirilmiş seyrek masalar. Orta yerde kocaman bir bar.
Bir de bahçeyi yan yalıdan ayıran duvara asılı koca bir televizyon. Artık kısa olan sezonu olası maçlar için ıskalamamak adına mı, yoksa oraya gidenler onsuz yapamıyorlar diye mi neden bilmem öyle asılmış, koca duvarı kaplamış. Allah’tan, kapalı.
Şık bir yer mi? Evet şık. Teferruatı az tutulmuş bir şıklık.
Müzik iyi. Bağırmıyor. Adına itirazımız var. Nasıl okunduğunu tartışıyoruz. Sosya mı? Soşya mı?
Kendisi iflah olmaz münafık ya, lafı Türklerin Türk olan hiçbir şeyi sevmediklerine, bundan Türkçe’nin de nasiplendiğine kadar vardırıyor.
Masaya gelip mutlu olup olmadığımızı soran alımlı hanımı görünce, yüzüne kocaman bir gülümseme yayılıyor. Güzele hep zaafı olduğunu düşünüyorum. Söylemiyorum.
Yemekler geldi. Mürekkep balıklı risotto gerçekten mükemmeldi. Şarap buz, ekmek çıtır, salata tazeydi.
Uzakta bir masada Yavuz Baydar’ı gördük. O bizi görmedi. Diğer masada gözümüze yabancı gelmeyen başka biri.
Yemek bitti. Kalktık. Mutluyduk, huzurluyduk, Boğaz tütmeye, gece çökmeye başlamıştı.
Ama gene de söylemeden edemedik: ‘Nerede bıldır yağan kar şimdi?’
Bir daha gelir miyiz diye sorduk. Geliriz dedik.
Eskiye duyduğumuz özlemi, yaşlanmamıza verdik.
SOCIA:
Köybaşı Caddesi No: 89, Tel: 0212 299 00 80
Kişi başı 50-60 milyon civarı.
Baş başa yemek ya da kapatıp davet vermek için ideal. Tek başına, mükemmel.