Paylaş
Situş’la oturmuş kaynatıyoruz. Sohbetin konusu yüzünü gerdiren ortak bir arkadaşımız. Buna sohbet değil dedikodu denir ya, ayrı...
İkimiz de, arkadaşın kendisini görüp de “Ne iyi olmuş diyenleri” geri püskürtmesine, inatla yüzüne bırakın neşter, krem bile sürmediğini söylemesine şaşırmışız ama konu öyle şehvetli ki, lafı noktalamak istemiyoruz. Bir süre sonra da iş dedikodudan çıkıp münazaraya dönüşüyor zaten.
Ben inkarın böylesinin insanı komik duruma düşürdüğünü söylüyorum. Situş her zamanki iyimserliğiyle belki çoluk-çocuk bilmiyordur, annesi duysun istememiştir, kocasından gizliyordur türünden sahip çıkıyor reddiyeye...
Ben çocuk dediğin koca adam, koca desen gözü sağlam diye karşı atağa geçiyorum. O çocukların yurt dışında okuduklarını, kocanın başını işten kaldıramadığını, zaten pek az erkeğin bunlara dikkat ettiğini hatırlatıyor. Böyle şeddeli şeddeli konuşurken laf dönüp dolaşıp öyle bir yere vardı ki, birbirimizin dediğini külliyen anlamadığımız ortaya çıktınca ikimizi de gülme krizi tuttu. Dolayısıyla da ortada ne dedikodu ne münazara kaldı. Bir ara kürsüden galip ayrılmaya ahdetmiş halimle böyle bir işlemin bu topraklarda asla gizli kalamayacağı üzerine bir şeyler gevelediğimi hatırlıyorum. Situş’un da “Belki ameliyatı Beverly Hills’te olmuştur” dediğini...
Akabindeki diyalog aynen şu:
Ben: Sanmıyorum neden oraya gitsin ki... Ayrıca İngilizce de bilmez. Zor.
Situş: İngilizce bilmesiyle ne alakası var canım?
Ben: Peki doktorlarla nece konuşacak?
Situş: Türkçe..
Ben: Türk doktorlara mı gitti orada?
Situş: Zaten hepsi Türk.
Ben: Ne demek hepsi Türk, olsa olsa bir-iki Türk vardır... Beverly Hills’in neresinde oldu ki bu ameliyatı?
Situş: Bahçesinde değil herhalde, ameliyathanesinde.
ALTINI İŞLEYEN İNCE UZUN PARMAKLAR
Beverly Hills’in adını ilk kez bu sağırlar diyaloğu sayesinde duydum anlayacağınız.
Çamlıca tepelerinde Beverly Hills adında bir estetik kliniği açıldığını ve de fena halde popüler olduğunu nereden bileyim?
Bu konuşmadan çok sonra, Situş’la gizlisi saklısı olmayan bir arkadaşımızı ziyaret için Çamlıca’ya gittik. Sabah ameliyat olmuş, ertesi sabah çıkacak. Aslında taa Çamlıca’lara kadar gitme nedenim biraz da adı bana hafif tuhaf gelse de şu meşhur Beverly Hills ne menem bir klinik görmek.
Bahçe içinde bir villa. Girişte resepsiyon, renkli koltuklar, beyaz duvarlara çizilmiş kelebek resimleri. Ameliyathane hastanelerdeki gibi zeminde değil, en üst katta. Ferah. Her kat farklı bir renge boyanmış ve her oda ayrı dekore edilmiş. Kelebekler her yerde mevcut ama... 11 odanın hepsi dolu. Burayı özel kılan sadece estetik operasyonlar yapılan bir klinik olması. Beş yıldız otel kıvamında odalar, tam teçhizatlı büyük bir ameliyathane ve neştersiz güzellik için çeşitli aletlerle donatılmış bir zemin katı. Bir de tabii orayı özel kılan doktorlar.
Arkadaşımı Op. Dr. Hasan Fındık ameliyat etmiş. Zaten Beverly Hills’i de kuran o.
Ziyaret bitiminde, gün gelir gerekir diye, kendisiyle tanışmak istedim. Ufacık tefecik misket gözlü biri Hasan Fındık.
Yerinde duramamasından hiperaktif olduğu belli. Nazik, efendi, alçakgönüllü olduğu da konuşmasından...
Hepi topu bir kahve içimi zamanım var, hemen hedefe kilitlendim. Anlaşılan her tür ameliyat yapılıyor. O ve ekibi kadını ve de erkeği istendiğinde baştan ayağa yeniliyor. Aynalara düşman kesilen herkese derman sunuyorlar anladığım kadarıyla.
Tamam klinik iyi de, Hasan Fındık kim?
Mersinliymiş. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirmiş. Uzmanlığı başlangıçta nöroloji ama sonra estetik ve plastik cerrahi çalışmak istediğini keşfedip, üç yıl da bu branşın eğitimini almış. Sonra beş yıl özel bir üniversitenin tıp fakültesinde estetik ve rekonstrüktif cerrahi dersleri vermiş. Başka bir üniversitenin master programında antiaging ve yaşlanma üzerine ders vermeye başlamış. O da yetmemiş bu kliniği açmış. Benim gibi sağır sultanlar dışında, kliniğin namı o kadar yayılmış ki ameliyathane de odalar da her daim dolu. Sırada yurt dışından gelen hastalar için bir konukevi açmak var.
Hikayesinde beni en etkileyen, kendini doktor kadar sadekar olarak görmesi. “Mersin’de orta halli bir ailenin çocuğu olarak yarım gün mücevhercilerin yanında çalıştım” diye anlattı. Bütün ilk ve orta öğretimi süresince yaz tatillerinde de ustaların yanında cevher işini öğrenmiş. Önce çırak, ardından usta olarak gönül verdiği cevher işini halen sürdürüyormuş. Boş zamanlarında evindeki atölyesine kapanıyor haddeden geçirdiği altınlarla takı tasarımı yapıyormuş.
O bunları anlatırken ellerine baktım. İnce uzun parmaklar. İçimden geçen düşünce “Altını çeken, nakşeden birine insan yüzünü emanet eder.”
Ama arkadaşımın yeni yüzünü görmeden bu yazıyı yazmamaya karar verdim. Sonra gördüm, iyi ötesiydi. Klavyenin başına oturdum...
Paylaş