Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e çok zor bir görev düşüyor... Kanın durması için, silahların susması için, öfke ve nefret denilen o sinsi ve habis “musallat”ın sönmesi için; Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in devreye girmesi gerekiyor. Nasıl mı? İspanya örneğiyle... Elbette her şey uymuyor. Noktası virgülüne kadar aynı çözüm değil. Ama bir esinlenme olabilir. “Ulusal Mutabakat Metni”nden söz ediyorum. Silahların susması için bir toplumsal mutabakat. İspanya’da olduğu gibi Meclis’te bulunan tüm partilerin bir araya gelip bir ortak metin üzerinde anlaşmalarından söz ediyorum. * Toplumsal mutabakatla. *Ortak akılla. Bunun için Cemil Çiçek bir çalışma yaptırsa, İspanya örneği incelense ve Cemil Çiçek gibi bir “müzakereci” tarafından partilerin önüne konsa... BDP’nin de böyle bir kapıdan geçecek kadar sıkıştığını bunaldığını görüyorum. İnanıyorum ki, Çiçek gibi tecrübeli bir isim mutlaka bir yol alınmasını sağlayacaktır.
İKİNCİ YAZI
Polisiye çözüm olmuyor
TEKRAR yazıyorum. 30 yıldır gördük. Yalnızca polisiye tedbirle çözülmüyor. İnsansız hava araçlarıyla insani sorunlar çözülmüyor. Kan üstüne kan nefret üstüne nefret yaratıyor. Mesela şu diyalog. Polis: Sen de kimsin? Adam: Ben milletin vekiliyim... Polis: Geçirmiyorum seni. Ben de devletim... İşte bugün geldiğimiz “demokratik çıkmaz”ın özeti budur.
ÜÇÜNCÜ YAZI
Hasan Cemal faktörü
HASAN Cemal’i dikkatle izliyorum. Kandil’le de görüşüyor. Devletin en üst makamıyla da... Yeni bir kitap daha çıkarttı. Barışa emanet ol! Sonra Taraf gazetesinden Neşe Düzel çok sıkı bir söyleşi yaptı Cemal’le... Hasan Abi’nin o söyleşideki bütün hassas vurgularını alt alta yazdım... Öcalan’a da uyarı yapıyor. Devlete de... Kandil’e de... Sanki, taraflar için bir “buluşma adresi” çiziyor... Bir harita... Okuduktan sonra Hasan Cemal’i aradım. Hasan Abi, bu yazdıklarından bir “arabulucunun eşkali” çıkıyor. Fatih ben yalnızca düşüncelerimi söylüyorum. Bu iş silahla çözülmüyor. Sen de biliyorsun... Hasan Abi’nin kızanı vardır, seveni vardır. Her düşüncesine de katılmam... Ama bu görüşme mekaniğini, devletin polisinden, MİT’inden daha iyi yapacağını düşünüyorum. Çok ter döktü bu yolda. Makul ve tarafsız olduğuna inanıyorum. Öyle ya; Beşir Atalay Bey “demokratik açılım” görüşmelerini Polis Akademisi’nde başlattığı zaman; “Seçilen yer yanlış” demiştim... Şimdi MİT denemesinin de yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Daha sivil bir adreste çözüm arayışı olmalı...
DÖRDÜNCÜ YAZI
Ahmet Hakan kardeşimize bir naturel enjeksiyon
AHMET Hakan “Şiir öldü. Memlekette şair kalmadı” diye kendi deyişiyle bir “racon kesti”. Edip Cansever’den İsmet Özel’e, Atilla İlhan, Turgut Uyar, Can Yücel’den Sezai Karakoç’a kadar isimler saydı. Artık iyi şair çıkmıyora getirdi. Sevgili Ahmet; Şiiri morga kaldırmana dayanamadım. “Nasıl bilirdiniz?” diye bile sormamışsın... Belki sen çok başka bir sokağa geçtin. Arka sokaklardan, dar geçitlerden, mazgalsız kaldırımlardan caddelere çıktın. Belki de şiir denilen mahluk, şairin ne yazdığı kadar okurun da nasıl okuduğuyla ilgili bir ruh kimyası istiyor. Bunlar tartışılır... Sevgili Ahmet; İsim isim sayarsam yanlış olur. Bu yüzden onlarca kitabın yerine buraya Underground Otopark’tan bir cümle kesiyorum... Enjeksiyon Naturel: “Hüznün altında yürürdük saatlerce el ele. Seni şimdi görsem, kendimi bir yerlerden hatırlar ama asla çıkartamam. Bir deniz kabuğu gibiydin. Kulağımı dayayıp sana garip sesler dinlerdim...” Ve son cümle: “Her masal biter. Her masaldan bir ders çıkartılır... Ben de senden bir ders çıkarttım. Artık farkındayım. Farkındayım. Okyanustan gelen ve okyanusu unutmayan hiçbir şey sevgili olamaz insana...” Evet; ondan bahsediyorum. Küçük İskender her şeye ve hepimize rağmen yaşıyor. Önceki gün evinde genç şairlerle sohbetler ettik. Senin saydığın şairlerin, iyi şair değil, “kelime aritmetikçisi” olduğunu söyleyenler de vardı. Hepsi tek tek ayağa kalkıp şiirlerini okudu. Sıkı şiirlerdi. Sevgili Ahmet, gel sen bu raconu geri çek... Ya da; Mesela bu çarşamba Roxy’de Küçük İskender’i ve genç şairleri dinlemeyi dene... Bunların hiçbirini yapmazsan, bir gün ben zorla okurum o şiirleri sana...
BEŞİNCİ YAZI
Vallahi size o sayıyı verecek kişiyi de aldılar
KCK gözaltılarının sayısı bir muammaya dönüştü... İçişleri Bakanı 485 diyor. BDP 4 bin civarında bir sayı veriyor... Önceki gün İstanbul’daki gözaltılar için editör arkadaşım Anıl Demir’den rica ettim: BDP il başkanlığını arayıp, gözaltılar hakkında bilgi alabilir miyiz? Sayı ne oldu mesela? 1 saat sonra Anıl aradı: “Fatih Bey, ben oradan bir yetkiliyle konuştum. Aramızda aynen şu diyalog geçti:” ANIL: Efendim ben hürriyet.com.tr’den arıyorum. Dünden beri gözaltılar var. Durum nedir? YETKİLİ: Biz de anlamaya çalışıyoruz. Avukatlarımız bakıyor. Ama gelip gelip alıyorlar.. Peki şu anda kaç kişi gözaltında... (Yetkili bir dakika dedikten sonra telefonu bir yere aktarıyor. Ama kimse çıkmıyor... Bir süre bekleme.... Sonra aynı yetkili..) YETKİLİ: Vallahi şimdi soracaktım. Ama o kişiyi de aldılar... Bu manzaradan benim çıkarttığım sonuca gelince; Belli ki MİT-PKK görüşmeleri sürerken, KCK yapılanması üzerine polis ciddi bir izleme yapmış. Ama “Oslo görüşmeleri” aksamasın diye savcılık aşamasına getirilmemiş. Tek tek izlenmiş, dinlemeler yapılmış, kayda alınmış. Ve görüşmeler kesilip de, terör yine başlayınca düğmeye basılmış. Anlayacağınız; MİT-PKK müzakeresi sırasında geciktirilen polis operasyonu şimdi BDP üzerinden yapılıyor. Ve ipler gerildikçe geriliyor...