Paylaş
Deniz Bey günlerdir sürdürdüğü eleştirileri anlatırken bir ara şöyle diyor:
“Öyle olaylar var ki şaşkına dönersiniz. Mesela götürüp bir hâkimin önüne dinlenecek telefonların listesini koyuyorlar. Uzun bir liste. Hâkim kararı alıp onaylıyor. Sonra bir anlaşılıyor ki, o listede kararı veren hâkimin de telefon numarası var. Yani hâkim kendi kararıyla kendisini dinletmiş haberi yok.”
Deniz Bey’in verdiği bu örnek sorularla bulanmış zihnimi iyice sarsıyor. Bendeki bardak taşıyor. Soruyorum: “Nasıl yani? Dinleme kararını alan hâkimin telefon numarasını da mı o listeye koymuşlar?”
“Evet” diyor Baykal, “aynen öyle. Hâkim görmemiş bile.”
Şaşkınlık, şoka karışıyor.
Peki bunun belgesi var mı?
AD YOK, NUMARA VAR
Baykal daha yüksek bir ses tonundan cevap veriyor:
Evet, tabii var belgesi. Hatta daha da ötesi var. Mesela 40 kişi için dinleme kararı almışlar. Liste hazırlanmış ama hâkimin önüne giden listeye ilgisiz bir telefon numarası daha eklenmiş. Bakıyorsunuz o telefonu kullanan kişinin ismi listede yok. Ama telefon numarası var. Yani tanınmış, önemli bir ismi o listeye koymuyorlar. Ama numarasını koyuyorlar. Böylece dikkat çekmeden dinliyorlar.” Baykal’ın bu söyledikleri karşısında tüylerim diken diken oluyor. Konuşan ana muhalefet partisi lideri... Yılların Deniz Baykal’ı, hiç tereddüt etmeden “belgeleri var” diyerek bu korkunç iddiaları ortaya koyuyor.
Ve ekliyor:
Mahkeme sistemi allak bullak durumda. Özel hayat diye bir şey kalmamış. İki kişi telefonda konuşuyorlar. Belki dedikodu yapıyorlar. Ya da fantezi yapıyorlar. Cinsellik var. Şimdi sen bunu basına sızdırıp, özel hayatı delik eşik edersen ne olacak. Bunu insanları sindirme aracı olarak kullanırsan olur mu? Özel hayatın kalmadığı yerde demokrasi kalır mı?
Evet iddialar ortada. Ve eğer bu iddialar doğruysa durum vahim... Bir “taraf”ta Türk Silahlı Kuvvetleri içinde demokrasiye müdahale için örgütlendikleri iddia edilen deniz kuvvetleri mensupları. Diğer tarafta dinlemelerin yapıldığı kurum olan TİB’e baskın düzenlenmesi. Polis, jandarma, MİT birbirinden bağımsız dinlemeler yapıyor. Birinin dinlediğini öteki de ayrıca dinliyor. Belki de birbirlerini dinliyorlar. Sonra Başbakan Erdoğan’ın yasadışı dinlendiğini öğreniyoruz. Yargıtay’ın santralına dinleme kararı verilmiş. Dinlemelerin en yoğun olduğu Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı bile dinlenmiş.
GÜVENSİZLİK UÇURUMU
Peki bütün bu manzara ne anlama geliyor? Bunun bir tek açıklaması olabilir... O da şudur:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir hızla “güvensizlik uçurumu”na yuvarlanıyor. Artık kimse kimseye güvenmiyor. Kurumlar arasında tam bir güven bunalımı var... İşte böyle bakınca durum gerçekten ağır... Eğer ana muhalefet partisi lideri bu ağır iddiaları ortaya atıyor ve “Elimde belge var” diyorsa durum gerçekten vahim...
İKİNCİ YAZI
Diplomatik başarı nereden anlaşılır
Diplomatik başarı, ülke için bir ticari kazanca dönüşmediği sürece başarı sayılabilir mi? Şunun için soruyorum:
Başbakan Tayyip Erdoğan bugün Libya’ya gidiyor. Daha önce onlarca gezi yapıldı.
Acaba bu diplomatik geziler bir ekonomik başarıya dönüşüyor mu? Aldığım izlenim olumlu. Örneğin Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren, “Bu geziler önemli. Meyvelerini toplayacağız” diyor... Peki dünya bunu nasıl yapıyor? İşte Berlusconi... İtalya Başbakanı da Libya’ya gitti. Ve bu ziyaretten hemen sonra Kaddafi, 2 bin kilometrelik sahil otoyolu projesini İtalyan müteahhitlere verdi. Bu projeye Türk müteahhitler de talipti... Dev yatırım ihalesiz İtalyanlara gitti. Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy, Talabani’yi ağırladıktan sonra Fransız firmalar Bağdat’taki altyapı işlerini almaya başladılar. Almanya Başbakanı Merkel’in körfezden uzak durmadığını biliyoruz. Türkiye’nin Irak’taki olumlu çabaları sonucunda Türk müteahhitler Kuzey Irak’ta büyük işler aldılar.Bu liste uzar gider... Şimdi Libya’da Trablus metrosu ihalesi var. 3.5 milyar dolar. Ve bu ihalede finale kalan üç firmadan birisi Türk. İşte benim sorum bu noktada ortaya çıkıyor:
Bakalım Türk diplomasisi burada ekonomik kazanıma dönüşebilecek mi? Metro ihalesi Türklere gidecek mi?
Başbakan’ın gündemindeki ikinci önemli konu şu:
Türk bankalarının teminat mektupları Libya’da geçmiyor. Bu gezide bu sorun aşılabilecek mi?
Bu soruları şunun için soruyorum:
Artık devletlerin topla, tüfekle gücünü gösterme devri bitti... Şimdi tankların yerini iş makineleri aldı. Büyük antlaşmalara atılan imzaların yerini ise dev projelere atılan imzalar aldı. Bu yüzden diplomasinin başarısı ancak bir ekonomik kazanıma dönüşüp dönüşmediğiyle ölçülmelidir.
ÜÇÜNCÜ YAZI
Slikon Vadisi’nde temsilcilik açmak
“40 milyon nüfuslu Polonya’da 442 üniversite var... Bizdeki üniversite sayısı ise 123.” Peki bunun anlamı nedir? Polonya her yıl bizden 4 kat daha fazla kaliteli genç nesil eğitiyor... 4 milyon nüfuslu Yeni Zelanda yılda 1.5 milyar dolarlık bilişim teknolojisi ihraç ediyor. Bizim neredeyse üç katımız...
Çin, Silikon Vadisi’nde temsilcilik açmış. Yeni ürünleri yakalıyor. Kendi teknolojisini geliştiriyor. Japonya öyle. Oradan alıyor yeni dünyanın marka teknolojilerini... Yani sonraki yüzyıla yatırım burada yapılıyor. İşte bu yüzden soruyorum:
Türkiye, geleceği için Silikon Vadisi’nde bir temsilcilik açamaz mı?
Türkiye artık kendi markalarını dünya rekabetine açacak yatırımı yapamaz mı? Nerede o girişimci özel sektör? Nerede TÜSİAD?... Nerede TOBB?
DÖRDÜNCÜ YAZI
Kafadan engellilere bir ağır uyarı daha
Fatih Bey, engelli vatandaşların sesi oldunuz. Ama bize söylenen hiçbir şey gerçekleşmiyor. Lütfen sesimizi duyurmaya devam edin...
Bir başkası:
Engelli oranlarının belirlenmesi için Ankara’nın onayı kalkacaktı. Ama hiçbir gelişme yok. Mağduruz.
Tekerlekli sandalye ile bir şehirde dolaşmak mümkün değil. Ev hapsindeyiz... Evet ne yazık ki, size müjde veremiyorum. Ne yapsam, ne kadar yazsam, bu kafadan engelli zihniyeti aşamıyoruz. Bir körleşme var. Hâlâ okullarda engelli çocuklarımıza göre bir merdiven, tuvalet ve sınıf tasarımı yok. Hatırlayın, Ankara’da Köksal Toptan Lisesi’nde oy kullanabilmek için tam 134 basamak çıkmıştım. Ve o zaman sormuştum:
Engelli vatandaşlarımız nasıl oy kullanacak?
Görevliler, “Biz de bilmiyoruz” diye cevap vermişti... Ben de demiştim ki: “Bu demokrasi sakat bir demokrasidir. Çünkü on binlerce engelli vatandaşımız oy kullanamıyor...” Peki şimdi ne değişti? Yüksek Seçim Kurulu bir karar mı aldı? Engelli oranları sorunu düzeltildi mi? Belediyeler şehirler için özel kararlar mı aldı? Hayır. Hiçbir şey yapılmadı. Ses yok. Çıt çıkmıyor. O sağırlık, o körlük sürüyor. Bu yüzden bu kör ve sağır, hatta kalpsiz düzene karşı bir kez daha uyarıyorum: Bu “kafadan engelli” zihniyeti değiştirin artık... Duyun bu sesleri...
BEŞİNCİ YAZI
Silahsız PKK ne olacak!
Bunu biliyoruz. Ama sorun başka yerde. Başka bir eksende... Devletin yakasına yapışan asıl soru şu:“Silahlı PKK varlığı” biterse Türkiye “silahsız PKK”yı ne yapacak? Nerede konumlandıracak? Yaşanan ve milleti çileden çıkartan manzara şuydu: Devlet “gelin” dedi, gelenler DTP otobüsünün üstünden “üniformalı zafer şovu” yaptılar...
Diyorlar ki:
- Tamam, silahı bırakıyoruz. Ama siyaset yaptıracak mısınız?
DTP otobüsünün üstüne işte bu nedenle çıktılar...
Evet, bu sorunun cevabı yok.
Devlet ve siyaset bu sorunun cevabını bulamıyor... Hazırlıklı değil.
Çünkü kanla yazılan hatıralar, ancak gözyaşıyla okunabiliyor. Kimse kalbindeki acıya virgül koyamıyor. Şair dostum Akif Kurtuluş’un dizesi gibi:
“Kimse birbirinin yarasında mola vermiyor...”
O yüzden asıl soru “silahlı PKK” değil. Silahsız PKK ne olacak?
Paylaş