Paylaş
O kadar büyük ve geniş bir yansıma ki bu, kimse ve hiçbir şey bu aynadan saklanamıyor.
İşte yıllardır karanlık sokaklarını sinsi ve acımasız gölgelerin yönettiği şehirler...
Teker teker ayağa kalkıyor.
Ve özgürlük çığlığı o dijital aynadan bütün dünyaya yansıyor. Hayaller ve heyecanlar, öfke ve şiddet, baskı ve zulüm gizlenemiyor.
Bu yüzden korku cumhuriyetlerinin diktatörleri, sessiz halklarından gelen yeni sesleri kesemiyor.
Mısır’da Mübarek, geçmişte yaptığı katliamları bu dijital aynada yapamıyor. Zindanları işkenceyle dolduramıyor.
Çünkü eski moda katliamlarını yine yapsa. Bu defa insanlığın gözleri önünde, tarihin ilk naklen cinayetini işleyecekti. Çünkü, İnterneti kesseler, bu defa cep mesajları inanılmaz bir “özgürlük zinciri” oluşturabiliyor. Halkın üzerine ateş açan bir polisin yüzü anında cep mesajlardan, insanlığın önündeki o dijital aynaya yansıyor.
Diktatörlerin eşkali gözler önünde. İşkencenin robot resmi ekranlarda.
Tunus öyle. Yemen ve diğerleri.
Libya’da Kaddafi’nin çılgınlığı sürüyor. Ama insanlığın gözleri önünde.
Ve mesela Suriye.
Suriye sokakları özgürlük diye haykıranlarla doluyor.
Ve oğul Esad, babasının 1982’de Hema’da 20 bine yakın insan öldürttüğü o katliamı tekrar yapamıyor. (Halep’te kendisiyle konuşmuş birisi olarak oğul Esad’ın böyle bir katliam için emir vermek isteyeceğini de sanmıyorum)
Ama Suriye sokaklarında yine de şiddet var. Ve elbette insanlık o dijital aynadan izliyor.
Peki daha önce gölgelerin hüküm sürdüğü bu sokaklar birdenbire nasıl böylesine hareketlendi?
BUZDAN HEYKELLER
Hatırlıyorum da...
Esad ve eşi Esma Hanım; Abdullah Gül’ü kaldığımız otelden almaya gelmişti. Otelin önünde bir kalabalık toplanmış, Türkiye ve Suriye’yi öven sloganlar atıyordu.
Az sonra Cumhurbaşkanı Gül ve eşi Hayrünnisa Hanım indiler. Tam arabalar hazırlanıyordu ki; Gül dışarı çıkıp destekleyen kalabalığa doğru yürüdü. Esat da yanında...
Alkışlar, “Yaşa, var ol” sloganları...
Ama slogan atanlarda bir gariplik vardı. O insanlara baktığımda, yüzlerinde alkışlarını anlatacak bir heyecan görememiştim. Sanki gözlerinde buzdan heykeller vardı. Sahici olmayan bir kalabalık. Belli ki “alkış görevlisi” olarak oradaydılar.
Sonra Halep’teki muhteşem sarayında Esat’la uzun bir sohbet yapmıştık. Ülkesinde yapacağı reformları anlatmıştı.
Babasının dünyaya kapattığı Suriye’nin yönünü Batı’ya çevirmek istiyordu. Ama sözlerindeki çekingen üsluptan anlamıştım ki; babasından kalan “diktatörlük artıkları”yla bu kolay olmayacaktı. Mesela Faruk El Şara uzaktan yaşlı bir kurt gibi bakıyordu.
Oğul Esad, babasının “diktatörlük mirası”na mahkûm gibiydi.
Peki Esat ne yapacak?
Çare yok;
Artık hiçbir yasak o dijital aynadan kurtulamıyor.
Özgürlük bir su gibi akıyor ve korku coğrafyalarından geçip bir nehir halinde geleceğin denizlerine dökülüyor.
Artık yasak işlemiyor.
Şimdi düşünüyorum da; eğer “dijital ayna” çok daha önce varolsaydı. Tek kanallı resmi devlet televizyonlarının dünyası çok daha önce bitseydi...
Mesela hiçkimseyi öldürmemiş olmasına rağmen Deniz Gezmiş ve arkadaşları yine asılabilir miydi?
Ya da Menderes?
Dünya bu davayı o dijital aynada izleseydi, 12 Eylül’ün işkence odaları böylesine pervasızca işleyebilir miydi? Ziverbey olur muydu? Yassıada yaşanır mıydı?
Ama artık dünya değişti. Dijital zincir, bir özgürlük nehri gibi en kurak toprakları bile suluyor.
İşte İran’da Sakine. O dijital zincirin kuşatmasıyla, boynuna kadar toprağa gömülerek taşlanarak öldürülme cezasından kurtulan kadın.
Suudi Arabistan’daki o Türk’ün başı bu nedenle kesilemedi.
Şimdi düşünün;
Basılmamış bir kitap yasaklandı ve geri kalanı aranıyor. Birileri de çıktı hemen bir internet sitesi kurdu. 11 Nisan’da kitabı o siteden yayınlayacaklarını söylüyor.
Ne olacak şimdi?
Artık yeni bir çağdayız.
Hiçbir yasak, insanlığı “küresel bir göz” haline getiren o dijital aynadan kurtulamıyor.
Türkiye’nin, yaralı bereli bir demokrasi tarihi de olsa bugün, geleceğe bakışıyla, bu coğrafyada bu gerçeği anlayacak bir ülkenin evlatlarıyız biz.
Bu yüzden kıymayalım.
İçine düştüğümüz öfke kamplarını birer “nefret mabedi” haline getirip, geleceğimizi kurban etmeyelim.
İKİNCİ YAZI:
Cemil Çiçek’ten anahtar cümle
BAŞBAKAN Yardımcısı Cemil Çiçek’e sordum:
- Nedir bu yaşadıklarımız? Şimdi de bir kitap basılmadan yasaklandı? Ne anlam vereceğiz buna?
- Anahtar cümle şudur. 2003’ten sonra AK Parti’nin iktidar olmasını içine sindiremeyen bazı çevreler, eskiden kalma kanun dışı yöntemlerle sonuca ulaşmaya çalıştılar. Nasıl yaparız da AK Parti’yi iktidardan demokrasi dışı yollarla indiririz diye kanun dışı yollar denediler.
- Kim bunlar?
- Buna yargı karar verecek. Ama birtakım insanlar kendilerini halkın ve demokrasinin üzerinde görerek kendilerini kurtarıcı ilan ettiler. Hukukun dışına çıktılar. Bunu eskiden de denediler.
- Şimdiyle ne farkı var?
- Eskiden siyasi irade yoktu. Şimdi arkasında halk olan bir siyasi irade var. Her şey ortaya çıkıyor.
- Peki kitap meselesi?
- Bakın yargının bu kararları nedeniyle siyasi iradeyi suçlamak hangi yasada var. Bizim sorumluluğumuz yok ki. Ben savcının ne karar alma sürecini ne de sonrasını biliyorum. Haberimiz bile olmuyor. Eğer yargı bağımsız diyorsak, yürütmeye neden soruluyor? Yani bizim yargıya müdahale etmemiz isteniyorsa bu olmaz.
- Gazetecilerin tutuklanması tepki çekiyor. Demokrasi açısından nasıl bir imajdır bu?
- Ama şunu da unutmayın. Gazeteci suç işlemez mi? Avukat ya da doktor suç işlemez mi? Eğer gazeteciliğinden dolayı suçlanıyorsa bunun yeri başkadır. Eğer uygulamada bir hata varsa bu ayrı konudur. Ama bugün 52 gazeteci tutuklu gözüküyor. Suç isnatlarının gazetecilikle ilgisi yok. Şimdi buna gazetecilik mi diyeceğiz? Tabii meslek dayanışması nedeniyle gazeteci söz konusu olunca tepkiniz de ona göre oluyor.
Evet, Başbakan Yardımcısı Arınç, “Endişe duyuyorum” diyor ama diğer Başbakan Yardımcısı Çiçek “anahtar cümle”yle başka bir mesaj veriyor.
Yarın bu sohbete devam edeceğim...
ÜÇÜNCÜ YAZI:
CHP’nin bu gezisine dikkat
BUGÜNE kadar ABD ve AB ile arasında hep gizli bir duvar varmış gibi hareket eden CHP tam bir strateji değişikliği yapıyor.
Yıllar sonra CHP çok ciddi bir kadroyla ABD’ye gidiyor.
Amaçları yeni CHP’yi anlatmak. Ve Kılıçdaroğlu’na yapılan davetin ön görüşmeleri de gündemde. Washington’a giden kadroya bakınca gelişme daha da net anlaşılıyor.
Umut Oran, Osman Korütürk, Faik Öztrak, Gülsün Bilgehan, Faruk Loğoğlu.
Korutürk CHP’nin diş ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı. Dünyaya açık, tecrübeli bir diplomat. Faruk Loğoğlu eski Washington büyükelçimiz. Ankara-Washington dengelerini çok iyi bilen bir isim. Öztrak, IMF ile ilişkileri götürmüş eski hazine müsteşarı.
CHP heyetinin randevu listesi kabarık. Pentagon’dan Milli Güvenlik Konseyi’ne; ABD Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör John Kerry’den, Robert Wexler’e kadar geniş bir liste.
Yıllardır muhalefeti, “Anayasa Mahkemesi’ne itiraz dilekçesi yazmakla” sınırlayan ve “Tehlike dışarıdan geliyor” diyerek, kendisini dünyaya kapatan CHP’nin bu açılımı Türkiye demokrasisi açısından umut vericidir.
Paylaş