“Tamam çok seviliyor. Çok heyecanlı... Çok seyircili...
Ama tek spor futbol değil ya. Salgın boyunca, hangi futbolcunun hangi arabaya bindiğinden, ne yediğine kadar her şey haber oldu...
Peki ya onlar...
Yani göğüslerinde ‘ay-yıldızlar’la dünya çapında yarışlara giren ‘altın çocuklarımız’ ne yapıyor?”
Atletlerimiz...
Televizyon başında “Hadi aslanım, hadi kızım” diye bağırdığımız çocuklar...
Sahalarda İstiklal Marşımızı söyleten, bayrağımızı yükselten sporcularımız...
Bakan
“Denizcilerimizden bir haber var mı?”
Markette alışveriş yaparken bir ses:
“Fatih Bey, çok merak ediyoruz, bir haber var mı?”
Ya da çevreci ve denizcilerin sosyal paylaşım gruplarında:
“Çok üzgünüz. Bir haber var mı?”
Biliyorsunuz, katamaranla dünya seyahati yapan üç amatör denizcimiz, Kızıldeniz girişinde fırtınaya yakalanınca Eritre’ye sığınmışlardı.
Selim Ekşioğlu, İbrahim Iğnak ve Lütfi Erman...
Massawa Limanı’na girdiklerinde iki asker onları almış, kaptan
Kalpten destekler... Gönülden dualar aldım...
Binlerce “selametle inşallah” diyen denizci...
Ne kadar duygulandım bilemezsiniz.
Denizcilik böyle bir şey işte...
Tuzu ruhumuza tatlı gelir...
Ve dünkü yazım üzerine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu aynen şöyle diyor:
“O denizcilerimizi orada bırakmayız. Daha ilk günden beri en titiz şekilde ilgileniyoruz. Eritre Dışişleri Bakanı’na bir de mektup yazdım. Cuma günü bir haber aldık. 10 gün içinde serbest kalmalarını bekliyoruz.”
İşte bu sözler rahatlattı.
Benzeri bir çığlık, Selim Ekmekçioğlu’nun eşi Şeyda Hanım’dan geliyor:
“Artık dayanacak halimiz kalmadı.”
Gözü yaşlı çocuklar, perişan aileler...
Eritre’de nereye götürüldükleri bilinmeyen üç Türk denizcinin hikâyesi bu.
Selim Ekmekçioğlu... İbrahim Iğnak... Lütfi Erman Atamer...
Tekneyle dünya turunda olan üç Türk denizciden 35 gündür haber alınamıyor.
Sığındıkları Eritre’de askerler tarafından bir adaya götürülen denizcilerden son mesaj:
“
Kısa olmayan bir telefon sohbeti...
Samimi, içten, kalpten bir sohbet...
Birçok konuyu özetle anlattı.
O sohbetten benim çıkardığım sonuca gelince...
- Bu salgın sonrasında dünyaya ve önümüze çok daha umutla ve güvenle bakabiliriz.
- Her alanda Türkiye’nin hakkını hukukunu koruyan büyük bir irade ve kararlılık var.
- Türkiye yepyeni yatırımlara ve sıçramalara hazırlanıyor.
Yeter ki körü körüne düşmanlık olmasın...
Bu soruların cevapları için dün Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’la konuştum.
İlk bilgi şu: “Alman yetkililerden, operatörlerden çok olumlu mesajlar geliyor.”
Almanya’da hükümetin turizmden sorumlu ismi Thomas Barreiss’ın önceki hafta olumlu mesajlar verdiğini biliyorum.
Bu arada bir not:
Almanya’nın turizmden sorumlu en yetkili kişisinin ayrıca bir Türkiye sevgisi var. İstanbul ve Bodrum’da tatil yapan bir kişi... O nedenle Türkiye’de tatil yapmak isteyenleri çok daha iyi anlıyor.
PEKİ NE KONUŞTULAR?
Almanya’dan gelen bu
Uluslararası çapta dev şirketler katılmış...
Kıran kırana bir rekabet yaşanmıştı.
Aradan zaman geçmiş, nefesler tutulmuş, ihale sonucu bekleniyordu...
Kolay değil. 2.5 milyar Euro’luk bir proje... Dünyanın sayılı asma köprülerinden birisi... Üstelik Avrupa’da o sırada bu ölçekte bir ihale de yok. Yani sonucu bekleyenler yalnızca Türk firmalar değil. Uluslararası dev finans grupları, bankalar, inşaat şirketleri de var.
İşte tam o günlerde, Limak Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir’le Ankara’da sohbet ediyoruz. Ama öyle resmi bir sohbet değil... Yıllara yayılan bir dostluğun samimi hali... Çünkü ne zaman teniste yensem ya da ara sıra yenilsem, kıran kırana bir “kızdırma sohbeti” olurdu.
İşte yine öyle bir gün, baktım Nihat Özdemir çok heyecanlı...
“
Son model siyah cip arkasında onlarca araçla gelip eski taş binanın önünde duruyor.
İki asker koşturup siyah cipin kapısını açıyor.
İçinden siyah gözlüklü, askeri kıyafetli genç bir adam iniyor.
Arkasında onlarca gerilla kıyafetli koruma.
Ellerinde son model silahlar.
Genç adamı taş binanın önünde yine gerilla kıyafetli 4 kişi karşılıyor.
Sarılıyorlar.
Hepsinin göğüslerinde armalar var.