EN son Foreign Affairs Dergisi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için “Türkiye’nin Henry Kissinger’ı” benzetmesini kullandı...
Batılı diplomatlar “entelektüel birikimi” ve dış politikada oynadığı “derin” rolden dolayı Davutoğlu’nu sık sık Kissinger ile kıyaslıyor. Oysa Ortadoğulu siyasetçiler ona “Brother Ahmet” diye sesleniyor. Diplomatlar için ise hâlâ “Hoca”. Peki o kendisini nasıl görüyor, hangi tanım gerçekten onu anlatıyor? * * * Hafta sonu bir grup gazeteci Davutoğlu ile birlikte “Değişen Dünyada Türk Dış Politikası’nı tartışmak için Oxford Üniversitesi’ne gittik. Davutoğlu’nu yaklaşık 20 yıl öncesinden tanıyorum fakat dışişleri bakanlığı koltuğuna oturuşunun birinci yılında kendisiyle yaptığım bu uzun ve kapsamlı seyahat onu teorisyen olmanın yanı sıra pratisyen olarak da daha iyi anlamama sebep oldu. * * * İlk gözlemim... Bakanlığa rağmen “insani” özellikleri hiç değişmemiş. Öyle ki diplomatlar bile ona hâlâ “Hocam” diyor. Uzun bir süre “baş danışman”’ sıfatıyla Türk dış politikasına yön verdi. Yedi yıl boyunca ona “Hocam” diye hitap edenler birden “Sayın Bakanım”a dönememiş, zaten o da istememiş... İlişkilerinde alabildiğine rahat, samimi ve sıcak... * * * Bakan olduğu günlerde önüne onay için bir müsteşarının makalesi gelmiş. Sormuş “Ne alaka?” diye... Cevap: Dışişleri mensupları makale yayımlayacakları zaman bakanın onayı gerekir... Çağırmış müsteşarı, yazıyı okumadan iade etmiş ve şu talimatı vermiş “Hemen bu uygulamayı kaldıralım. Eğer bu koltukta oturuyorsanız zaten nerede ne yazacağınızı en iyi siz bilirsiniz. Değilse bu koltukta oturuyor olmanız yanlış”. Peki ya bir diplomat Türk dış politikasına aykırı bir makale yazarsa? “Fikirlerine kimse karışamaz ama idari olarak hesap verir...” * * * Bakan olduğu gün tüm bölümleri tek tek dolaşmaya başlamış. Entelektüel anlamda ne protokol ne de hiyerarşiye inanıyor. Hatta düzenli olarak yaptığı beyin fırtınası toplantılarında özellikle kıdemsiz olduğu için konuşmaya çekinenleri konuşturuyor. Tek ilkesi var... “Karar alınmadan önce en aykırı fikirlerin masaya gelmesini isterim. Ama karar alınmışsa kendim dahil herkesin o karara sonuna kadar uymasını beklerim...” * * * Bunları neden aktarıyorum, çünkü Davutoğlu “stratejik derinlik-adil hafıza-kamu diplomasisi-yumuşak güç-komşularla sıfır sorun” gibi kavramlarla sadece Türk dış politikasını değiştirmiyor aynı zamanda toplumun, partisinin ve bakanlığının zihin dünyasını ciddi biçimde dönüştürüyor... Bu yüzden “Neo-Osmanlı, eksen kayması, Türkiye’nin Kissinger’ı, Ahmet Hoca ya da Ahmet Kardeş” klişelerine tek başına sığmıyor... Oxford’da öylesine kuşatıcı bir konuşma yaptı ki, ayakta alkışlanan oturumu yöneten İngiliz akademisyen söyleyecek söz bulamadı. “21. yüzyılda bu entelektüel birikim ve ustalıkta başka dışişleri bakanı var mı? Henry Kissinger, belki bir de David Miliband...” * * * Bir Türk dışişleri bakanın İngiliz siyasetine beşiklik yapmış Oxford’da bu şekilde karşılanması gurur verici. Ama Davutoğlu hem tevazuu hiç elden bırakmıyor hem de övgü dolu olsa bile bu tür tasniflerden hoşlanmıyor. “Yeni Osmanlıcılık” kavramının da, Kissinger benzetmesinin de kendisini ve yapmaya çalıştığı şeyleri doğru anlatmadığını düşünüyor. Neden mi? Davutoğlu ile konuşmak “keyifli” ama bir de “maliyeti” var... Çünkü bugünün en sıcak ve somut sorunlarına bile iki bin yıllık tarihi perspektifle cevaplar veriyor... Oysa yerim dar... Ortadoğuluların Ahmet Kardeş’i neden Türkiye’nin Kissinger’ı değil? İran’la nükleer kriz nasıl çözülecek? Ermenistan’la protokoller ne olacak? Türkiye’nin AB üyeliği, Kıbrıs sorunu, Balkanlar, İsrail-Filistin meselesi... Derinlikli cevapların keyfini çıkarmak istiyorsanız yarını bekleyin...