LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
ÖNCEKİ akşamüzeri Hürriyet’teki odamda artık yığın haline gelmiş kitaplarımı düzene sokmaya çalışıyordum.
İçimden bir ses, beni yıllardır ihmal edilmiş çekmecelerden birine doğru sürükledi.
Çekmeceyi açınca bir karikatür albümüne rastladım.
Fransa’daki öğrencilik yıllarımda en büyük tutkum olan Charlie Hebdo dergisinin çok sevdiğim çizeri Reiser’in bir albümüydü bu.
Kapağında ‘Yaşasın kadınlar’ yazıyordu.
Üzerinde ise ağzında sigarası ile mini etekli bir kadın, önündeki erkeğin poposunu okşuyordu.
Hani şu Emre’nin Nobre’ye yaptığına benzer bir hareket.
* * *
Albümün birinci sayfasını açtığım zaman bir sürprizle karşılaştım.
Bu sayfada yine aynı kadın deseni vardı.
Ancak eliyle poposunu okşadığı tip değişmişti.
Birinci sayfadaki o herhangi bir erkeğin yerinde bu defa rahmetli Oğuz Aral duruyordu.
Kadının ağzındaki balonda ise şu yazılıydı:
‘Salut Oğuz...’
Yani ‘Merhaba Oğuz’.
Çok şaşırdım.
Onun karşısındaki sayfaya bakınca şaşkınlığım daha da büyüdü.
Orada da Oğuz Aral’ın el yazısıyla şu yazıyordu:
‘Sevgili Ertuğrul Özkök; bu albümü bırakabileceğim, tadına varabilecek zaten başka kimsem yoktu...’
* * *
Saat akşamüzeriydi.
Bütün Türkiye’de iftarın açıldığı saatlerdi.
İnsanlar ve araçlar hayattan çekilmişlerdi.
Etraf tenhalaşmış, ışık loşlaşmıştı.
O an bir yerlerde bir kapıların açıldığını, oradan sessiz bir siluetin süzülüp, tüy gibi uzaklaştığını hissettim.
Odamın kapısından dışarı baktım.
Kimse yoktu.
Bu tuhaf anın tek şahidi, kollarımın üzerindeki dikleşmiş tüylerdi.
Sanki o kapıdan sadece ruhumun anteni olan tüylerimin işittiği bir ses gelmişti.
Bu albümü daha önce hiç görmemiştim.
Sekreterime sordum.
O da hatırlamıyor.
Oysa daha önce bana gönderdiği Charlie Hebdo ciltlerini, Avanak Avni albümlerini ikimiz de biliyoruz.
Kendi eliyle yapıp bana hediye ettiği bir ayağı kırık iskemle, hálá evin bir köşesinde duruyor.
* * *
Oğuz Aral’dan kalan bütün objeler, odamdaki raflarda yerini almış durumda.
Ama bu albümü nedense hatırlamıyordum.
Yıllardır o çekmeceyi hiç açmamıştım.
O gün bir his veya adını siz koyun başka bir şey, beni elimden tutup o çekmeceye götürdü.
Sol sayfadaki yazının altında Oğuz Aral’ın imzası vardı.
Yanına da bir tarih yazmıştı.
1995...
O imzanın atılmasının üzerinden dokuz yıl geçmişti.
Öyleyse Reiser’in albümü dokuz yıldır neredeydi.
Ya Oğuz Abi bir gün sessizce odama girip onu oraya bırakmış; ama biz fark etmemiştik.
Veya...
* * *
Neyse, o metafizik mahallelere adım atmak istemiyorum.
Belli ki ben randevuya geç kalmıştım.
Belli ki Oğuz Abi, o her zamanki inceliğiyle bunu bana hatırlatmıştı.
Çok; ama çok hafif, sadece tüylerimin işitebileceği bir kapı sesiyle.
Ve o aralık kapıdan gelen o incecik esintiyle.
Tek şahidim tüylerimdi.
Pink Martini dinliyordum.
‘Lets never stop falling in love’ çalıyordu.
Öyle kalakaldım.
Boğazıma sadece benim hissettiğim bir şeyler takıldı.
O rüzgár kadar hafif birkaç damla gözyaşının aktığını hissettim.
Sonra ikinci defa kapıdan başımı uzatıp, degrade bir hızla ağırlaşan karanlığa doğru konuştum:
‘Geciktiğim için çok özür dilerim Oğuz Abi. Bu güzel bayram hediyen için sana çok teşekkür ediyorum.’
‘Bir de seni çok özledim...’
* * *
Hepinizin bayramını kutluyor, sağlık ve mutluluklar diliyorum.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları