Paylaş
Erol Simavi’nin gazeteyi satma süreci son derece sessiz bir şekilde sürdürülmüş, ben dahil bütün yazıişleri Aydın Bey’in Hürriyet’i aldığını yapılan açıklamayla öğrenmiştik.
Çalışma hayatım, Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyeliğiyle başlamıştı.
Yani ilk patronum devletti.
Beni profesyonel gazeteciliğe Erol Simavi soktu.
Hem de hiçbir tecrübem yokken, beni gazetenin en tepesine oturtarak.
* * *
İnsanın eski patronuna karşı, benimki gibi bir minnet ve bağlılık duygusu varsa, yeni patronla tanışmak o kadar kolay olmuyor.
Çok sevecen davranırsanız, sanki eski patronunuzu daha o gün sattınız gibi bir duyguya kapılırsınız.
O nedenle temkinliydim...
Söylediğim her söze, yüzümdeki her ifadeye dikkat etmeye çalıştım.
Aydın Bey daha ilk anda hepimizin gönlünü kazandı.
Salona girerken, “Oo burada epey tanıdık varmış” dedi.
Yazişleri’nden Tufan Türenç ve Aydın Candabak, Haber Merkezi’nden Reha Öz daha önce Milliyet’te çalışmışlardı.
* * *
Aydın Bey, bize güvendi.
16 yıl boyunca onun genel yayın yönetmeni olarak çalıştım.
Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan en çalkantılı, en sancılı dönemleriydi.
Medya sektörü, bütün tarihinin en radikal dönüşüm sürecini yaşıyordu.
Böyle bir dönemde, Hürriyet’i Avrupa’nın en büyük ve ekonomik olarak en güçlü gazetelerinden biri haline getirdi.
Damadı ve çok başarılı kızları ile birlikte, hem televizyon hem de dijital alanda, Avrupa’nın en başarılı yayın kuruluşlarını kurdu.
Onun, şirket yönetimindeki dehasını ve takipçiliğini hep hayranlıkla izledim.
Çok şeyler öğrendim.
* * *
Aradan geçen yıllarda bir şey daha öğrendim.
Aydın Bey sadece çok parlak bir işadamı değildi.
Aynı zamanda dünyada az görülecek kalitede bir gazeteci, bir medya patronuydu.
Türkiye’de gazete ve televizyon patronluğu çok zor bir şeydir.
Onun yanında çalıştığım 20 yıl içinde, şöyle iç rahatlığı ile yaşadığı günlerin sayısı azdır.
İktidarlarla ilişkiler başta iyi başlar, kısa sürede bozulur.
Bozulmasının nedeni de haberler ve yazılardır...
Biz gazeteciler, manşetleri atarız, duygu ve düşüncelerimizi yazarız...
Her birimiz bunun psikolojik getirilerini alırız.
Birçoğumuz hem alkıştan, hem yuhalanmadan nemasını alır...
Ama çoğu kez işin ceremesini çekmek patronlara kalır...
* * *
28 Şubat sürecinde askerleri eleştiren bazı yazarlar için dolaylı yollardan imalar, baskılar geldi.
Aydın Bey, bütün bu baskılara direndi. Hiçbir çalışanını vermedi. Sonra AKP’li yıllar geldi...
Dünyada belki de hiçbir medya patronunun uğramadığı haksızlıklara uğradı. Sahibi olduğu ve büyük bölümünü kendi elleriyle kurduğu medya grubuna, dünyanın en haksız, en vicdansız vergi cezaları kesildi.
Tek tek mahkemeleri kazandığı halde her gün yeni bahanelerle davalar açıldı.
Elindeki en kıymetli ticari işlerden biri olan Petrol Ofisi’ndeki payını satarak bu cezaları ödedi.
İktidar yanlısı medyanın vicdansız iftiralarına uğradı. Linç kampanyaları düzenlendi.
* * *
Hayatının son 7 yılı işte böyle ağır bir baskı altında geçti...
Bu süre içinde patronluk denen şeyin nasıl büyük bir yalnızlık olduğunu gördüm.
En zor günlerinde dahi, üzerindeki baskının onda birini bile bize yansıtmamaya özen gösterdi.
İtiraf etmeliyim ki, bizler ona yeterince yardımcı olamadık...
Onun bizim arkamızda durduğu kadar, bizler onun yanında duramadık...
Ama o bizi korumaya devam etti.
* * *
Genç gazetecilerin işlerini kaybetmelerine çok üzülüyorum. Başka medya patronlarının baskılara dayanamayıp işten çıkardığı başarılı arkadaşlarımı gördükçe utanıyorum.
Şu samimi duygularımı sizinle paylaşmak istiyorum.
Yanlış anlamayın, böyle bir şey kesinlikle yok. Yazmaya devam ediyorum.
Ama bugün Aydın Bey bana “Kusura bakma arkadaşım, artık seni taşıyamıyorum” dese, yapacağım tek şey, ona bütün kalbimle teşekkür etmek ve hakkını helal etmesini istemek olur.
Bense bütün hakkımı şimdiden helal ediyorum.
Hayatımın yarıya yakın bölümünde çalıştığım bu gazetenin kapısından bu vefa duygusuyla çıkar, bana sorulursa şunu söylerim:
“Aydın Bey, Türkiye’nin en zor dönemlerinde arkamızda durdu. Bu gazeteyi yapabildiysek, onun sayesindedir. Bu baskılar, haksızlıklar ve vicdansızlıklar nedeniyle, o kadar büyük kayıpları oldu ki, artık o bize değil, biz ona borçluyuz...
Onun, bu dönemde bütün servetini kaybetme pahasına arkamızda durmasını hayatımın sonuna kadar unutmayacağım.”
* * *
Biz gazeteciler için patronlarını övmek pek alışık olmadığımız bir şeydir.
Ama son günlerde ona atılan iftiraları, iğrenç kara propagandaları, insafsız saldırıları görünce bu duygularımı, gazeteciliği bırakacağım güne erteleme fikrinden vazgeçtim.
Bazı duyguları zamanında söylemek, vefa borçlarını temerrüde düşmeden ödemek gerekir.
* * *
Türkiye, demokrasi tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor.
Özgür basını, 12 Eylül dönemi dahil, bu kadar büyük bir imha tehlikesiyle karşı karşıya kalmadı.
Ama hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, bugünler de geçecek...
İşte o gün gelip, bu kara dönemin bilançosu çıkarıldığında, Aydın Doğan’ın bu ülke için ne ifade ettiği, hayatından neleri verdiği çok daha iyi anlaşılacak.
Paylaş