“Yenildik” duygusuyla kahrolan, haber seyrederken televizyon ekranını kıracak hale gelenler. “83 yıllık Cumhuriyet’in bütün kazanımları 8 yılda kaybedildi” duygusuyla ülkesine küsenler. Şu lafı kafanızın bir yanına kaydedin. “Tunus’taki Yasemin değil, Aşk-ı Memnu devrimi...” Bunu söyleyen Türkiyeli bir Yahudi. Adı Mois Gabay. “Şalom” dergisinin son sayısında Tunus ve Fas’ı anlatan çok güzel bir yazı yazmış. Son yıllarda parası olan Tunuslu gençler için Türkiye ve İstanbul’un en önemli turizm destinasyonu olduğunu yazıyor. Tunuslu ve Faslı dostlarının “Aşk-ı Memnu Türkiye’si”ne olan hayranlıklarını anlatıyor. * * * Hadi öyleyse hep beraber soralım. Tunuslular, Faslılar, öteki Araplar... Hangi Türkiye’yi beğeniyorlar? Hangi Türkiye’ye geliyorlar? Kendileri gibi “muhafazakâr-laşan” Türkiye’ye mi? Yoksa, hâlâ, “Aşk-ı Memnu gibi dizileri yapma özgürlüğü ve zihniyeti olan” bir Türkiye’ye mi? Türkiye’nin hangi renklerini tercih ediyorlar? Aşk-ı Memnu dizileri yapan, dünyaya yayan renkleri mi. Yoksa bize “değişim” diye yutturulmaya çalışılan “muhafazakâr griliği mi”? Bir düşünün; o serbestçe içki içilebilen, sere serpe dolaşılabilen, her türlü müziğin dinlendiği, insanın, sevgilisinin beline rahatça kolunu dolayabildiği özgür sahilleri olmasa bu ülkeye 30 milyon turist gelir miydi sanıyorsunuz? Yani, bu ülkenin demokratik hakkını “Hayır” diyerek kullanabilen insanlarının yaşadığı bu sahiller, o zihniyetteki insanların yaşattığı bu alaimisema olmasa, geceleri havai fişekle, gönülleri hercai fişekle aydınlanan bu insanlar olmasa; yani Aşk-ı Memnu’yu yapacak ve geceleri seyredecek bu insanlar olmasa; Tunuslusu Arap’ı, sadece beş vakit namaz için bu ülkeye gelir miydi sanıyorsunuz? * * * Biliyorum küskünsünüz. Biliyorum, içinizdeki “Kaybettik” duygusunu bir türlü atamıyorsunuz. Biliyorum, her sabah mutlu uyandığınız o dağınık yataklar şimdi size yabancı geliyor. Takmayın, silkinin, atın şu tozu toprağı üzerinizden. Omurganızın üzerinde eskisinden de dik durun. İnancınız da, imanınız da tam olsun. Merak etmeyin, kimsenin gücü, bu ülkeyi bir baştan ötekine siyaha, griye, sarıya boyamaya yetmez. Çünkü gökkuşağı renkleri, hayatın renkleridir. Hayata asılmanın, onu yaşamanın, ondan keyif almanın renkleri. Bir daha soralım. Tunuslusu, Mısırlısı, Suriyelisi, İranlısı, Suudisi... Türkiye’ye neden gelir? Cumhuriyet’in yarattığı bu sahillerde sere serpe tatil geçirmek için. Bir avuç özgürlüğü tadabilmek için. Kimse çıkıp bize, “Muhafazakâr griliği yaşamak için geliyorlar” demesin. Türkiye’ye yolculuk, ülkesinin muhafazakâr griliğinden içi kararmış insanların hicretidir. Rengârenk, sere serpe, aynı zamanda tanıdık, dost bir mahallede teneffüse çıkmaktır. Grileştirilmiş bir hayatın beş dakika arasıdır bu. * * * Kimilerinin “Ahlaksızlık” diye yasaklamaya çalıştığı Aşk-ı Memnu’ları yapan ülkeye geliyor bu insanlar. O nedenle atın bu haletiruhiyeyi üzerinizden. Bu ülkenin cazibe terzisi gri muhafazakârlar değil, rengârenk insanlardır. Ve şunu da bir kenara yazın. Bu ülkenin gerçek ileri demokrasisini, ruhu cıvıl cıvıl cazibe terzileri dikecektir.