HER gün çok sayıda gazete okuyorum. Bu gazetelerdeki bazı köşeler, bana ölüm ilanları gibi geliyor.
Türkiye’de bir köşe yazarı tipi var.
Köşelerinin etrafına sanki görünmez birer kara çerçeve çizilmiş gibi.
Dedim ya, bana ölüm ilanlarını hatırlatıyorlar.
Bu kara çerçeveli köşelerde iyimser tek bir cümleye bile rastlayamazsınız.
Kendilerinden ve çevrelerindeki üç beş kişilik cemaatlerinden başka herkes hırsızdır, soyguncudur, mürtecidir, yalakadır, satılmıştır.
Dünyada temiz kalmış tek bölge, sandalyelerini attıkları o bir metrekarelik kurtarılmış bölgedir.
Masalarının üzerinde duran abajurlardan ışık değil karanlık hüzmeler aşağı iner.
Kuytularından hiç çıkmazlar.
Farklı bir retinaları vardır.
Gözleri sadece kötü olana fokus yapabilir.
* * *
Bayramın birinci günü İzmir’deydim.
İkinci günü Denizli’ye geçtim.
Yol boyunca Turgut Özal’ı bir kere daha rahmetle andım.
Türkiye’nin çehresini değiştiren şu son 20 yıl bir daha gözümün önünden geçti.
İzmir’den Kuşadası’na gidebilmek için çektiğimiz sıkıntıları düşündüm. 3 kilometrelik Selatin Tüneli’nden geçerken otomatik olarak devreye giren radyonun tünel kuralları hakkında verdiği bilgileri dinledim.
Bazı yanlarımızın Avrupa’nın birçok ülkesinden ileriye gittiğini hissettim.
* * *
Atatürk’ü bir kere daha hatırladım...
İnönü’yü, Menderes’i, Demirel’i, Ecevit’i bir kere daha düşündüm.
Samimi olarak şu kanaate vardım:
Siyasetçi açısından öyle çok şanssız bir ülke sayılmayız.
Türkiye, öteki Müslüman ülkelerden kopmuş ileriye doğru gidiyor.
Yol boyunca geçtiğim şehirlerde belediyelerin artık Avrupa Birliği’ne geçiş sürecine girdiklerini gördüm.
Aydın, Sultanhisar, Nazilli geçişlerinde yol kenarı ve ortası gayet güzel düzenlenmiş.
Denizli’ye son gittiğimde şehrin ortasından geçen caddeyi çok bakımsız bulmuştum.
Ama şimdi güzel bir meydan düzenlemesi ve onun kadar güzel ara geçişler yapılmaya başlandığını gördüm.
Belediyelerimiz artık Özal’la başlayan zihniyeti tam olarak benimsemiş durumdalar.
Gördüğüm bütün bu şeyler beni çok heyecanlandırıyor.
Heyecanlandığım ve sevdiğim her şeyi yazmakta, anlatmakta, övmekte hiçbir yanlışlık görmüyorum.
Tam aksine, bu bana büyük bir keyif veriyor.
Zaman zaman kara çerçeveli köşelerden, benim gibi düşünen insanlara salvo atışları geliyor.
Yazdıklarımız onların kara çerçeveli sütunlarına sığmadığı, oralardan hayatın bütün bölgelerine taştığı için ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyorlar.
Hiç itirazım yok...
* * *
Yazsınlar. Herkesin gündemi kendine.
Kiminin gündemi, sadece ve sadece siyaset.
Kiminin gündemi, bundan daha çeşitli, daha renkli ve daha geniş bir bölgeye yayılmış durumda.
Herkes istediği gündemle ilgilenebilir.
Artık hepimiz biliyoruz ki, Türkiye sadece siyaset konuşmuyor.
İnsanlar için bindiği araba, alışveriş ettiği yerler, son çıkan CD’ler, filmler, yemek yenilen yerler ve herkesin kendi başına özel olarak yaşadığı ama şöyle bir bakıldığında aslında çok ortak nokta barındıran hayatlar...
İnsanlar artık bütün bunları konuşuyor.
Siyaset giderek küçülürken hayatın renkli ve güzel alanları iskána açılıyor.
* * *
İşte bu yüzden genç ve yeni gazetecilere seslenmek istiyorum:
Çünkü, bu ülkede güzel şeyler yapılıyorsa, insanlar başka insanlara güzel hizmetler sunuyorlarsa, hayatı güzelleştiren ve kolaylaştıran işler yapıyorlarsa bunların kamusal alanda takdir edilmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Hayatın 21. yüzyıldaki gerçeği artık böyle.
Siyah abajurlardan sızan karanlık ışıkların aydınlatmadığı alanları artık şehir ışıkları gündüze çeviriyor.
Ama bir kere daha ifade edeyim:
Bu yeni hayatta herkese yer var.
Siyah çerçeveli yazılara da, aydınlık çerçeveli yazılara da.
Sonunda ölüm ile hayat birbirinin tamamlayıcısı değil midir...