Paylaş
Bu hafta harika bir “kayyum” kapağı yapmışsınız.
Ben “kayyum” kelimesini hayatımda ilk defa ne zaman ve nerede duydum biliyor musunuz...
12 Eylül askeri darbe döneminde...
Çünkü askeri rejim, partileri kapattıktan sonra başlarına birer “kayyum” tayin etmişti.
* * *
Evet, yanlış işitmediniz... İsterseniz biraz daha ayrıntı vereyim.
Darbeden tam 28 gün sonra “faaliyeti durdurulan sendikalara” kayyum tayin edildi.
* * *
Üç gün sonra da “Siyasi Partilere Kayyum Tayin Edilmesi” ile ilgili kanun çıktı.
* * *
Artık kayyum kelimesinin devlet sözlüğündeki anlamı şudur:
“İstenmeyeni susturma, muhalif kişilerin tapusunu delme, malını gasp etme aracı, müsadere enstrümanı...”
* * *
Özet: Türkiye’de siyasi amaçlı kayyum uygulaması sadece 12 Eylül ve bu dönemde yapıldı...
Eminim, siyaset bilimcileri ileride bundan çok önemli sonuçlar çıkaracak.
Otoriter rejimlerin 90 gün saplantısı mı var
DÜN 12 Eylül askeri darbe kronolojisine bakarken çok ilginç bir şey dikkatimi çekti.
24 Nisan 1981 MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve arkadaşları “laikliğe aykırı davranıştan” askeri mahkemede yargılanmaya başlanıyor.
24 Temmuz 1981 Erbakan ve 9 arkadaşı tahliye ediliyorlar.
Kaç gün içeride kalmışlar?
90 gün.
Can Dündar ve Erdem Gül kaç gün içeride kaldılar?
92 gün...
Al sana kayyum meselesinden sonra bir benzerlik daha...
Hıncal Abi bu cahillere bir şey demeyecek misin
SABAH gazetesinden tam bir araştırmacı gazetecilik örneği.
Gazetenin “olay yeri inceleme ekipleri” müthiş bir bulguya ulaşmışlar.
“Boydak Holding’deki aramasını sürdüren polis, holding bünyesinde SAP adı verilen bir işletim sisteminin kullanıldığını belirledi. Yazılımın İpek Koza ve Kaynak Holding’de kullanılan yazılımla birebir aynı olması dikkati çekti.”
Tabii sosyal medya bu cehaletin ağzının payını layıkıyla verdi.
Sabah gazetesinin muhasebesinde kullanılan yazılımın da aynı sistem olduğu anında ortaya kondu.
Sonunda iş mizah dergilerine kadar gitti. Bu haftaki Penguen’i oku...
Durup dururken ‘sivil şiir’e bu rağbet neden
ÖNCEKİ gün Kanyon’daki D&R mağazasını gezerken bir şey dikkatimi çekti.
Bazı şiir kitapları 60’a varan baskılar yapmış.
Durum şöyleydi:
-Edip Cansever: “Gelmiş Bulundum” 14’üncü baskı.
-Turgut Uyar: “Göğe Bakma Durağı” 19’uncu baskı, “Büyük Saat” 22’nci baskı.
-Cemal Süreya: “Üstü Kalsın” 22’nci baskı, “Sevda Sözleri” 61’inci baskı.
Üçü de şiirimizde “İkinci Yeni” denilen akımın şairleri.
Bu akım Cemal Süreya’nın, hepimizin hâlâ başucu kitabı olan “Üvercinka”sı ile başladı.
İlk şiirlerini, Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas’ın “Pazar Postası” gazetesinde yayınladılar.
En ilginci de şu:
Ece Ayhan, bu akım için başka bir isim bulmuştu.
“Sivil şiir” derdi.
Necip Fazıl’ın günümüz iktidarı tarafından adeta kayyum tayin edilerek “resmi şair” muamelesi gördüğü bir dönemde sivil şiire bu rağbetin anlamı nedir acaba...
Can içerideyken gerçekten sadece Cumhuriyet mi okudu
GEÇEN hafta kendileri için düzenlenen küçük davette Erdem Gül kulağıma eğildi ve gülerek şunu söyledi:
“İçeride bize 15 gazete geliyordu. Akit dışında bütün iktidar gazeteleri vardı. Ben okumaya iktidar gazetelerinden başlardım. Can ise sadece Cumhuriyet’i okuyordu. O yüzden çıktığımızda bütün dünyayı Cumhuriyet gibi görüyordu.”
Ancak biraz sonra Can kulağıma eğildi ve o da şunu söyledi:
“İçeride 31 Aralık günü yazdığın yazıya çok güldüm” dedi.
Oradan anladım ki Hürriyet’i de okuyormuş. Güldüğü yazımda şunu demişim:
“Kusura bakma Can biz bu gece eğleneceğiz...”
Ama o gece eğlenmeyen biri varmış.
Dağcı bir okuru, o gece dağa tırmanma kıyafetleri ile cezaevinin önüne gelip çadır kurmuş ve geceyi nöbet tutarak geçirmiş.
O akşam o okuru da oradaydı.
Bir de cezaevi önünde ilk oturma eylemini başlatarak tarihe geçen gazeteci Mete Akyol geldi.
Beraberinde o sandalyeyi de getirmiş.
Can sandalyeyi Basın Müzesi’ne hediye edecekmiş.
İyimser olmasam da bu güzel temenniye ben de katılıyorum
YENİ Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin son 13 yılda birçok olumlu işe imza attığını yazıyor.
Aynen katılıyorum.
Ama bugüne ait eleştirileri de var.
* * *
Diyor ki:
-Partide de ve devlette de kişiselleşme, kurumlaşmanın önüne geçti.
-Siyasi ve hukuki esneklik ve yorum imkânları, ihlallere dönüştü.
* * *
Ve soruyor:
-“Paradoksun diğer ucu tekrar ağır basabilir mi?”
Kendi cevabı şu:
“Elbette... Umut ve mücadele siyasettir.”
* * *
Temennisi de şu:
-“Yeter ki takıntılar ve öfkeler üzerinden fikri ya da fiili siyaset alanının dışına düşülmesin.
Sorunlar bir gün uçup gidecek, özgürlük iklimi tekrar galebe çalacak, geriye son 13 yılın olumlu girdileri kalacaktır.”
* * *
Yani mesele şudur:
AKP 2002’deki fabrika ayarlarına dönebilecek mi... Bayramoğlu kadar iyimser değilim ama benim temennim de samimi olarak budur.
Paylaş