Paylaş
M.A.S.H bütün 1970'li yıllara damgasını vuran filmlerden birisiydi. Amerikan ordusunu hicveden bu filmi seyrettiğim zaman ister istemez aklıma şu soru takılmıştı:
Acaba Türkiye'de M.A.S.H türü bir film çevrilebilir mi?
Meğer varmış.
Geçen akşam büyük kanalların birinde seyrettim.
* * *
Filmde belirtilmiyordu, ama yanılmıyorsam konusu Birinci Dünya Savaşı'nda geçiyordu.
Başrolde de iki müthiş komedyen.
Şener Şen ve Kemal Sunal...
Şener Şen komutan, Kemal Sunal ise bir nevi Hasbi Tembeler.
Tarihe ait olsa da, ‘‘Demek ki Türk ordusu da hicvedilebiliyormuş’’ diye düşündüm.
Filmi seyrederken bir defa daha anladım ki, bizim müthiş komedyenlerimiz var.
Bir Ayşen Gruda...
Hababam Sınıfı'nın o erkek düşmanı öğretmenini ne zaman seyretsem katıla katıla gülüyorum.
Bir defa, beş, on defa...
Ne zaman seyretsem aynı kahkaha ve aynı keyifle.
Ya Badi Ekrem...
Kırmızı eşofmanları içindeki o düdüklü jimnastik öğretmeni.
Bin defa seyretsem, ölünceye kadar durmadan seyretsem bıkmayacağım o müthiş tipleme...
Küçüklüğümün Ali Sururi'lerini, Muzaffer Hepgüler'lerini, Muammer Karaca'larını saymıyorum.
Belki yeni kuşaklar hiç seyretmediği için bilemezler.
* * *
Yenilere bakalım, Levent Kırca'lar, Mükremin Abi'ler, Lütfiye'ler, Reyting Hamdi'ler ve ötekiler.
Şimdi bu insanlar, programlarını RTÜK'ün insafsız kararlarına karşı savunuyorlar.
Mizah Türkiye'de nefs-i müdafaa durumuna düşürülüyor.
Levent Kırca akşamlarımızı keyiflendiren parodilerle uğraşmak yerine, o televizyon senin bu televizyon benim hakkını arıyor.
Bu mücadelesinde Levent Kırca'yı gönülden destekliyorum.
Çünkü desteklediğim sey, sadece bir sanatçının mizah hakkı değil.
Aynı zamanda çetelerden, yolsuzluklardan, irtica tartışmalarından kararmış hayatımızı keyiflendiren, asılmış suratlarımızın hatlarını yumuşatan, sıkılmış dişlerimizi, yay gibi gerilmiş ruhlarımızı gevşeten programları destekliyorum.
Yani akşamlarımın gülümseme hakkını savunuyorum.
Peki bu espriler savunulur mu?
Savunulur veya savunulmaz. İnsanına göre değişen bir şey.
Ama Amerika bu olayın ciddisini şakır şakır konuşurken, biz esprisine bile tahammül edemeyecek miyiz?
Dünyanın neresinde olursa olsun, bir kadın bakan, bekâretinden söz ediyorsa, bu o andan itibaren mizahçıların ana konusu haline gelir.
Önceki akşam Star'da Levent Kırca'nın bir RTÜK mensubuna karşı kendini savunmasını izliyorum.
İçim burkuluyor.
‘‘Hastam var, o nedenle ayrılmak zorundayım’’ diyor. Bir türlü gidemiyor.
RTÜK üyesinin yüzünü dikkatle okumaya çalışıyorum.
Hazır orada bulmuşken, kendimle ilgili bir şikâyeti içimden haykırıyorum.
Eline geçirdiği bir yayın lisansını Kalaşnikof haline getirmiş pespaye bir kanal, her akşam bana ve arkadaşlarıma, ağza alınmayacak galiz küfürlerle saldırıyor.
Her akşam, her dakika aynı hakaretler, aynı küfürler, aynı iftiralar.
Seyredeni yok, ama zappinglerken takılan yakınlarımız bile isyan halinde.
RTÜK'ten çıt yok.
* * *
Normal yayın yapan kanalları ayda bir-iki defa kapatan RTÜK, bu pespayeyi kırk yılda bir kapatıyor.
Şöyle göstermelik biçimde.
İster istemez düşünüyorum.
Demek ki bu ülkede ciddi hakaretin, küfrün, iftiranın cezası yok.
Ama bir cinsel parodinin cezası ağır.
Bunu yapan insan, yıllardır durmadan usanmadan hayatımızı güzelleştiren, hayatımızı kolaylaştıran biri olsa bile.
İşte bu yüzden RTÜK'e karşı Levent Kırca ve arkadaşlarını destekliyorum.
Çünkü desteklediğim şey, kendi hayatım, kendi keyfim.
Ve bu keyif herkes gibi benim için de hayati derecede önemli.
Paylaş