Paylaş
Aynı yazıyı, 15 Temmuz 2016 gecesinden bir ay sonra biraz değiştirerek, ama daha da keskinleştirerek yine yayınladım.
Bugün iki yazıyı birleştirip üçüncü defa yayınlıyorum.
Niye yayınladığımı sonunda anlatacağım.
Şimdilik şunu bilin ki...
Bu yazı, 2010 yılında görevinden ayrılmış bir genel yayın yönetmeninin “Arkadaş, ben o gün görevimi yapamadım” itirafıdır.
*
Ama bilin ki...
Benim için bir itirafsa, başka bazıları için bir suçüstü belgesi, başka bazıları için de suç ortaklığı numunesidir.
O yazıların özeti şuydu:
O GÜN HEP BİRLİKTE İFTARA GİDİYORLARDI
BU fotoğraf İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi’nin elemanları tarafından çekildi.
Bu teknede yan yana oturan kişiler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en tartışmalı dönemlerinden birinin aktörleri.
Tarih Eylül 2008...
Bundan 2 ay önce Ergenekon iddianamesi açıklanmış.
Bir ay sonra davalar başlayacak.
İşte tam o günlerde kalabalık bir resmi kişi topluluğu hep birlikte Beşiktaş’tan tekneye biniyor.
Güle eğlene Kandilli’ye geçiyor ve orada İstanbul Ticaret Odası’na ait tesiste iftar açıyorlar.
*
Kimleri görüyoruz bu fotoğrafta?
- Ergenekon, Odatv, Balyoz kumpasını kuran polisler...
- Onların imal ettiği sahte delilleri, uydurma belgeleri iddianame haline getiren savcılar...
- O savcıların yazdığı kumpas iddianamelerini noktasına virgülüne dokunmadan kabul eden, insanları tutuklayan, yıllarca hapiste süründüren hâkimler...
*
Hepsi aynı karede... Şen şakrak, omuz omuza, kucak kucağa aynı suç mahallinde...
Hepsi aynı geminin güvertesinde, birlikte iftar davetine gidiyorlar.
*
Kimdir bu insanlar?... Bir kere daha, bir kere daha altını çize çize yazayım...
Devlettir abi...
Resmen o günün devleti...Paralel Devleti...
Bir türlü fotoğrafını çekemediğiniz derin devletin, 15 Temmuz darbesinin kostümlü provasıdır o güvertede çekilen sahne...
‘Küçük fotoğrafa değil, büyüğüne bakın’ diyerek bu ülkenin evlatlarını cezaevlerinde süründüren, ailelerini darmadağın eden, intiharlara sürükleyen ekibin ağababalarıdır bu pozu verenler.
*
Kimlerdir bu geminin güvertesindekiler, bir kere daha, bir kere daha yazayım...
80 yaşındaki İlhan Abi’yi...
Hastalığının terminal safhasındaki Türkan Hocamızı sabahın köründe evinden alıp götüren, zindanlara tıkan...
Ali Yarbayımı ölüme sürükleyen... Kuddusi Okkır’ın hasta bedenini çiğneyen...
Onlardır işte...
ARKADAŞ, O GÜN O DAVA NİYE ÇÖKMEDİ BİLİYOR MUSUN
DÜNYADA hiçbir hukuk devletinde bu kadar önemli bir davayı sürdüren polis-savcı-hâkim üçlüsü böyle bir fotoğrafa girmez.
Böyle bir fotoğrafta yakalanmışsa eğer, o dava o gün çöker...
Ama çökmedi...
Bu fotoğraf o günlerde, ben de dahil birçok gazeteciye gitti.
Kimi, “bu davanın savcısıydı”...
Görmedi...
Çünkü onlara da ‘alnı secdeye değen’ insanlar diye bakıldı... ‘Aynı kıbleye yürüyoruz’ dendi.
*
Benim gibi, kimi korktu bu hain çetenin hiddetinden, şirretinden...
Öyle terör günleriydi ki, kaşını kaldırana Ergenekoncu damgası yapıştırılıyordu.
Gazeteciler evlerinde valizlerle bekliyordu.
*
Ama hepimiz çok iyi biliyorduk ki...
Ergenekon davalarının başladığı günlerde çekilen bu fotoğraf, Türk adalet tarihinin gördüğü en derin kumpasın suçüstü belgesiydi.
BU FOTOĞRAFI ÜÇÜNCÜ DEFA NİYE YAYINLIYORUM
BU fotoğrafı bugün kendi sayfamda üçüncü defa yayınlıyorum.
Çünkü bu karede suçüstü yakalanan insanların 7’si hakkındaki soruşturma önceki gün tamamlandı.
Bu kişiler hakkında şu suçlamalar yapılıyor:
“Görevi kötüye kullanma”, “Görevi ihmal”, “Hürriyeti Tahdit”, “Resmi belgede sahtecilik”, “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme”, “Bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme” suçlarından 406 yıl hapse kadar giden cezalar istendi.
İddia edilen bu suçları yan yana koyarsanız ortaya çıkan fotoğraf nedir biliyor musunuz?
Kumpastır işte o...
Dört dörtlük bir kumpas ve o kumpası kuran paralel devlet...
Ve ben bu fotoğrafı üçüncü defa yayınlıyorum... 2008 yılında önüme gelen bu fotoğrafı o gün korkudan yayınlayamamanın verdiği utancı biraz olsun hafifletsin diye yayınlıyorum...
- NOT: Bu fotoğraflar ilk defa 2009 yılında odatv’de yayınladı.
ÜÇÜNCÜ ARKADAŞ DA BİZİ BIRAKIP GİTTİ
NEYDİ o film?...
Neydi o arkadaşlık?...
O vicdan, o insanlık...
*
Neydi o gözleri görmeyen bin genç kız için açılan yürekler?...
Türk sinemasının en güzel filmlerinden biriydi...
Ne çok ağlamıştım İzmir’de açık hava sinemasında.
*
Salih Tozan’ın bir hayat boyu hiç eksilmeyen, biraz mazlum, ama fazlasıyla mert ve babacan bakışı...
Semih Sezerli’nin, mahallenin biraz gırgır ama sevilen kardeşi hali...
*
Ve Fikret Hakan...
“Üç Arkadaş” filminde bir araya gelmişlerdi.
Fikret Hakan’ı ne çok sevmiş, ne çok hayran olmuştum ona...
*
Hem yakışıklı hem de sanki bizim mahalleden gibi bir delikanlı...
Daha delikanlıyken baba şefkati ile bakmayı öğrenmiş gözleri...
*
Salih Tozan ve Semih Sezerli bizi bırakıp gitmişlerdi.
Dün de bu üç şahane arkadaşın üçüncüsü, Fikret Hakan bırakıp gitti bizi...
O şahane filmin yönetmeni Memduh Ün de gitti...
*
Geriye bir tek o şahane kadın kaldı...
Muhterem Nur...
Üç Arkadaş’ın, gözleri olup da gözleri gibi baktığı kör kız, Rahmetli Müslüm Gürses’in karısı...
*
Allah üçüne rahmet eylesin...
Geride kalan arkadaşa da uzun ve sağlıklı bir hayat versin...
*
Bize bir hayat boyu unutamayacağımız bir filmi vermişlerdi...
Allah hepsinden razı olsun...
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş