LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
HÜRRİYET’in birinci sayfasındaki o fotoğrafı gördüğüm zaman, insan duygusunun ne kadar melun bir tenakuz avcısı olduğunu bir kere daha anladım.
Fotoğrafta çok sevdiğim iki insan yan yana duruyordu.
Biri Haluk Bilginer.
Şekspiryen bir oyun kabiliyetinin Türkleşmiş aranjmanı.
Gerçek bir büyük oyuncu.
Yanında Aşkın Nur Yengi.
iPod’umun Türkçe repertuvarının ilk sıralarındaki isim.
Yaz ile kış arasında kalmış her ıskalanmış mevsimde dinlediğim o ‘yalancı baharlar’ın müthiş sesi.
* * *
Aşkın Nur Yengi’nin yüzünde tercüme edemediğim, sanki kayıp bir dilde yazılmış o ifade var.
Hüzün mü, dalgınlık mı, yoksa gece yorgunluğu mu?
Birinci ve ikinciyi geçiniz.
Ama o üçüncü ihtimal yok mu, işte o ihtimal her öteki erkeğin içine muzır bir şeyler bırakıyor.
Gıpta ile kıskançlık arasında kararsız kalmış bir şeyler demek istiyorum.
* * *
Ama gelin görün ki içimdeki o melun ben, alıp başka bir yerlere götürüyor.
Belki de, adını telaffuz edemediğim o tuhaf duygudan kaçırıyor.
Zuhal Olcay’ı hatırlıyorum.
Daha doğrusu onun hüzünlü sesini ne kadar özlediğimi...
Onun şarkıcı olmaya bir türlü karar verememiş emprovize hüznünü özlediğimi anlıyorum.
Bir kere daha anlıyorum ki, hüznün maskesi güzellik, dili şarkı olunca, bu terkip özlenecek kadınlar, erkekler yaratıyor.
İlkbahar bu yıl İstanbul’da yine randevusuna gelmedi.
Zuhal Olcay da bu kaçıncı kayıp baharımın eksik şarkıcısı olarak kimbilir nerelerde dolaşıyor.
Bense o sesi özlüyorum.
* * *
Allah’tan randevusuna gelenler de var.
Deniz Seki ile son defa galiba Popstar yarışmasının o kavgalı gecesinde konuşmuştum.
Bayhan’a kızıp jüriyi terk ettiği geceydi.
Telefona sarılıp ‘Sakın gitme’ demiştim.
Ne yalan söyleyeyim, içimden ‘Acaba rol mu yapıyor’ diye bir düşünce geçmemiş de değildi.
O ağlıyordu. Samimiydi.
Deniz Seki şimdi yeni bir CD ile geri geldi.
Bu hafta benim dünyamda onun haftasıydı.
‘Pasiflora’ tıpkı adı gibi müthiş bir müsekkin şarkılar koleksiyonu olmuş.
Dış görünüşündeki müthiş kadınlıkla zıtlaşan bu sese eskiden beri büyük bir sadakatle bağlıyım.
Bu CD’yi dinlerken sadakatin güzel bir duygu olduğunu hissediyorum.
* * *
Erkek hercailiğine verilecek en güzel kadınlık dersi nedir?
İşte size şiirde iddiası olmayan; ama romantizmin ve gerçekçiliğin en katı haline gelmiş en basit cevap.
‘Git gitmek istersen
Bir gün pişman olup da
Dönmek istersen
Bil ki sana áşık bu kadın
Burada değil artık
Üzgünüm aşkım.’
Hangi erkek, müthiş bir Akdeniz kadınının ağzından bu sözleri işittiği an çuvallarca inciri berbat ettiğini anlamayacak kadar sersemdir?
* * *
Bu yazıyı yazdığım saatlerde Türk Hava Yolları’nın Seul uçağındaydım.
İki kadeh şarap içmiştim.
Yine kaçırılmış papatyasız bir baharı arkamda bırakmıştım.
Yanıma valiz diye sadece özlediğim sesleri almıştım.
Kimi söylenmemiş şarkıların hüzünlü simaları.
Kimi müthiş bir güzelliği maske gibi hüznünün üzerine takmış.
Kimi tebdili kıyafet.
Kadınlığını sade, romantik, yumuşacık şarkıların altına saklamış.
Bağırıp çağırmıyor, sadece fısıldıyor.
Fısıltının en mahvedici enstrüman olduğunu ispat ediyor.
Eğer siz de benim gibi, ‘Allah kahretsin, bir baharı daha ıskaladım’ diye için için öfkeleniyorsanız işte size ilacı.
‘Pasiflora...’
Hiç olmazsa bu yazı yakalarsınız...
* * *
Evet bir yaz daha böyle başlıyor.
Bornozlu balkonlar, randevuya gelmemiş hüzünlü sesler ve kavuşulmuş sadelikler.
Hepsi özlediğim kadınlar.
Hissediyorum.
Yaz güzel geçecek...
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları