Şubat 11, 2007 00:00
Linkedin Flipboard Linki Kopyala Yazı Tipi
TAM 56 gün sonra 60 yaşına gireceğim.Bunun ilk kostümlü provasını geçen salı akşamı Zekeriyaköy’de yaptık. Zekeriyaköy, tıpkı bir Amerikan kasabası gibi. Orada "Fincan" adlı çok şirin bir restoranda, Hürriyet ’in Yayın Koordinatörü Fikret Ercan’ ın 60’ıncı yaş günü partisini yaptık. Benimkinin provası gibi olduğu için, her şeyi saniye saniye dikkatle izledim. Son günlerin moda deyişiyle "empati" yaptım. Kendimi onun yerine koyup, "Acaba 60 yaşa girmek nasıl bir histir" diye anlamaya çalıştım.* * * Geçenlerde bir yazımda, "Kadının en güzel yaşı nedir" diye sormuş ve bunun 30 ile 50 yaş arası olduğunu, tam yılı itibarıyla da 35’e tekabül ettiğini yazmıştım. Peki bir erkeğin en güzel yaşı hangisidir? Eve geldim, bütün eski albümleri karıştırdım. Yüzümdeki ifadeleri, gövdemin hallerini okumaya çalıştım. Üniversite yıllarımda, Güniz Sokak ’ta otururken çekilmiş bir fotoğrafım var. Üzerimde beyaz bir tişört. Daha önce Beatles etkisiyle uzatılmış saçlarımı kısaltmışım. Kitap okuyorum. Yüzümde tam bir çocuk ifadesi var. Egzistansiyalizmden henüz çıkmışım, Marksizm’e bir türlü girememişim. Duvarımda bir Mick Jagger posteri.Tansu ’yla tanışalı ya bir hafta olmuş, ya iki... Dedim ya, henüz çocuğum.* * * Paris yıllarıma bakıyorum. Hippilik, solculuk, yapısalcılık, Pink Floyd, 68 ertesinin artçı depremleri, Althusser, Foucault, Lacan, Bob Dylan... Anlayacağınız biraz karışık bir kafa. Fotoğraflarda, hálá tam büyüyememiş bir oğlan çocuğu görüyorum. Evet abartmıyorum, 30’lı yıllarımın sonuna kadar böyle. Sonra ilginç yıllar başlıyor. Öğretim üyeliği yıllarım. Öğrencilerle temas, münavebeli şekilde odamı basan ülkücüler ve solcular...Yankı Dergisi’nde Yalçın Küçük ’ün tam karşısındaki masada ilk gazetecilik denemeleri. Yüzüme bakıyorum, yavaş yavaş oturuyor. Gövdem, çocukluk cılızlığından kurtulmaya başlamış. Çöp gibi kollarım gitmiş. Artık kısa kollu gömlek bile giyebiliyorum. Ve bilincim. Kendime, kadına, erkeğe bakışım. Hayatı algılama biçimim, fantezilerim, tutuşlarım, okşamalarım. Hepsi bambaşka anlamlar kazanmaya başlamış. Paris’in yüzümdeki izleri silinmiş, kendim tekrar ortaya çıkmışım.* * * Şimdi geriye baktığım zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum: Gerçek Ben’i 30’lu yaşlarımdan sonra keşfetmeye başladım. O Ben’imle çok güzel, çok barışık yaşadım. Karnımın kenarında kalınlaşmalar başladı. Sporla tamir etmeye çalıştım. Büyük ölçüde başardım da. Yine de yüzümün çocuksu inceliği bir daha hiçbir zaman geri gelmedi. Belki de geçmişe ait özlediğim tek şey o kaldı. Henüz yuvarlaklaşmamış, ince bir yüz. Onu da telafi eden o kadar çok keşfim vardı ki... Yirmi yıl boyunca, kendi kendimin arkeoloğu olarak gövdemde, ruhumda, oramda buramda kazılar yaptım. Çok güzel şeyler keşfettim.* * * Geçenlerde bir filmde şöyle bir cümle işittim:"Allah’ın insana en büyük hediyesi, kendisidir..." Yani ben... Atmış yaşıma 56 gün kala, şunu rahatlıkla haykırabiliyorum: Allahım bana güzel bir hayat verdin. Evet, bunu haykırıyorum ve baştaki soruya dönüyorum. Erkeğin en güzel yaşı hangisidir? Benim, tek kişilik şahsi cevabım şudur:"Enel hak haykırışının ne anlama geldiğini keşfettiğim yaş." O da aynı kadınlarınki gibi 30 ile 50’ler arasında bir yaşa denk geliyor...
Linkedin Flipboard Linki Kopyala Yazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları