Egosu kulaklarından fışkıranlar

UZUN yıllar genel yayın yönetmenliği yapmış yabancı bir gazeteci dostum bir gün şunu söylemişti:

"Genel yayın yönetmenliği, egosu kulaklarından fışkırmış insanların çalıştığı gazeteleri yönetme sanatıdır."

Bana abartılmış, hatta insafsız bir değerlendirme gibi görünmüştü.

Ama aradan yıllar geçtikçe, kendi kendime "Acaba bu abartılmış yargıda belli bir gerçek taraf da yok mu" diye düşünüyorum.

Yaptığımız meslek, sahip olduğumuz köşeler ister istemez egolarımızı da sivrileştiriyor.

Tabii bunun ölçüleri de var.

Bazılarımız bu egoları kontrol edebiliyoruz.

Bazılarımız ise tanrılar katına çıkmış, arzın merkezinde kendisine taht kurmuş.

Her gün o tahttan, aşağıdaki ölümlüleri yargılıyor, mahkûm ediyor.

"Sadece ben ve birkaç arkadaşım, dürüst, namuslu ve erdem sahibiyiz, geriye kalan herkes pisliğe bulaşmıştır" duygusu, bu ego hastalığının terminal safhasıdır.

Artık hiçbir zihni kemoterapi bu hastalığı iyileştiremez.

Bunlar kim midir?

Etrafınıza bakın, en çok "Ben bunu yazmıştım", "Bunu ilk ben yazmıştım" diye durmadan göğsünü yumruklayan, böbürlenen kim varsa önce onlardır.

Eğer böyle zihni hastalıktan mustarip bir gazeteci değilseniz şunu çok iyi bilirsiniz.

Gazetecilik hata yapma riskini göze alma mesleğidir.

Daha doğrusu gazetecilerin hata yapma özgürlüğü de vardır.

Ama bu özgürlük, aynı zamanda tespit ettiğiniz hatayı düzeltme görevini de üzerinize yükler.

* * *

Ben tanrılar katına çıkamamış bir gazeteciyim.

İnsani zaaflarım, zaman zaman bana hata yaptırır.

O zaaflar aynı zamanda mesleğe bakışımı zenginleştiren bir etkide de bulunur.

Çünkü zaaflarım, en insani yanımdır ve o yanım, sağ omzumdaki melek gibi beni korur, doğru yola gitmeye zorlar.

Zaman zaman şeytana uymam dersem de yalan söylemiş olurum.

Geçen gün televizyonda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AKP Grubu’nda İran gezisi ile ilgili değerlendirmesini dinliyordum.

İran’la ve Ortadoğu’daki öteki ülkelerle ilişkilerin gelişmesini anlatıyordu.

Ben, AKP’nin Ortadoğu politikalarını çok eleştirdim.

HAMAS’ın Türkiye’ye davet edilmesinin yanlış olduğuna hálá inanıyorum.

Türkiye’nin İkinci Körfez Savaşı sırasında Kuzey Irak’a asker göndermemesini tarihi bir hata olarak görüyorum.

Ama eleştirdiğim başka bazı konularda da, şimdi sonuçlarına baktığım zaman doğru işler yapıldığını görüyorum.

Bölge ülkeleri ile olan ilişkilerde doğru ve etkili adımlar da atılmış.

Mesela İran ve Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi çok yerinde olmuş.

Türkiye bölgede hakikaten sözü dinlenen bir ülke haline geliyor.

Üstelik bunu yaparken bir zamanlar Necmettin Erbakan’ın Kaddafi çadırlarında düştüğü trajik durumlara hiç düşülmemiş.

Kısaca dış politikanın bu ayağı iyi yürüyor.

Hükümetin dün Kıbrıs konusundaki bir atağı da bence müthiş bir diplomatik başarıdır.

* * *

Buna karşılık beni çok endişelendiren bir gidiş de var.

İlk bakışta bu bir dış politika sorunu değil, ülkenin içini ilgilendiriyor.

Ama bu sorunun çözümü de yine dış politikadan gelecek.

Bir süredir Türkiye’de Batı aleyhtarlığı alabildiğine büyüyor.

Bunun bir nedeni ABD’nin Irak’ta yürüttüğü savaş.

Öteki de PKK terörünün Türk halkında yarattığı nefret.

Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Avrupa ile ilişkileri de aynı etkileyici boyuta getirildiği takdirde bu, Türkiye’nin de dünyanın da lehine olacak diye düşünüyorum.

Yani Ortadoğu ülkelerinin gözünde Türkiye düşmanlığını silen Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın, şimdi Türk kamuoyunda yerleşmeye başlayan Batı aleyhtarlığını da düzeltmek için adımlar atması gerektiğine inanıyorum.

Erdoğan-Gül ikilisi bunu da başarırsa, Türk dış politikası altın devrini yaşayacaktır.

Son 4 yılda yapılanlara bakınca, bunun da imkánsız olmadığı kanaatine varıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları