BEN Türk Silahlı Kuvvetleri’ne büyük bir hayranlık ve gurur duygusuyla büyüdüm.
Çocukluğum, gençliğim bu duygularla geçti.
Gazete yöneticiliğim sırasında, Türk askerinin tek çirkin fotoğrafını kullanmamak için elimden gelen gayreti sarf ettim. Lise yıllarımdan beri sol düşüncelere sahiptim. Hayatım boyunca askeri darbelere karşı oldum. Ama Türk ordusunun yüreğimdeki yeri, hep, hep başka oldu. Yaşadığım coğrafyanın bilinci, Balkanlar’dan göç edip buralara gelmenin bende ve ailemde yarattığı duygu; bana hep ordumuzu sevdirdi. Üzerine toz konduramadım. * * * Ya şimdi... Şu anki hissiyatım karmakarışık. Bir uçtan ötekine sallanan karmakarışık duygularla geziyorum. Bir tarafımda hâlâ bu coğrafyanın bilinci; öteki tarafımda travmalarım. İlk büyük travmayı, Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’la ilgili andıç olayında yaşadım. Aldatılmış olmanın öfkesini hâlâ atamadım. Onu son 4-5 yılda öğrendiklerim, ortaya çıkarılanlar izledi. Darbe iddiaları, internet andıçları ve ötekiler. * * * Ve geldim bugünlere... Ne yazık ki, Türk ordusu artık gözümde eski Türk ordusu değil. Bir zamanlar fotoğraflarını kendi ellerimle seçtiğim o çakı gibi SAT komandoları, o başı bandanalı kahraman çocuklar... Kardak’ta 10 dakika içinde işi bitiren o kahramanlar... Ne yazık ki artık onlar benim için birer hayalet... * * * Türk ordusunu darmadağın ettik. Onlar, bazı askerler, yani kendileri, içeriden... Yaptıkları yanlışlarla, hem de akıl almaz yanlışlarla... Bilinçli, bilinçsiz, aptalca şeylerle... Başka bazıları ise dışarıdan; onlar bilinçli, yüzde yüz tam bilinçli darbelerle... Hep birlikte, bu yüzyılın en başarılı ordularından birini, hezimete uğrattık. Cephede yenilmediler, garnizonda hezimete uğradılar. O kahraman orduya, onurlu bir ricatı bile fazla gördük. En gizli toplantılarının gizliliğini bile savunamayacak zavallı bir hale düşürdük. Elbirliği ile; bir kısım askerler içerden, bir kısım siviller dışarıdan. Bir kısmı, “Ben askerim, kimse bana bir şey yapamaz” nobranlığından, bir kısmı ise güya demokrasi getiriyorum bahanesiyle... Kendi ordumuzu yendik... * * * Oysa o ordu; Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış yepyeni bir ülkenin gururuydu. O ordu; Kore’de savaşmış ve kahramanlık madalyaları ile dönmüştü. O ordu, geçen yüzyılda dünya devleri küçücük devletler karşısında sapır sapır dökülürken, bütün imkânsızlıklarıyla Kıbrıs’ta denizaşırı bir harekâtı gerçekleştirmişti. O ordu, bu yüzyılın başında dünyanın en güçlü gerilla hareketlerinden birini susturmuştu. O ordu, Bosna’da, Somali’de, Afganistan’da bütün öteki devletlere dil ısırtacak sosyal kampanyalara imza atmıştı. Evet o bizim, Türkiye’mizin ordusuydu. Hepimiz elbirliğiyle, o orduyu, bizzat Genelkurmay başkanının gözünde bile zavallı bir topluluğa dönüştürdük. * * * Bazılarımız bundan özel bir zevk almış olabilir. Ben almıyorum. Sadece derin bir üzüntü içindeyim. Çünkü yaşadığım coğrafya, ailemin tarihi, gerilerde bıraktığımız topraklar ve önümüzde şimdiden yazılmaya başlayan çok yakın ve çok tehlikeli tarih bana hâlâ aynı şeyleri anlatıyor. Bu ülkenin hâlâ güçlü bir orduya ihtiyacı var. Ve en ihtiyacımız olduğu bir sırada, o asker elinde gazlı bezle yarasını sarmaya çalışıyor. Tarih bir gün bunu böyle yazacak...