BENDionysos’u Yunanlıların şarap tanrısı olarak bilirdim. Dionizyak ruhu ise şen şakrak, eğlenceye dönük bir insan karakteri zannederdim.
Karakter olarak öyle olduğu kesin.
Ama Dionysos meğer biracılıktan şarapçılığa geçen bir dönekmiş.
Deniz Gürsoy, rakıdan sonra şimdi de biranın kitabını yazdı.
Adını da, ‘Harcı Álem İçki: Bira’ koymuş.
Bu kitaptan okuduğuma göre Dionysos’un ilk işi, şarap değil, bira tanrılığıymış.
Mezopotamya ve Anadolu’da Sabazios adıyla bira tanrısı olarak bilinirmiş.
Ancak bu bölgenin insanları durmadan bira içip birbirleriyle dalaştıkları için buna kızıp Yunanistan’a gelmiş ve orada mesleği değiştirerek şarap tanrısı olmuş.
* * *
Bizim Kanat Atkaya bira içicisidir.
Zaman zaman ona, ‘Bu holigan içkisinden ne zevk alıyorsun?’ diye takılırım.
Ama laf aramızda, yazın tatil günlerinde, özellikle öğle saatlerinde ben de iyi bir bira içicisiyim.
Bira ilginç bir içki.
Kitapta okuduğuma göre dünyanın ilk içkisi olduğu söylenebilir.
İsa’dan önce 4000-3500 yıllarından beri bira yapıldığı biliniyor.
Mesela İran’da yapılmış olan kazılarda bu tarihlerde arpa fermantasyonu yapıldığını gösteren bulgulara ulaşılmış.
Yakın zamana kadar bira ‘sıvı ekmek’ olarak biliniyormuş.
Sümer kayıtlarına göre yıllık tahıl üretiminin yüzde 40’ı bira üretiminde kullanılıyormuş.
Bir tapınak işçisinin günlük bira istihkakı 1-2 litre, aristokratın ise 4.8 litreymiş.
* * *
Ancak bugün Türkiye’de yaygın olan biranın tarihi, o kadar eski değil.
Şerbetçi otunun biraya konulması için 13. yüzyılı beklemek gerekmiş.
Bunu da ilk defa Bavyeralı manastır rahipleri akıl etmişler.
Ama kitaptan öğrendiğim birayla ilgili en ilginç bilgi, bunun kadın egemenliğinde bir içki olması.
Sümer şehirlerinin mahallelerinde ve liman bölgelerinde kurulan birahanelerin yöneticileri hep kadınlarmış.
Ama bu kadınların, müşterilerin konuştuğu her şeyi mülki amirlerine anlatması zorunluluğu varmış.
Yani birahaneler, bir anlamda istihbarat merkezleriymiş.
Bu kadınları, ‘ağzı dolduran, doyuran kadın’ anlamına gelen Tanrı Ninkasi korurmuş.
Ben bilmiyordum, Yozgat’ta biraya hálá ‘Fatma Ana’nın helvası’ denirmiş.
Yine bu kitaptan öğrendiğim çok ilginç bir bilgi daha var.
Babil’de İsa’dan önce 2000 yılı dolaylarında yapılan düğünlerde en çok içilen içki bal birasıymış.
Buna ‘Arı Şarabı’ denirmiş.
Kayınpeder düğünden önce damada tam bir aylık bal birasını hediye edermiş.
Hun İmparatoru Attila’nın ölüm nedeninin de bal birası olduğu söyleniyormuş.
Güya, evlendikten sonra iki gün boyunca çok fazla bal birası içmekten dolayı başlayan burun kanaması durdurulamayınca ünlü imparator hayatını kaybetmiş.
Bir küçük bilgi...
Bu dönemde yapılan biraların alkol oranı yüzde 12’ye kadar çıkıyormuş.
* * *
Son zamanlarda özellikle Belçika’da biranın alkol oranında ciddi yükselişler olduğunu görüyorum.
Ama kitapta okuduğum en çarpıcı yorum, sarhoşlukla ilgili olanıydı.
Bugün sarhoşluk bütün toplumlarda hoş görülmeyen bir şeydir.
Hatta, sarhoşken birçok iş kanunlarla yasaklanmıştır.
Oysa arkaik dönemde insanların birayla sarhoş olup iradelerini kaybetmeleri, hiç de öyle kötü görülen bir şey değilmiş.
Aksine, ‘bira, insan ile tanrıyı buluşturan bir ilahi araç olarak görülürmüş’.
Hatta Yunanlılar şöyle derlermiş:
‘Yeter ki biranın köpüğü bol olsun, içince tanrıyı içinde hissedebilirsin.’
Zaten sarhoşluğun Yunancası ‘enthusiasmos’, yani ‘ilahi sahiplik’ imiş.
İradenin kaybolması, onların tanrı denetimine geçmesi olarak niteleniyormuş.
Demek ki Yunanlılar, Müslümanlardan farklı düşünüyormuş.
* * *
Onlara göre içki günah değil, tam aksine insanı tanrıya ulaştıran bir nimetmiş.
İlginç bir yorum.
İsteyen kabul edip rahatlıkla içmeye devam edebilir.
İsteyense tam zıddı bir inançla ağzını kadehe dokundurmaz.
Bira son yıllarda yükselişe geçen bir içki.
Özellikle gençlerin elinde bir modaya dönüşüyor.
Ama ben hálá şarabı modern dünyanın en önemli içkisi olarak görmeye devam ediyorum.
Tabii yaz ayları, tembel tatil günleri bu inancımı bir iki saatlik parantezlere alıyorum.