Birinin gelip beni itmesi gerekiyordu

BİR buçuk ay kadar önceydi... Bizim evde toplanmıştık. Bizden sonrakiler vardı.Ercan, Mirkelam, Kürşad, Muazzez Ersoy...

Bizimkiler vardı.

Alpay, İlhan Şeşen...

* * *

Sonra Sezen geldi.

Uzun süredir görmüyordum.

Neşeliydi, o muzip dolgun dudakları yine formundaydı.

Herkese takılıyordu.

Gecenin sonuna doğru kafamız iyice yerine gelmişti.

Anlaşılan onun da zamanı gelmişti.

Çantasından yeni CD'sini çıkardı ve CD çalara koydu.

Hava serindi. Üsküdar tam karşıdaydı. Kız Kulesi aynı yerindeydi.

Uzakta Kuleli Askeri Lisesi'ne kadar bütün Boğaz sanki bizi dinliyordu.

Sezen, amplifikatörün volüm düğmesini sonuna kadar çevirdi.

Komşuları rahatsız etme duygusu bütün ağırlıyla üstüme çullandı.

Ama Sezen'in keyfinin ve coşkusunun önünde durmak mümkün değildi.

İzmir Kız Lisesi'nin önündeki asi kız çocuğu sokağa fırlamıştı bir kere.

* * *

Şehrazat'
ın ‘‘Su Gibi’’ adlı bestesini ilk defa o gece dinledim.

Tuhaf, ilk defa dinlediğimiz şarkıyı hep bir ağızdan söylemeye başladık.

Çok Sezen'di, çok tanıdıktı...

Uzun süreden beri dinlediğim en güzel Sezen şarkısıydı.

Güzel hemşerim bir kere daha geri dönmüştü.

Beni yine İzmir'ime götürüyordu.

Sahne şöyle:

Kız Lisesi'nin önünde, utangaç, çekingen yine o kızı bekliyorum.

Her defasında aynı utangaçlıkla tek başıma oradan ayrılıyorum.

Ona hiçbir zaman ‘‘arkadaşlık teklif edemiyorum’’.

‘‘Sizinle çıkabilir miyiz’’
diyemiyorum.

* * *

İflah olmaz bir utangaçlık, iyileşmez bir cesaretsizlik yakamı bırakmıyor.

Yıllar su gibi akıyor ve o gün geliyor.

O yoluna gidiyor, ben başka bir şehre.

Artık cesarete bile ihtiyacımın kalmayacağı bir yere.

Sisler dağılıyor ve tekrar Sezen'in şarkısına dönüyorum.

Yalnız ben mi böyleyim, yoksa herkes mi, bilmiyorum.

Ama içimde hiç eskimeyen, hiç yaşlanmayan o güzel ‘‘arabesk’’ var ve bana hep aynı şeyi söylüyor.

Dünyanın en güzel şarkı sözleri Türkiye'de yazılıyor.

* * *

Çünkü içimde arabesk bir diva oturuyor.

Dönüyor, dolaşıyor, sonra geri dönüyor.

O muhteşem arabesk, hayatımın bir dönemine ‘‘İkinci Yeni şiiri’’ olarak giriyor.

Bazen Doğuş diye, kenar mahallelerden, varoşlardan fırlayan bir çocuğun şarkısı olarak çıkıyor karşıma.

Bazen dolmuş bir kadının dudaklarındaki cümleler haline dönüşüyor.

O güzel arabesk, hepimizin biraz anadili...

Bu coğrafyanın bütün kırk harami mağaralarını açan gizli parolamız.

Açıl susam açılımız...

Bizi özel, çok özel bağlarla birbirimize bağlayan o loncaların hiç giyilmeyen görünmez üniforması.

Üzerimizden atmaya, derimizden kazımaya çalıştıkça bize daha fazla yapışan, ne kadar inkár etsek de, her cümlemizde, her bakışımızda kendi kendimizi tekzip eden tarafımız.

O güzel arabesk...

Dışarda, kalabalıklar arasında gördüğümüzde tanımazlıktan geldiğimiz, ama iki kişilik aşk hücrelerine kapandığımızda yardıma ilk çağırdığımız o huyumuz.

Sözlerimiz.

Bakışlarımız, bazen dudaklarımızın kenarına konan o dalgalı çizgiler, göz kapağımızla dudağımızın kenarında iyice daralan o mesafe.

Uzun zaman var ki, artık o tarafımla sulh ilan ettim, barışığım.

Bütün sansürlerimden azat oldum. Türk şarkılarındaki o sözleri çok seviyorum.

O yüzden bir haftadır, onlarca, yirmilerce defa hep o şarkıyı dinledim.

‘‘Su gibi’’ akan o şarkı, mantarımı çıkardı, içimdeki hüzünlü arabesk şişeden fırladı, Kahramanlar üzerinden, Üç Yol'dan, çocukluğumdan Ege'nin her tarafına dağıldı.

* * *

Bu ilkbahar çok yağmur yağdı.

Papatyalar hiç olmadığı kadar provokatördü.

Birinin gelip bu utangaç beni arkadan itmesi gerekiyordu.

Sezen geldi ve itti...
Yazarın Tüm Yazıları