Dayandığım direğin tepesinde bir isim yazıyor.
“Federico Fellini...”
Burası Veneto caddesinin başladığı meydan.
Yani “Dolce Vita” caddesi.
¡ ¡ ¡
Roma bu yıl Fellini’nin “Dolce Vita” filminin 50’nci yılını kutluyor.
Gözümde Tansu’nun dedesinden kalma güneş gözlüğü.
Yani “Vintage”ın Allah’ı.
Marcello Mastroianni’nin taktığının aynısı.
İçimdeki maymun anında, onun kılığına bürünmüş vaziyette.
Yürüyerek aşağıya iniyorum.
Hemen sağda Harry’s Bar.
Vakit erken, kırmızıya başlama saati henüz gelmemiş.
Ama 50’nci yıl bu, kalkıp ta Roma’ya gelmişiz.
Çare yok, kaçış yok, kutlayacağız.
Bir kadeh Super Tuscan desen, kenarda saatini bekliyor.
Son yılların modası Rose’yle başla desen, bize uymaz.
Bilumum tekne ahvalinin kutsal içeceği “Domain d’Ott”a bizim mahallede pek iyi bakılmıyor.
Öyleyse makulde buluşacağız.
Harry’s Bar’da kokteyl içilir ama serde ezber bozmak var ya.
Balıkla kırmızı içen bu damak, Harry’s Bar’da haydi haydi beyaz şarap içer.
¡ ¡ ¡
Şimdi kafa daha iyi, her şey yerli yerine oturmuş, Dolce Vita’ya damardan dalma zamanı gelmiş.
Çıkıp iki adım daha...
Sağda “Cafe Dolce Vita...”
Hepsi turistik olmuş, ne fark eder.
Via Veneto’dasın ve Dolce Vita yolculuğuna çıkmışsın.
Kafa iyi olunca, baktığın her vitrinde, o Vintage gözlüklerin altında kendini Marcello sanıyorsun ya, ondan büyük keyif yok.
Keşke koyu renk bir takım elbise giyip, bu işi tam yapsaydım diye hayıflanacakken ondan da vazgeçiyorum.
Fon müziği dersen o da hazır.
Bütün İtalya i-Pod’umda resmi geçit yapıyor. Adriano Celentano’dan, Mina’ya, Fred Bongusto’ya kadar ne istersen var.
“24.000 baci” bitiyor, “Il cielo una stanza” başlıyor.
Yolculuk devam ediyor, meydanı geçip, Fontana’ya geliyorum.
O malum havuzlu çeşmeye.
Anita Ekberg’in, kendini atıp, ıslanmış elbisesinin altındaki o muhteşem kadın bedenini hepimizin gözüne, gönlüne, başka yerlerine soktuğu o muazzam sahneye geliyorum.
Eğer hayat “Dolce Vita” olacaksa, onun ta kalbinde, işte böyle muazzam bir kadının bulunması gerektiğini öğreten kadın yine orada.
Havuza girmiş, kenarda kendini seyreden Marcello’yu çağırıyor.
Çağırmıyor, resmen emrediyor.
Marcello kalkıyor ve “Sen haklısın Silvia, geliyorum” diyor.
Sular o olağanüstü bedeni ıslatıyor.
O teşhir ediyor, biz seyrediyoruz.
Kadın erkek ilişkisinin, teşhir etmek ve seyretmek üzerine kurulduğunu bir kere daha hatırlıyorum.
Burası, sadece heykel sanatının merkezi değil.
Hayatı anlamak ve onu “Dolce vita”ya çevirme arzusuyla yanıp tutuşan ruhların Kâbe’si.
Fontana artık özlenen hayat için icazet alma tapınağı haline gelmiş.
¡ ¡ ¡
Orada ne yapılır?
Şükür duasına çıkılır.
Ben de öyle yapıyorum. Beni, çocukluk mahallemden alıp, hayatın bütün güzelliklerine götüren bu güzergâhta, yardım eden herkese minnet duygularımı bininci defa dile getiriyorum.
Allah’ım, bana bahşettiğin bütün bu güzellikler, bu “Dolce vita” için, sana şükrediyorum...
¡ ¡ ¡
Yarım asır geçmiş.
Hâlâ “Dolce Vita”yı seyrediyorum. Hâlâ bu eski Vintage gözlükleri takınca kendimi Marcello sanıyorum.
Hâlâ hayatımı sonsuz bir Dolce Vita’ya çevirmek için elimden geleni yapıyorum.
Hâlâ içimde aynı yaşama heyecanı.
Ve Via Veneto’nun tam orta yerinde avaz avaz haykırıyorum:
“Via Veneto, Viva Veneto”.