ODTÜ gibi muhteşem bir üniversitede sosyoloji okumuş...
Gidip Amerikalarda eğitimine devam etmiş....
Bir de İran Araştırma Merkezi’ni kuran kişiymiş...
*
İşte bu hoca çıkıp televizyonda insanların gözüne baka baka, “Balkan göçmenleri Türk değildir, Türkleştirilmiştir” diyor...
Orada da durmuyor devam ediyor:
“Bunlar Türkçeyi bile sonradan öğrenmiştir” diyor...
Ve sonunda asıl söylemek istediği noktaya geliyor:
Anladım, şimdi artık işin en heyecanlı bölümüne, çarpışma anına gelelim. Ama önce bana neyi hızlandırdığınızı ve protona bir tekme atmanın, bir tokat atmanın kaça mal olduğunu anlatın.
İşin aslında en ucuz kısmı neyi hızlandırdığımız. Protonu hızlandırıyoruz. Proton ne? Hidrojen. Hidrojen atomundaki elektronu sıyır, al sana proton. Çünkü hidrojen temelde bir proton ve etrafındaki bir elektrondur. En basit, periyodik cetveldeki başlangıç atomumuz yani.
Bunu nasıl elde ediyorsunuz?
Hidrojen tüpümüz var. Yani bildiğimiz küçük bir şişe büyüklüğünde oksijen tüpleri gibi. Bir tüp bizi aylarca götürüyor. Bir prosesle o hidrojenler elektronlarından ayrıştırılıyor ve haliyle artı yüklü hidrojen haline geliyorlar. Ama artı yüklü hidrojen dediğin, yani elektronsuz hidrojen dediğin şey zaten protonun tek başına hali. Biz onları alıyoruz ve bunları “bohça” haline sokuyoruz.
Bu bohçalardan iki tanesini mi alıp çarpıştırıyorsunuz?
Bir tane protonu elde ederek hızlandırmak hem zor hem de aynı zamanda değmez. Biz aşağı yukarı 10 üzeri 11 tane yani birin yanına 11 tane sıfır koyun o kadar sayıda proton hızlandırıyoruz, bir bohça dediğimiz bu. Bu da 100 milyar ediyor. Yaklaşık 100 küsur milyar tane protonu, bir arada hızlandırıyoruz. Ve bu çok ama çok küçük bir hacim içinde. Yani şu elimdeki çakmağı düşünün bunun gibi bir tane daha karşıda hazırlanmış...
HER SANİYE 40 MİLYON BOHÇA KARŞI KARŞIYA GELİYOR
Serkant Hocam, Dan Brown’ın romanında okuduğum günden beri CERN’e gitmek isterim. Ne yapıyorsunuz orada, yerin 100 metre altında? Nerede başladı bu hikâye?
Anneannemin evinde başladı. Ben küçükken anne ve babam çalıştığı için anneannem bana bakardı. Anneanne evinde de çok fazla oyuncak yoktu. En güzel meşgalem eski gazete kâğıtlarını alıp anneannemin yere serdiği bir çarşaf üzerinde kesmekti. Derdim gazeteyi kaç parçaya bölebileceğimi anlamaktı. Çünkü durmadan parçalayabildiğime göre içinde bir şey olması lazım. Sonradan öğrendim ki sadece matematiksel olarak bir şeyi sonsuz kere parçalayabiliriz. İşte buna ‘parçacık fiziği’ diyoruz. Her şeyin nüvesinde daha da ne olduğunu anlamak.
BİR PİNPON TOPU ATARAK DUVARI DELEBİLİRSİNİZ
İtalyan Fizikçi Carlo “Bilimde görmediğimiz bir şeyi anlamaya çalışırız” diyor. Siz görüyor musunuz?
Bir pinpon topu alalım, bunu bir duvara atarsak öteki tarafa geçmez. Ama teorik olarak geçmesi mümkündür. Biz buna “Tanımlanabilir olasılık” diyoruz. İşte evrenin şöyle bir gücü var. Bizim 30 birimle geçebileceğimiz bir duvarı o 3 birimlik enerjiyle atıp öbür tarafa geçirebiliyor. Günlük hayattaki işleyişte bunları beynimize kabul ettirmek zor. Kuantum deryası böyle sürprizlerle dolu.
CERN BİZİM BÜYÜK KULÜP GİBİ BİR YER
Peki İsviçre’deki CERN’e gidersek, orası neresi? Gerçekten Dan Brown’ın anlattığı gibi esrarengiz bir yer mi?
O gün İstanbul-Isparta seferini yapan uçak, normal saatinde kalkmış ve rahat bir yolculuktan sonra Isparta Süleyman Demirel Havalimanı’na doğru alçalmaya başlamıştır.
World Focus şirketinden kiralanan yolcu uçağında 7’si mürettebat 57 kişi bulunmaktadır.
Ne olduysa o iniş anında olur. Uçak havalimanının yakındaki bir dağa çarparak parçalanır.
İşte bu uçak, Türk bilim tarihinde, ünlü romancı Dan Brown’a kadar uzanacak bir tartışmayı başlatacaktır.
MELEKLER VE ŞEYTANLARIN MERKEZİNE GELEN HABER
Uçağın yolcularından biri Engin Arık adında bir kadındır. Onun kazada öldüğü haberinin ulaştığı yerlerden biri, Türkiye’den uzakta, yerin 100 metre altında dünyanın en ilginç deneylerinden birinin yapıldığı yer.
Burası, bütün dünyanın
Birleşik Arap Emirlikleri’nden sonra Bahreyn de İsrail’le diplomatik ilişkiler kurdu...
Yani...
Yanisi şu...
Türkiye’nin yıllarca önce yaptığı, bugün de yapmaya devam ettiği şeyi yapıyorlar...
Demek ki dış politikamızda serinkanlı bir akıl varmış...
*
Sırbistan ve Kosova...
Türkiye’nin Balkanlar’da en çok yardım yaptığı,
Hayatımda aldığım ilk şarkılar 78 devirlik üç plaktı.
Biri Erol Büyükburç’un ‘Little Lucy’si, öteki ise Paul Anka’nın ‘Diana’sıydı...
Üçüncüsü, Elvis Presley’in iki şarkısıydı...
İki tarafında birer şarkı olan 3 plağı eve getirirken otobüste kırmamak için harcadığım çabayı ve yaşadığım korkuyu hâlâ unutmadım.
Hepsi hepsi 6 şarkıydı...
Federica’ya sordum.
Bugün Spotify arşivinde toplam kaç şarkı var?
60 milyondan çok şarkı varmış.
Pazar şovuma hoş geldiniz. Bugün en sevdiğim konu ile karşınızdayım.
Müzik...
*
Müzik deyince de aklımıza artık “streaming” platformlar geliyor.
Spotify, Apple Music, Deezer, Fizy ve yeni oyuncu olarak Amazon ve ötekiler.
Şu an için Türkiye’de en tanınanı Spotify...
*
Spotify’ın artık Türkiye pazarını yöneten bir yöneticisi var.
Evet cevabı buymuş...
Eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve şimdilerde büyük ilgiyle izlediğim YouTube kanalı yorumcusu Kemal Öztürk’ün bu hafta çıkan kitabında okudum.
Kitapta çok ilginç ve tartışılacak anekdotlar var...
Ama ben, bukalemun ruhuma uygun birini seçtim...
Çok vahim bir olayın eğlenceli tarafı...
Kemal Öztürk başından itibaren, o zamanki deyişi ile “Gülen cemaati”ne uzak durmuş.
Ama AA Genel Müdürü olunca, personel alımında FETÖ kesiminden çok baskı gelmeye başlamış.