2 Kasım 2008
Sami Güner’in çektiği bir resim duruyor önümde. Kim mi Sami Bey? Hani ünlü MFÖ grubunun üyesi Fuat Güner var ya; onun fotoğraf sanatçısı olan babası... Kızılay Meydanı’nı çekmiş. Sanıyorum 1960’lı yılların sonu. Fotoğrafın sol tarafında meşhur Gökdelen, sağ tarafında ise üç katlı tarihi Kızılay Binası görünüyor. Gökdelen’le karşı köşeleri tutan şimdiki Soysal Han’ın yerinde ise inşaat çalışması var. Giriş katında Atatürk’le özdeşleşen Karpiç Restoran’ın yerini dolduran ünlü Süreyya Restoran’ı da barındıran Soysal Apartmanı yıkılmış, yerine bugünkü Soysal Han inşa edilmeye başlamış. Diğer bir köşe de ise Güvenpark.
Parkta, bu binaların önünde ve Çankaya’ya doğru uzanan Atatürk Bulvarı’nda, o günlerin şartlarında modern ve temiz giyimli insan yürüyor. Fotoğraf karesine ne bir işportacı, ne de dilenci girmiş. Yolun orta refüjündeki sıralı ağaçlar ise sanıyorum kestane ağaçlarından oluşuyor. Dallarındaki kuşların bir kısmını kaldırım kenarlarını süsleyen çiçeklerde de görüyorum. O an aklıma Gökdelen ve Kızılay Binası kadar, bulvar üzerindeki mağazalar geliyor. Vakko, Talip Mağazası, Vog Çorapçısı, Bulvar Eczanesi, Mısırlı Triko, Piknik Restoran, Büyük Sinema, Lufthansa, Pan American havayolu şirketleri, Milli Piyango, Hacı Bekir, Spor-Toto, Sağyaşar Plak, Meram, Flamingo, Penguen pastaneleri.
RANDEVUYA DA TEKSAS TOMMİKS AŞKINA DA GİDİLİRDİ
Bulvarda volta atarken, beynimize kazınan bu mekanlar film şeridi gibi gözümün önünden geçerken 1966 yılında yaşamımıza giren Gökdelen’in ilk günlerini hatırlıyorum. Ankara’nın, hatta Türkiye’nin en yüksek binası olarak nasıl da turistik bir misyon üstlenmişti! Seyir ve fotoğraf çekimi için bugün Atakule nasıl rağbet görüyorsa, o zamanlar da Gökdelen aynı ilgiye tabi tutuluyordu. Ayrıca, Başkentlilerin buluşma noktalarının başında geliyordu. Vakko’dan aldığı ipek gömlek, Adam Mağazası’ndan edindiği açık renk bol paçalı pantolon ve uzun saçlarıyla erkekler, kız arkadaşlarını bekliyordu. Dolgu topuklu, ekose desenli mini etekli kızlar ise tavus kuşu gibi kabarmış saçlarıyla postanenin önünde buluşup, Set Kafeterya’da ağırlanmaya hazırlanıyordu. O sıra derme çatma standları süsleyen Teksas, Tommiks, Red Kid çizgi romanların ikinci el satışları ise çocukların akınına sebep oluyordu. Bu ikinci el piyasası mahalledeki misketlerden, iç içe konan naylon toplardan ve kaykayların atası sayılan tornetlerden daha cazip gelmiyor muydu hepimize? Üstelik yaşı biraz daha büyükler için versiyonu ise sayfaları çevrilmekten eskimiş Playboy dergileri rüyaları süslemiyor muydu?
GÖKDELEN BİLE HAYALET ŞEHRE DÖNÜŞÜRKEN BİR TEK O DİRENİYOR
Ve geliyoruz bugünlere. Çatısında büyük bir amblemin yer aldığı sarı üç katlı Kızılay Binası çoktan yıkıldı ve yerine dev bir çarşı merkezi yapıldı. Artık bahçesinde Kızılay Maden Suyu içilerek serinlenen küçük büfeden ise eser yok. Güvenpark ise Ankara’nın göbeğine hayat veren yeşil alanıyla bir vaha olarak kalabilmek için çabalayıp duruyor. Bir yandan Belediye’nin "Üstü park kalsın, altına katlı otopark yapalım" kurnaz fikrine, diğer yandan da dolmuş ve otobüs duraklarının tecavüzüne direniyor.
İnşa edildiği 1966 tarihinde Türkiye’nin en yüksek binası olduğu için ’’Gökdelen’’ olarak isimlendirilen Ankara’nın sembol yapılarından Emek İşhanı ise şu sıralar tam bir hayalet mekan görünümünde. Bilindiği üzere 2006 yılında, Emekli Sandığı’na ait iken özelleştirilerek yaklaşık 55.5 milyon dolar bedelle işadamı Talip Kahraman’a satılmıştı. Türkiye vergi rekortmeni Talip Bey’e geçtikten sonra tadilat çalışmaları başlamış ve mal sahibinin açtığı tahliye davaları nedeniyle binadaki hemen hemen tüm kiracılar kapı dışarı edilmişti.
BİR YANDAN TAHLİYE SÜRÜYOR, DİĞER YANDAN YIKIM
Aralarında Carrefour, PTT ve Ziraat Bankası gibi kuruluşların bulunduğu 200 kiracıdan bugün 10 tanesi tahliye davasıyla boğuşmaya devam ediyor. Onların "Pes" etmesi de an meselesi.
Tüm kiracılar çıktıktan sonra ise Talip Kahraman’ın gönlünde yatan proje hayata geçecek. Bu projeye göre de, Ankara yeni bir beş yıldızlı otele daha kavuşacak. Ünlü iş adamı şimdiden kolları sıvamış durumda. Tadilat çalışmalarına zemin ve altındaki katlarda gecikmeden başlamış. Otelin otopark gereksinimi karşılamak için tüm bölmeler yıkılıyor ve yaklaşık 500 arabalık bir alan açılıyor. Yukarı katlarda ise tüm ara bölmeler yıkılıp, otel odalarına dönüştürülüyor. Carrefour’un yer aldığı büyük bölüme ise 2 bin 500 kişilik kongre merkezi yapılıyor. Bir yıl gibi kısa bir sürede bitirilecek tadilatlar sonucunda, Kızılay Meydanı manzaralı restoran, kafe ve barlar da yapılacak. Gökdelen’in terası ise Set Kafeterya’nın ilk günlerindeki ihtişamını aratmayacak bir görünüme bürünecek.
YILLARDIR VERGİ REKORTMENLERİ LİSTESİNDE
1965’de müteahhit olarak iş yaşamına atılan Talip Kahraman, 1983 yılında kurduğu ilk şirketle büyümeye başladı. Turizm ve inşaat sektörlerinde faaliyetlerde bulunuyor. Dev yatırımları ve alımlarıyla tanınıyor. Onu yıllarca Ankara, bir kaç kez de Türkiye vergi rekortmeni yapan birikiminin ise hazine bonosu faiz gelirlerinin olduğu biliniyor. Antalya Belek’teki Altis Golf ile Alanya’daki Grand Cortes Otel’lerinin sahibi. Ülke parası dışarı çıkmasın diye yurt dışına yatırım yapmayan Kahraman, medyaya yansıtmadan yüklü miktarda sosyal yardımlarda bulunmasıyla da tanınıyor.
Bu arada Kızılay’ın her geçen gün kötüye giden gidişatına "dur" diyen başka projeler de var. Kızılay- Kurtuluş hattında, yani Ziya Gökalp Caddesi üzerinde birbirinden güzel iki otel daha yapılıyor. Hem de tarihi binalar restore edilerek. Anlaşılan o ki, yakın bir gelecekte bu güzergah İstanbul’un Taksim- Talimhane güzergahına rakip olacak. Bilmeyenler için İstanbul’un bu arteri 60’a yakın tesisiyle tam bir oteller cenneti.
MİSYONLARI DEĞİŞİYOR AMA TARİHİ BİNALAR BİR BİR ONARILIYOR
Tekrar bizim Kızılay hattına dönecek olursak, 2003 yılında Princess Hotel olarak hizmete sokulan tesis gibi, daha birçok dört yıldızlı otelin faaliyette olduğunu belirteyim. Princess, yıllarca Emlak Bankası Genel Müdürlüğü’ne ev sahipliği yapan bina restore edilerek faaliyete geçmişti.
Bu tarihi binalardan ilki, seneler senesi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Kolej Kavşağı’ndaki tarihi bina. 39 yıllığına kiralanan yaklaşık 9 bin metrekarelik kapalı alana sahip yapı, baştan aşağı elden geçiriliyor. 2009 yılının ortalarında tamamlanacak bu çalışmalar sonucunda 430 yatak kapasiteli, kongre ve toplantı salonları olan bir otel ortaya çıkacak. Otel, uluslararası bir zincirin Türkiye’deki ilk halkasını oluşturacak ve adı "The Peninsula Chrlotte Hotel" olacak. Tesisin sahibi ise Türk turizminin duayenlerinden Tarık Pekkan. Ülkemize Belek’teki Asteria Tatil Köyü gibi birçok tesis kazandıran Pekkan, iki dönem de kısa adı BETÜYAB olan Belek Turizm Yatırımcıları Birliği’nin başkanlığını üstlenmişti. Onun zamanında dinler merkezi gibi bir çok proje hayata geçmişti.
YILLARCA RANDEVULARIN MİHENK TAŞIYDI
Otel olacak bir diğer yapı ise Ajans Türk Topluluğu’nun Ziya Gökalp Caddesi üzerindeki tarihi binası. 1964 yılında Ankara’nın ilk ofset baskı tesislerini bu binada kuran Ajans Türk, yaklaşık 30 yıl adres sormaların mihenk taşlarından biriydi. Tüm posta pullarının basıldığı, ders kitaplarının üretildiği bu bina ihtiyaca cevap veremez hale gelince, Ajans Türk matbaası İstanbul yolu üzerindeki dev tesislerine taşınmış, tarihini binanın alt katları müze gibi kullanılırken, üst katları da değişik şirketlere kiraya verilmişti.
Bugünlerde tüm katları boşaltılan bina lüks bir otel olma yolunda. Türkiye’deki Ada Otellerinin sahibi Adem Kırmış, yaklaşık 6 ay sonra zincirinin bir halkası olarak Ajans Türk binasını Ada Hotel olarak açmaya hazırlanıyor.
Bölgedeki bir diğer önemli yatırım ise 2010 yılında tamamlanacak. Yıllar yılı ilk ve orta okul olarak binlerce öğrenci yetiştiren tarihi TED Koleji Binası, TED Üniversitesi olacak. Türk Eğitim Derneği Ahlatlıbel’de Avrupa’nın en büyük okul kampüsünü kurarken, bu binaları terk etmiş, bir kısmı Çankaya Belediyesi’ne, diğer kısımları da şirketlere kiraya verilmişti.
RİXOS ZİNCİRİ NİHAYET ANKARA’YA DA GİRDİ
Son olarak ilginç bir gelişmeden de bahsedeyim. Geçen haftalarda yazmıştım. İnşaatının bittiği 1966 yılından sonra yaklaşık 35 yıl Başkent’in siyasi, kültürel ve sosyal gündemini belirleyen Büyük Ankara Oteli, kapsamlı bir onarımdan sonra kapılarını tekrar müşteriye açmaya hazırlanıyor. Tesis, özelleştirme yoluyla satıldıktan sonra 4-5 sene kapalı kalmıştı. Üstelik bu dönemde Emekli Sandığı tarafından içindeki eşyalar internetten açık arttırma ile satılmıştı. Emekli Sandığı’na ait bu tarihi oteli de Çelikler İnşaat’ın sahibi Tahir Çelik satın almıştı. O da, yeniden bir otel inşaa edecek kadar maliyeti onarım için harcamıştı. Yılbaşında faaliyete geçecek otelde bu günlerde yeni bir heyacan daha yaşanıyor. Çelikler İnşaat tesisin işletme hakkını Rixos Oteller Zinciri’ne verdi. Sessiz sedasız gerçekleşen anlaşma yakın bir zamanda tüm medyaya duyurulacak.
GEÇİTLER ÇARE OLMUYOR TRAFİK DAHA DA ÇILDIRTIYOR
Kısa bir süre önce Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Melih Gökçek’in, alt üst geçitleriyle övünürken, cadde ve sokaklara verdiği tahribatı yazmıştım. 29 Ekim günü Başbakan Erdoğan ile kol kola girip, 13 köprülü kavşak açılışını da medyadan takip etmişsinizdir. Son günlerde fark ettiniz mi bilmiyorum ama, geçitler yapılan arterlerde bile trafik çekilmez hal aldı. Özellikle işe gidiş ve çıkış saatlerinde araçlar milim milim gidiyor. Şimdi diyeceksiniz ki, "Kardeşim bu saatlerde trafiğin yoğun olması doğal, sen öbür saatlere bak". Bakayım bakmasına da, bu geçit ve kavşaklar yoğun saatlerde de araç akışını rahatlatmak için yapılmıyor mu? Yoksa gecenin bilmem saat kaçında herkes evindeyken, bize ne boş sokak ve caddelerden.
Buradan şuna gelmek istiyorum. İstediğin kadar yol genişlet, kavşak yap, köprü kur; toplu taşıma yönelmediğin sürece trafiği rahatlatamazsın. Üstelik otobana dönmüş yollarla şehrin ruhunu yok edersin. Türkiye, planlı kentleşmenin önemini anımsatmak için tüm dünya ülkeleriyle birlikte 8 Kasım’da Dünya Şehircilik Günü’nü kutlamaya hazırlanıyor. Ama Başkent bu özel güne utanç içinde giriyor. Zira Yaya Hakları’nın hiç düşünülmediği, şehir plancılığının keyfe keder düzenlendiği bir metropolde yaşıyoruz.
OTOBANA DÖNEN CADDELERDE CAN PAZARI
Avrupa Yaya Hakları Bildirgesi’nin ikinci maddesi ne diyor? "Yayanın; motorlu taşıt değil, insan ihtiyaçlarına göre şekillenmiş kent merkezlerinde yaşama hakkı vardır." Ankara’da ise bırakın yaya haklarını, kent kültürünün hiçe sayıldığı uygulamalar ile neredeyse yürüyen insan yokmuş gibi davranılıyor. Karşıdan karşıya geçiş için büyük beceri gerektiren üç dört şeritli yollar, ölümlü kazalara davetiye çıkarmıyor mu? Ya şehrin göbeğinde otobana dönmüş ana cadde ve sokaklara ne demeli? Göstermelik kaldırımlar yayaların yan yana yürümesini bile imkánsız kılmıyor mu? Bazı güzergáhlarda karşıdan karşıya geçmek için yüzlerce metre yol kat etmek hepimizin ortak sorunu değil mi?
Geçenlerde ekibimin usta foto muhabiri Bülent Ercan, kısa bir Ankara turu yaptı ve çok ilginç fotoğraf kareleriyle geri döndü. Bir kısmını sizinle paylaşıyorum ki, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Yazının Devamını Oku 19 Ekim 2008
ÜLKEMİZDE terörle mücadele 25 yıldır sürüyor. Bu güne kadar binlerce şehit verdik. Tüm toplumda infial uyandıran Aktütün Karakolu baskını ise daha önceki 36 karakol baskınına yeni bir halka ekledi. 1985 yılından bu yana karakol baskınlarında 363 evladımızı yitirirken baskına uğrayan en son karakolumuz Aktütün’de 17 şehit daha verdik. İşte bu baskınlar sonucunda Tempo Dergisi’nden Hüseyin Keten ile Buket Güler, kapsamlı bir araştırmaya girip, Milli Savunma Bakanlığı verilerine dayanarak hangi ilin kaç şehit verdiğine yönelik bir dosya hazırladı.
Türkiye Cumhuriyeti, terörle mücadele kapsamında bugüne kadar, askeri, polisi ve korucusuyla ülke genelinde 7 bin 946 şehit verdi. Arkadaşlarımın hazırladığı listeye göre, 4 bin 828 sivil de terör nedeniyle hayatını kaybetti. 7 bin 946 şehidimizin 5 bin 821’i Türk Silahlı Kuvvetleri mensubuydu. Emniyet teşkilatı 775, geçici köy korucuları da bin 350 şehit vermişti. Türkiye genelinde en çok şehit veren il ise 303 sayısıyla Şırnak oldu. Onu 284 şehit ile İstanbul, 264 şehit ile Hakkari ve 260 ile de Ankara takip etti. Şırnak ve Hakkari’de bu sayının kabarık olmasının nedeni Geçici Köy Korucuları’nın önemli ölçüde şehit vermesi.
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımız ile polisimizin şehit sayısına bakılınca ise İstanbul ve Ankara ilk sıraları paylaştı. Sadece Türk Silahlı Kuvvetleri yönünden bakarsak da, tüm iller arasında en çok şehit veren il olarak 205 sayısıyla Ankara başı çekti. Konya 200 şehit ile ikinciliğe, Sivas 183 sayısıyla üçüncülüğe yerleşti. Polis yönünden bakılınca da İstanbul 146 şehitle ilk sırada yer alırken, 56 şehitle Diyarbakır ikinci, 55’le de Ankara üçüncü acılı ilimiz oldu. Anlaşılacağı üzere Başkent Ankara, şehit veren illerin ilk sırasında yer aldı. İl il şehit sayımızı yanda verdiğim tabloda net bir şekilde görmeniz mümkün.
ELİNE MİKROFON ALAN NİYE SAĞA SOLA ÇARPAR
Sürekli katılanlar bilir, Ankara’daki protokol davetleri rutine binmiş, aynı monotonlukta sürer gider. Katılman gerekir ama "Nasılsa göründük, bitse de gitsek" cinsinden duygular beynini kemirir durur. Hareketi ise biraz katılan konukların statükosu ve gündemdeki reytingi sağlar, hepsi o kadar. Ancak, bu davetlerin görünmeyen bir yüzü vardır ki, benim hep ilgimi çeker.
TBMM’nin 23. dönem 3. yasama yılı açılış kokteylindeyiz. Meclis Başkanı Köksal Toıptan, tek tek tokalaştığı davetlileri kapıda karşılarken, biz de "Hoş geldin" kuyruğuna dahil oluyoruz. Girişteki bu seremoniden sonra Meclis’in tarihi tören salonuna adımımızı attığımız an, kendimizi yoğun bir kalabalığın içinde buluyoruz. Omuz omuza, hatta burun buruna sohbet etmeye çalışıyoruz, ama sıkça, elindeki mikrofonla kafasını tavana yöneltmiş televizyon muhabirlerinin bodoslama çarpmasına maruz kalıyoruz. Önce, "Bunlar niye sağa sola çarpıp duruyorlar?" diye merak ediyoruz. Sonra da, salona sokulmadıkları için, kameramanların yukarı kattaki bölümlerden kuşbakışı çekimler yaptığını ve televizyon muhabirlerinin de kafalarını tavana doğru çevirip, objektife bakarak canlı yayını gerçekleştirdiğini öğreniyoruz. Meğer salonda yürümeye çalışırken onların hareket menzili içine girmişiz.
KUYRUKLU YILDIZ GİBİYDİLER
Kısa bir süre sonra, salona Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile kabine üyeleri ve onların hemen ardından da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül giriyor. O andan itibaren de bütün ilgi bu grubun üzerine yöneliyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın etrafında oluşan insan halkası dikkatimizi çekiyor. Onlar salonun hangi köşesine giderse gitsin, bu insan halkası hiç eksik olmuyor. Gazeteciler mikrofon ve teypleriyle, diğer davetliler de tüm sempatik yüz ifadeleriyle bu halkanın büyümesine katkı sağlıyorlar. O an aklımıza gökyüzünde dolaşan yıldızlar geliyor. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, gözüme birer kuyruklu yıldız gibi görünüyor. Kokteyl süresince onlar önde, kalabalık arkasında görüntü hiç değişmiyor. İşte, her davette tanık olduğum bu kuyruklu yıldız görüntüsüne çok gülerim.
ANKARA OTELİ’NDE ALKOL GERÇEĞİ
Geçenlerde, Güler Sabancı’nın Hilton Otel’de verdiği resepsiyonda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile bir sohbeti köşeme taşıyıp, "Aman Tanrım, yoksa Büyük Ankara Oteli de mi alkolsüz olacak" başlığında bir yazı yazmıştım. Davet esnasında bakanla konuşmamıza ortak olan bir kişinin, "Bakanım, Vatan Gazetesi’nde okudum. Meclis’in hemen yanındaki Büyük Ankara Otel’i de açılınca bünyesinde içki bulundurmayacakmış. Bu çok büyük bir hata olur" deyişinden yola çıkmıştım. Bu sözler üzerine Bakan Günay, "Hadi mevzuat gereği kıyıda köşede kalmış otellere bir şey demiyoruz, ama Büyük Ankara Otel gibi tarihi bir mekanı alkolsüz yapmak son derece yanlış. Böyle bir uygulamaya giderlerse şiddetle karşı çıkarım. Ancak zannetmiyorum ki, alkolsüz yapsınlar" demişti.
OTELİN HERŞEYİ SÖKÜLÜP AÇIK ARTTIRMADA SATILMIŞTI
Büyük Ankara Oteli inşaatının bittiği 1966 yılından sonra yaklaşık 35 yıl Başkentin siyasi, kültürel ve sosyal gündeminin belirlendiği ana mekánlardan biriydi. Özelleştirilmeden önce, 4-5 sene otel faaliyetleri Emekli Sandığı tarafından durdurulmuştu. Üstelik bu dönemde içindeki eşyalar internetten açık arttırma ile satılmıştı. Avizeler, duvar kaplamaları, kapılar, banyolarındaki lavabo ve tesisatlarına kadar her şey sökülüp, otel boşaltılmıştı. Özelleştirmeye de bu şartlar içinde gidilmişti. Emekli Sandığı’na ait bu tarihi otel özelleştirme yoluyla Çelikler İnşaat’ın sahibi Tahir Çelik’e satılmıştı. Açık olduğu yıllarda modern görüntüsü ve üstün hizmet anlayışıyla Başkent’in en gözde oteliydi. İş adamları, diplomatlar, milletvekilleri ve bürokratlar için buluşma noktasıydı. Bu yüzden de Vatan Gazetesi’nde yazılan habere ve bakanla sohbetimize katılan kişinin hatırlatmasına çok kızmıştım. Araya Ramazan Bayramı tatilinin girmesi nedeniyle de Büyük Ankara Otel’in yetkililerinden bir yanıt gelmemişti. Geçenlerde otelin mimari Gökhan Hakan Turgut önce telefonla arayıp, daha sonra da gerekli dokümanları yollayıp, konuya açıklık getirdi.
BIRAKIN ALKOL YASAĞINI 7 TANE BAR VAR
Doğrusu anlattıklarının gazetede çıkan haberle alakası yoktu. Bırakın alkolsüz olmayı, otel özel mahzenleri, dev barı ve konsept restoranlarıyla alkol servisinin yapıldığı bir sürü üniteye sahipti. Hatta yılbaşına açmayı hedefledikleri otelin 850 metrekarelik lobisinin başköşesinde konuşlandırdıkları barın eskisi gibi buluşma noktası olacağı iddiasındaydılar.
Sonuçta, Özelleştirme ile satışı yapılan otel Çelikler Şirketi tarafından satın alındıktan sonra, kapsamlı bir yenilemeye gidildi. Tamamen "Akılı bina" içeriğiyle hazırlanan yapı işletim sistemleri binaya kuruldu. Ayrıca Ankara’daki hiçbir 5 yıldızlı otelde bulunmayan genişlikte kapalı otoparka kavuştu. Türkiye’de çok az uygulaması olan ve Ankara’daki Otel yapılarında bir ilk olarak yapılan "ko-jenerasyon" sisteminin kurulması ile otel kendi elektriğini kendisi üretecek.
Otelde yaklaşık 850 metrekarelik lobi bar mevcut. Lobideki diğer barın ismi ise Cigar Bar. Bunlar haricinde çeşitli katlarda 5 adet daha bar her türlü içki servisinde bulunacak. Yani toplam 7 adet bar Büyük Ankara Oteli yeni projesinde mevcut. Ayrıca Tunus Caddesi’nde otelin girişinden bağımsız bir mekán cafe-bar olarak hazırlanmış.
Kısacası gazetede yayınlanan ve şehir efsanesine dönüşen "Büyük Ankara Otelinde İçki kalkıyor mu?" başlıklı haberde bazı hususlar gerçek dışı.
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2008
BİR kaç hafta önce hava ve demiryoluyla Ankara’ya ulaşmak her geçen gün kolaylaşıyor diyerek, şehirlerarası ulaşımdaki gelinen noktayı gözler önüne sermiştim. Şehir içi ulaşımda da alt üst geçitler, genişleyen caddeler ve yeni açılan bulvar hariç, olduğumuz yerde saydığımızı, dizayn edilen mevcut caddelerin birer otobana dönüştüğünü vurgulamıştım.
Yaklaşık 14 yıldır Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Melih Gökçek, alt üst geçitleriyle övünüp, cadde ve sokaklarda yaptığı devrimi anlatıp duruyor. İşin aslına bakılınca, Başkent’e büyük kolaylık getiren bu uygulamaların, araç trafiğini oldukça rahatlattığı bir gerçek. Ancak yayalar yönünden bakıldığında, rahatlamayı bir kenara bırakın, uygulamalar tam bir facia dönüşmüş durumda. Dört şeride çıkan yollarda karşıdan karşıya geçmek büyük beceri gerektirirken, ölümlü kazalar sıradan adli vaka olup çıkıyor. Ya şehrin göbeğinde otobana dönmüş ana cadde ve sokaklara ne demeli? Göstermelik kaldırımlar yayaların yan yana yürümesini bile imkánsız kılarken, bazı güzergáhlarda karşıdan karşıya geçmeleri için yüzlerce metre yol kat etmelerini gerektiriyor. Örnek mi? Atatürk Bulvarı’nda daraltılan kaldırımlar ve Kuğulu Park Kavşağı ile Meclis Kavşağı arasındaki mesafe.
KALDIRIMLARDAKİ TUZAKLAR
Çok iyi bilinir ki, tüm çağdaş kentlerde yayaların geçiş üstünlüğü ön planda tutularak yaya geçitleri düzayak yapılır. Şehrin merkezi denen bazı bulvarlar sadece yaya trafiğine açık tutulup, gezinti alanları yaratılır. Tıpkı, Paris’in Şanzelize Bulvarı, Tokyo’nun Rapongi Hills Caddesi gibi. Zaten resimlere bakınca da bunu çok iyi anlayacaksınız. Adamlar önceliği yayalara verip, cadde ve bulvarlarını ferah tutarken, sadece Kızılay’da 20’ye yakın üst geçitin olması Gökçek’in yayalara gösterdiği ilgiyi apaçık gözler önüne seriyor. Peki, Ankara’da yayalar için genel durum nasıl? Biraz da bu sorunun yanıtına değinelim.
Başkent’te yaya olmak demek, birçok zorluğu da beraberinde getiriyor. Kaldırım ve bulvarlar taşıt trafiği yüzünden sürekli daraltılıyor ve parça parça yok ediliyor. Yaya kaldırımlarında büfe, taksi durağı, reklam panosu ve park halindeki araçlardan arta kalan kısımlarda ise yürünmeye çalışılıyor. Hadi yürünecek bir kaldırım bulundu diyelim, bu sefer de yayalar sürekli önüne bakmak zorunda kalıyor. Zira yolun ortasına konuşlanmış bir çukur ya da tümsek, düşmeniz için fırsat kollayan tuzaktan farksız vazifesini görüyor.
Hiç unutmam Melih Gökçek, gazetemiz için verdiği bir röportajda, "Yaya hakları diye bir şey tutturuldu. Hayatında arabaya binmeyen bir yaya var mıdır? On dakika önce arabaya binip, on dakika sonra inip yaya hakları diyorlar" demişti. İşte bu da Gökçek’in şehre bakış felsefesini yansıtıyor. Çağdaş bir insan şöyle düşünür: "Otomobil sürücüleri de her şeyden önce bir yayadır".
ALT ÜST GEÇİT SEVDASI YÜZÜNDEN TOPLU TAŞIMAYA YÜZ VERMEDİ
Aslında herkes biliyor ki, büyük kentlerde ulaşımın ana çözümü toplu taşım araçlarında. Yani hafif raylı sistemlerde, metrolarda ve düzenli işleyen otobüslerde. Gel gör ki, toplu taşım araçları yönünden Başkent çok gerilerde. Daha doğrusu kavşak, alt üst geçit ve otoban sevdası yüzünden ihmale uğramış durumda.
Aslında Ankara, Türkiye’nin gelişmiş ilk metrosuna ve raylı sistemine sahip, ama ilk olma dışında başka bir özelliği yok. Bir çok ana arterinde metro çalışması var ama, çukurlar, tüneller kazıldığıyla kalmış. Yıllardır ne bir ray döşeniyor, ne de vagon siparişi veriliyor. Ancak Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ağzından bir laf hiç eksik olmuyor.
"Bugün Ankara Büyükşehir Belediye’sinin borcu varsa, o da Murat Karayalçın döneminde yapılan metro projesinin maliyeti yüzünden"
BORCU DÖRDE KATLADI METRODAKİ GERÇEKLERİ ATLADI
Peki, sarf ettiği bu söz doğru mudur? Elbette ki "Hayır"... Zira yaklaşık bir milyar dolara çıkan Ankara Metrosu ile Ankaray Hafif Raylı Sistemi kazandığı yolcu taşıma ücretleri ve istasyonlardaki dükkánlardan elde ettiği kira gelirleriyle yatırım maliyetinin büyük kısmını çoktan çıkardı. Kaldı ki, borç aynı seviyesinde korunsa bile bugün Ankara’nın borcu bir değil dört milyar dolar. Yani, kendi deyimiyle göreve başladığı yıl bırakılan borcun tam dört misli.
Bugün ülkenin başbakanı bile her konuşmasında metro çalışmalarından övgüyle bahsedip, İstanbul’daki gelişimi anlatıyor. Ancak bir kez bile Ankara’daki metro çalışmalarından bahsetmiyor. Zira biliyor ki, Melih Gökçek’in karnesi bu konuda zayıflarla dolu. Ankara’nın üç tane daha metro projesi var, ama çalışmaları belirlenen programın çok gerisinde. Kısacası Ankaralı Murat Karayalçın döneminde projelendirilip, yapımına başlanan ve Gökçek döneminde açılışı yapılan raylı sistemlerle yetiniyor. 14 yıldan bu yana ise "cak"larla "cik"lerle biten konuşmalara tanıklık edip, türlü bahaneler dinliyor.
KISMET OLUR BİTERSE METROYA ÜÇ KARDEŞ GELECEK
İsterseniz sözü daha da uzatmadan, rakamlarla metronun geçmişine ve bundan sonrasına göz gezdirelim.
Ankaray Hafif Raylı Taşım Sistemi: 1992 yılında yapımına başlanıp, 1996 yılında tamamlandı. Kentin doğu ve batı yakasını birbirine bağlıyor. 8,7 kilometrelik güzergáhında ise 11 tane istasyonu var. Bilindiği üzere Melih Gökçek, 1994 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde iş başına gelip, üç dönemdir belediye başkanlığı yapıyor.
Ankara Metrosu: Yapımına 1 Nisan 1993 yalında başlanan Ankara Metrosu, 28 Aralık 1997 tarihinde de işletmeye açıldı. İlk açıldığından itibaren 14,6 kilometre uzunlukta çift hatlı ağır raylı sistem ve 12 yolcu istasyonuyla bir depodan oluşuyor. Ankara’nın ilk uydu kenti Batıkent ile Kızılay’ı birbirine bağlayan metro, her biri altı vagondan oluşan 18 adet setle günde ortalama 150 bin kişi taşıyor.
Söğütözü-Çayyolu Metrosu: 9,5 kilometrelik hatta ve 7 tane istasyona sahip olacak projenin yapımına 2001 yılında başlandı. Tünellerin büyük kısmı tamam, ama esas maliyeti oluşturan ray, vagon ve elektronik aksamda her hangi bir ilerleme yok. Bu yatırım Melih Bey’in en hızlı yürüyen projesi, ama ne zaman açılacağı halen meçhul!
Batıkent-Sincan Metrosu: 5,9 kilometrelik hatta istasyon sayısı dört olacak. Eryaman Metrosu diye de isimlendirilen projeye 2003 yılında start verildi. Kızılay ile Törekent birleşecek birleşmesine, ancak her hangi bir ilerleme yok. Belediyenin bahanesi ise yasal mevzuatlara takıldık.
Tandoğan- Keçiören Metrosu: Halk arasında Keçiören Metrosu olarak bilinen metronun hat uzunluğu 10,5 kilometre olacak. Tandoğan-Ulus ile Keçiören’in birleşeceği projede 11 istasyon bulunacak. Bitiş tarihi mi? Yapımına doğru dürüst başlanmağı için dogal olarak bitiş tarihi de belli değil.
LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜR MÜ?
Görüldüğü üzere 5 aşamalı Ankara metrosunun ilk ikisi yaşama geçmiş durumda, geri kalanı ise Allah’a emanet. Vatandaşa hizmet veren ikisi de Melih Bey’e çok eleştirdiği o zamanki CHP’li Murat Karayalçın’dan miras.
Bir konuyu sakın yanlış anlamayın. Ben CHP’li belediyeleri ve Murat Karayalçın’ı övmek için bu yazıyı kaleme almadım. Onların da birçok hatası var. Niyetim, sadece geçmişi karalayıp, lafla peynir gemisi yürütmeye çalışan, şehrin gerçek ihtiyaçlarını göz ardı edip, hesapsız kitapsız çözümler üreten zihniyeti gözler önüne sermek. İktidarın yatırımlarıyla şehirlerarası ulaşımda büyük başarılara koşan Ankara’nın, yerel yönetimle kent içi ulaşımda bir arpa boyu yol alamamasının hikáyesi böyle.
BİZİM PARAMIZLA HOVARDALIK YAPMAK MODA OLDU
Bu arada söz Karayalçın’dan açılmışken bir konuya daha değineyim. Belediye başkanı olursa, yoksul her aileye doğrudan ya da dolaylı olarak ayda en az 600 YTL "hemşerilik geliri" verecekmiş. Ayrıca dar gelirlilere su, otobüs gibi belediye hizmetleri bedelsiz veya indirimli karşılanacakmış. Kısacası örneklerini verdiğim vaatleri madde madde sıralayıp, adaylığını açıklamış. Kendisine bir ikazım olacak. Yerel yönetimlerin oy uğruna avanta dağıtmasından şikayetçi olduğumuz için başta Melih Gökçek olmak üzere bir çok belediye başkanına kızmıyor muyuz? Emlak, yol katılım payı, çöp vergilerini düzenli ödeyen ve belediye hizmetlerinden parasını bastırarak faydalanan vatandaşa kimse, "senin ödediğin paraları oy uğruna avanta olarak dağıtabilir miyim?" diye soruyor mu? Sen iyi bir belediye başkanıysan önce vatandaşlık görevini yerine getiren insanların haklı talebini karşılarsın, sonra oy için harcama yaparsın.
MECLİS BU YETKİYİ BELEDİYELERİN ELİNDEN ALMALI
Elbette ki yoksulların dertlerine derman olmak lazım, ama yardımı oy karşılığı verene de alana da dur demeli. Yoksa yeşil kartlı Mercedes araba sahiplerine, erzak yardımı alan gecekondu zenginlerine, bankada yüklüce parası olan dilencilere daha çok rastlarız. Bu tür siyasi manevralar yüzünden olan inanın gerçek ihtiyaç sahiplerine oluyor. Bence Meclis bir yasa çıkarmalı ve bu tür yardımları belediyeler kanalıyla değil de, sosyal yardım kuruluşları aracılığıyla yaptırmalı. Bu şekilde hem belediyeler esas işlerine dönerler, hem de gerçek yoksullara yardım eli uzatılır. Bizler de yaşadığımız kente proje üreten, hizmet sunan, vizyon sahibi yöneticiler seçme şansı buluruz. Yoksa parayı vatandaşlık görevini yerine getiren insanların sırtından kazanıp, oy avcılığına çıkan hovarda yöneticileri daha çok görürüz.
GÖKÇEK’İN BİR HAKKINI YEMİYELİM
Bu arada bir konuda Melih Bey’in yanındayım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Metrosu için hükümetin üç milyar dolar harcıyacağını söylerken, Ankara’ya beş kuruşluk yardım sözü vermiyor. Üstelik Ankara Büyük Şehir Belediyesi’nin borçlarını kesmek içinde direktifler yağdırıyor. Eh, merkezi hükümetten para gelmeyince de metro çalışmaları olduğu yerde sayıyor. Anladığım kadarıyla Gökçek, belediye bütçesinden halledemeyeceği metro yatırımını merkezi hükümetin üzerine yıkmak istiyor. Bence bunda da haklı. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara, AB’nin sayılı başşehirlerinden biri olacak. Elbette ki böylesine gerekli bir yatırım, hükümeti de ilgilendiriyor.
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2008
GEÇENLERDE Hilton Otel’de Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı’nın geleneksel hale getirdiği daveti vardı. Resepsiyona, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Sayıştay Başkanı Mehmet Damar, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, bürokratlar, iş adamları, basın temsilcileri ve yabancı misyon mensupları katıldı. Medya organlarında bu davetin siyasi ve ekonomik içeriğini izlemişsinizdir.
Güler Sabancı, resepsiyonda gazetecilerin soruları üzerine, özetlemek gerekirse önemli olarak şunları söyledi: "Dünyada çok büyük bir deprem yaşanmakta. Bunun ne kadar zarar verdiğini sistem henüz tam göremiyor. Bunun sonunda çok ciddi bir değişim beklemek lazım piyasalarda. Sadece olay, denetim meselesi değil, regülásyonlar(yönetmelikler) meselesi de değil. Çok ciddi bir şekilde yatırım bankacılığı konusunun da yeniden gözden geçirileceğini düşünüyorum. Muhasebe sistemlerinde ciddi bir yeniden bakış açısı gelmesi gerektiğini, geleceğine inanıyorum. Yeniden tarif edilecek bunlar. Yani bu işin kitabı yeniden yazılacak. Dolayısıyla büyük bir değişimin başlangıcındayız"
İKİLİ KONUŞMA BASINA NASIL YANSIDI?
Belli bir sentezin sonucunda ulaştığı fikirlerini anlatırken, "Az önce Merkez Bankası Başkanımız, finansal piyasalarda çok büyük deprem oluyor. Bunun sonunda daha çok denetim, gözetim ve regülasyon(Yönetmelik) göreceğiz" derken, gazeteciler: "Güler Hanım, Merkez Bankası başkanı bize bir şey söylemiyor, maşallah size açılmış" deyince kahkaha tufanı kopuyor. Zira hemen yanımızdaki Başkan, aynı soğukkanlılığıyla "Bu ayaküstü sohbetin ürünü" deyip, Güler Hanım’la birebir konuşmasına özeldi tanımlaması getirip, hafif yollu serzenişte bulunuyor.
Diğer bir köşe de ise ATO Başkanı Sinan Aygün ile Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’ı bakanlarla konuşurken görüyorum. Biliyorsunuz her ikisi de bana göre bir günahları olmadığı halde Ergenekon Operasyonu kapsamında gözaltına alınıp, cezaevine yollanmıştı. Sohbet konularına bakıyorum, cezaevinde geçirdikleri günler ve ortamları üzerine. Bakanlarda ilgiyle dinliyorlar.(!)
BAKAN GÜNAY ONAYLADI VE..!
Bu esnada yanıma Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay geliyor ve "Söylediklerinde haklıymışsın" diyerek balıklama geçen hafta yazdığım konuya giriyor. Hatırlatmak gerekirse, ne yazmıştım o yazımda? Ankara’nın göbeğinde turistik belge alan beş yıldızlı bir otelin içki satmayışını, Ege ve Akdeniz sahillerinde konuşlanan Didim’deki Caprice Otel gibi daha 27 tesisin bu modaya uyduğunu vurgulamıştım. Sonuçta da içki satıp, satmamanın tesisin kişisel tercihi olduğunu, ama turizm belgeli tesisin böyle bir lüksü olmadığını, o beş yıldızı alırken kıstaslardan biri olan bar gibi içkili bölümleri müşterinin hizmetine sunması gerektiğini belirtmiştim.
Bakan Günay ise ilk konuşmamızda turistik belgeli içki satmayan bir işletmeden haberi olmadığını, inceleteceğini söylemişti.
HAKLISIN AMA MEVZUAT EL VERMİYOR
İşte, Sabancı davetinde karşılaşmamız esnasında "Haklısın" diyerek konuya girmesi bu yüzdendi. "Haklısın, ama mevzuat buna el veriyor" diyerek sözlerini sürdürdü. Meğerse yapılan bir kanun değişikliğiyle beş yıldızlı otellere içki satma zorunluluğu, daha doğrusu kıstası ortadan kaldırılmış. İçki satmak isteyenler bakanlığa değil, bağlı bulunduğu belediyelere müracaat edip, izin alıyorlarmış. Dolayısıyla da kontrolü belediyeler sağlıyormuş.
"Böyle şey mi olur? Kültür ve Turizm Bakanlığı ne işe yarıyor?" gibisinden sorular soracakken, sohbetimize ortak olan bir davetli, "Bakanım, Vatan Gazetesi’nde okudum. Meclis’in hemen yanındaki Büyük Ankara Otel’i de açılınca bünyesinde içki bulundurmayacakmış. Bu çok büyük bir hata olur" diyor.
BİR TEK ANKARA OTELİ EKSİK KALMIŞTI
Bilenler hatırlayacaktır, Emekli Sandığı’na ait bu otel özelleştirme yoluyla Çelikler İnşaat’ın sahibi Tahir Çelik’e satılmıştı. Açık olduğu yıllarda modern görüntüsü ve üstün hizmet anlayışıyla Başkent’in en gözde oteliydi. İş adamları, diplomatlar, milletvekilleri ve bürokratlar için buluşma noktasıydı. Ankara sosyal yaşamının da en saygın mekánıydı.
Bu sözler üzerine Bakan Günay, önce kızgın bir ifadeye bürünüyor ve ardından bu sinirli halini kelimelere döküyor. "Hadi mevzuat gereği kıyıda köşede kalmış otellere bir şey demiyoruz, ama Büyük Ankara Otel gibi tarihi bir mekánı alkolsüz yapmak son derece yanlış. Böyle bir uygulamaya giderlerse şiddetle karşı çıkarım. Ancak zannetmiyorum ki, alkolsüz yapsınlar." diyor.
Haydi, hayırlısı, sonucu birlikte göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2008
Dikkat ettiniz mi bilmem ama, kara, hava ve demiryoluyla Başkent Ankara’ya ulaşmak her geçen gün kolaylaşıyor. Üstelik şehirlerarası ulaşımda hız da göz ardı edilmeden büyük gelişmeler sağlanıyor. Ancak, gel gör ki, şehir içi ulaşım, alt üst geçitler, genişleyen caddeler ve yeni açılan bulvar dışında olduğu yerde sayıyor. Üstelik nüfus artışına paralel dizayn edilen mevcut caddeler birer otobana dönüşüyor. Hal böyle olunca da, şehrin ruhunu yansıtan sokak, cadde ve kavşaklar birer birer yok oluyor. Artık kimse Kızılay, Tunalıhilmi, Cinnah Caddesi ve Atatürk Bulvarı gibi özel mekánlarda keyifli yürüyüşlerden bahsedebilir mi?
Bu hafta, kent içine hiç değinmeden Ankara’nın şehirlerarası ulaşımında geldiği noktaya ve bundan sonraki yeniliklere bir göz atalım. Tabii gelecek hafta da şehir içine ve Melih Gökçek’in marifetlerine değinelim.
Yurtiçinde Ankara’ya ulaşımı kolaylaştıran en önemli adım THY’den geldi. Bir alt marka olarak yarattığı Anadolujet ile 23 Nisan’dan itibaren 20 noktaya düzenli sefer başlatan şirket, koltuk sayısını artırıp, hizmet olanaklarını kısarak, ucuza uçuş olanağı sunuyor. Her ne kadar bilet fiyatını 29 YTL ilan edip, vergiler dáhil en ucuz 59 YTL’ye uçursa da şirket, gelen yoğun talep üzerine iki ay içinde sefer sayısını artırmak zorunda kaldı. Şimdilerde haftada 304 sefer yapan Anadolujet’in, uçuş sayısı 370’e yükseldi. Uçulan il sayısı da Denizli’nin eklenmesiyle 21’e çıktı.
SEFER SAYISI ARTTI KALİTE DÜŞTÜ
İlk yıl için iki milyon yolcu hedefi belirleyen Anadolujet, ilk bir ayda Ankara merkezli seyahat eden yolcu sayısında yüzde 65 oranında artış yakaladı. Ankara çıkışlı iç hat seferlerindeki doluluk oranı da yüzde 64’ten yüzde 85’e ulaştı.
Anadolujet ile bir çok noktaya direkt uçuş imkánına kavuşan Başkentlilerin önemli bir kaybı da oldu. Daha önceleri THY ile uçan yolcular, İstanbul hattı hariç ikram ve son model uçaklarla uçma imkánından yoksun kaldı. Zira yaşı bir hayli ilerlemiş uçaklara binenler, özel mönülerle ağırlanma yerine kuru bir kek ile su bardağına mahkûm edildi. Üstelik fiyat farkını ödeyip business sınıfta uçmak ise hayal oldu. Havaalanlarındaki CIP salonları ise ekstra para ödemek istemeyen Anadolujet yolcularının kullanımına kapatıldı.
UÇAKLARA SIKI BİR RAKİP GELİYOR!
Ankara’ya ulaşımı kolaylaştıracak en önemli adımlardan olan hızlı tren projesinde de sona gelindi. 550 kilometrelik Ankara-İstanbul hızlı tren projesinin temeli, 8 Haziran 2003 tarihinde atılırken; hattın birinci etabını oluşturan 251 kilometrelik Ankara-Eskişehir bölümü hemen hemen tamamlandı. Hatta belli periyotlarla deneme seferleri bile başladı. Bu arada deneme seferlerinin ilk konukları ise koltuklara yerleştirilen insan ağırlığındaki kum torbaları oldu. Bu hattın açılmasıyla Ankara-Eskişehir seyahat süresi üç saatten bir saate inecek. Hızlı tren hattı tümüyle tamamlandığında ise Ankara-İstanbul arası yolculuk üç saate düşecek. Proje Marmaray ile de entegre edileceğinden; Avrupa’dan Asya’ya kesintisiz yolcu taşımacılığı yapılacak. Bu proje aynı zamanda Ankara-İzmir arasındaki seyahat süresini de yaklaşık iki saat kısaltacak.
SÜRE AZALIYOR, KONFOR ARTIYOR
23 Nisan 2007’de başlayan deneme seferlerinin dört ay içinde tamamlanıp 2007 sonunda hizmete açılması öngörülüyordu. Ancak bakanlık yetkililerinin verdiği bilgiye göre, yabancı firmalar nedeniyle deneme seferleri tamamlanamadı; bu nedenle açılışın ne zaman gerçekleşeceğine dair bir tarih verilemiyor.
Türkiye, hızlı trenleri İspanya’dan alıyor. CAF firması tarafından imal edilen hızlı tren setleri, saatte 250 km hıza sahip. Bir set, 419 yolcu kapasiteli ve 6 vagondan oluşuyor. Yolcu güvenliği ve konforu açısından her türlü donanıma sahip olan setlerde; klima, video, televizyon ve müzik yayını, engelliler için donanım, bilgisayar kontrollü diagnostik araç kontrol ve takip sistemi ve vakumlu tuvalet bulunuyor. Şimdiye kadar İspanya’dan iki tren seti geldi, ama bu sayı 10’a ulaşacak.
TCDD 1952 YILINDA 140 KM HIZA ÇIKMIŞTI, AMA!
Geleceğe yönelik; banliyö trenlerinin metro kalitesine yükseleceği, Ankara garının havalimanı konforunu aratmayacağı gibi, umut dolu mesajlar verilirken aklıma deneme sürüşüyle ilgili bir anı geldi. Bu anı deneme sürüşlerinin ne kadar önemli olduğuna dair en güzel kanıt.
Biliyorsunuz, hızlı tren projesinin hattı ile mevcut hat birbirinden çok farklı. Şu anda kullanılan hattaki o malum kaza olmasaydı, belki de hızlı tren projesi halen bir hayal olarak kalacaktı.
2004 yılına damgasını vuran Hızlandırılmış Tren Projesi ve 39 kişinin ölümüyle sonuçlanan Pamukova Kazası hafızalardaki canlılığını halen koruyor. 132 kilometre sürate çıkan trenin makinisti mi suçlu, yoksa yaşı Cumhuriyet öncesine dayanmış mevcut hatta hız startı veren yönetim mi bilemeyeceğim, ama herkesin unuttuğu bir tarihi gerçeği hatırlatmak istiyorum.
DİNGİLLER ÇATLIYOR ALMANLAR ARAŞTIRMAYA BAŞLIYOR
Yıl, 1952... TCDD yönetimi Almanya’dan iki adet motorlu tren satın alıyor. 1954 yılına kadar da sayısını 18’e çıkarıyor. MAN Firması’ndan alının bu trenler üç vagondan oluşuyor. Şimdiki teknolojiden çok geride. O zamanın şartlarıyla hizmet veren Ankara-İstanbul hattında çalışmaya başlıyor. Ve tren o tarihte 140 kilometre sürate çıkmayı başarıyor. İlk başta da her şey iyi gidiyor. Süre olarak, iki şehir arasındaki mesafe kısalıyor ve tren yolcu akınına uğruyor.
Ancak, aradan iki ay geçince lokomotiflerin dingillerinde çatlamalar olduğu görülüyor. Hemen Almanlar çağrılıyor ve Eskişehir Fabrikası’na çekilen trenler incelenmeye başlıyor. Dingillerdeki çatlağın nedeni araştırılırken, güzergáhta bulunan rayların sapasağlam olduğu gözleniyor. Almanlar, sırf test için ülkelerinden başka lokomotif ve vagon getiriyor. Sonuçta uzun araştırmalardan sonra çatlamanın nedeni bulunuyor.
Lokomotiflerin ağırlığı 15,5 ton gelmektedir. Hálbuki Almanlarla yapılan anlaşmada ağırlık 13,5 ton olarak belirlenmiştir. Aradaki bu 2 ton fazlalık, 140 kilometrelik süratten dolayı çatlamalara neden olup, yolcuları bir facianın eşiğine getirmiştir.
TESELLÜM HAYETİ BAŞKANI İSTİFAYI BASTI
Bu durum anlaşılınca trenleri satın alan tesellüm heyetinin başkanı Kamil Necati Bey hemen istifasını basıyor. Hatanın Almanlarda olmasına ve herhangi bir kaza yaşanmamasına rağmen, başkanın bu onurlu davranışı, o zamanki yönetim tarafından kabul ediliyor.
Sonrasında, mevcut hatta bu tonajla hareket edemeyeceğine karar verilen trenlerin dingil ağırlıkları düşürülüyor ve sürat aşağıya çekiliyor. Bu 18 tren de yıllarca demiryollarına hizmet veriyor.
Geliyoruz Pamukova kazasının gerçekleştiği günlere. Aradan yıllar geçmesine rağmen, mevcut hatta radikal bir değişime gidilmemesine karşın, trenlere sürat emri veriliyor. Üstelik o tarihte kullanılan lokomotiflerin ağırlığı 22 tona çıkmasına rağmen.
13,5 ton nerede, 22 ton nerede? Kararı siz verin. Deneme sürüşlerinin gerekliliği konusunda her halde daha fazla söze gerek yok, değil mi?
GİTGEL KONYA ALTI SAAT LAFI GERÇEK OLACAK
10 saat 30 dakikalık seyahat süresi nedeniyle hem yolcu hem de yük taşımacılığında tercih edilmeyen Ankara-Konya demiryolu hattı, yarı yarıya kısalacak. 687 kilometre olan hat uzunluğu 306 kilometreye inecek. Böylece iki kent arasında yolculuk süresi 1 saat 15 dakikaya düşecek. Ankara-İstanbul ve Ankara-Konya hızlı tren hatları hizmete girdiğinde, İstanbul-Konya arasındaki 12 saat 25 dakikalık seyahat süresi de 3 saat 30 dakikaya inecek.
ÜÇ BUÇUK SAAT SONRA KORDONDASINIZ
824 kilometre uzunluğundaki Ankara-İzmir demiryolunu tercih ettiyseniz 14 saat sürecek bir yolculuğu kabul ettiniz demektir. Ancak bu işkence, bitecek! Dört aşamalı uygulanacak projeyle, iki kent arasındaki seyahat sadece 3 saat 20 dakika olacak. Bu hat sadece yolcu taşımada kullanılmayacak. En büyük ithalat ve ihracat limanı olan İzmir Limanı ve Ege bölgesinde üretilen ürünlerin, Orta Anadolu’ya hızlı ve yüksek kapasitede ulaşımını sağlayacak.
Doğu- Batı koridorunun en önemli halkasını oluşturan Ankara-Sivas demiryolu hattı, mevcuda göre yaklaşık 136 kilometre kısaltılacak. Proje gerçekleştiğinde Ankara-Sivas arası 602 kilometreden 466 kilometreye düşecek. 12 saat olan seyahat süresi de üç saate inecek.
DUBLE YOLUN ÇOĞU BİTTİ AZI KALDI
Karayollarında ise çift yol bakımından çalışmaların sonuna yaklaşıldı. Türkiye’de kamu yatırımlarına ayrılan düşük ödenekler nedeniyle yatırımların bitme süreleri 10 ila 30 yıla kadar uzuyor. 1998 yılında ihale edilmiş olmasına karşın hala bitirilemeyen 404 kilometre uzunluğundaki Ankara-Samsun yolunun nihayet yüzde 55’i tamamlanabildi. Karadeniz’i Başkent üzerinden Anadolu’ya, Doğu’ya ve Batı’ya bağlayan önemli bir yol olan Ankara-Samsun yolunun ilk bölümünün yılsonuna kadar açılacağı müjdesini ise Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım veriyor.
Yazının Devamını Oku 14 Eylül 2008
Geçenlerde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Capital, Ekonomist ve Tempo dergilerinde yayınlanmak üzere röportaj yapıyoruz. Turizmin dünü, bugünü ve yarını derken, söz dönüp dolaşıp alkol yasaklarına geliyor. Bakana, "Turizm belgesi olup da içki vermeyen turistik tesisler var. Bir önlem alacak mısınız?" diye soruyorum. Bu soruyu sorarken de özellikle bazı belediyelerin uygulamalarını kapsam dışında tutuyorum. Sonuçta onların icraatları bakanlığı direkt olarak pek ilgilendirmiyor.
Bakan, hiç duraksamadan yanıtlıyor: "Turizm belgesi alıp da içki vermeyen tek bir yer bilmiyorum."
Bu kez duraksamadan konuşma sırası bende... Hemen lafı yapıştırıyorum.
"Ankara’nın göbeğindeki beş yıldızlı Aktif Metropolitan Otel."
Her soruya seri yanıt veren Günay, bu kez mola ihtiyacı duyuyor ve kısa bir süre yutkunduktan sonra, "Bunu inceletmem lazım. Eğer öyleyse, gerekli işlemi yaparız. Turistik bir bölgede içki vermemek gibi bir şey olmaz. İçen içer, içmeyen içmez" diyor.
BU ALDATMACADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL!
Aslında sorum ve yanıtı, Türk turizmi açısından çok önemli. Zira, otel, restoran gibi mekanların turizm belgesi alabilmesi için bir çok kıstası yerine getirmesi lazım. Alkol satışı da bu kıstaslardan biri. Örneğin bir yabancı misafir tesisin beş yıldızına bakıp, konaklarken, otelin alkolden arındırılmasını makul karşılamayabilir. Eh Ankara’nın turizm merkezi olması, üstelik yakın bir gelecekte kongre turizminden pay kapması planlanırken, bu tür olumsuzlukların ülke ve kent imajı açısından getireceği sorunları siz hesap edin.
Sakın bir konu yanlış anlaşılmasın. Ben alkolsüz mekánlara değil, bu kıstasları yerine getireceğim diyerek turizm belgesi alan işletmelere karşı çıkıyorum. Fikrime göre, bu durum aldatmacadan başka bir şey değil. Yoksa insanlar işletmelerinde ister alkol satar, ister satmaz. Müşteri olarak da isteyen gider, isteyen gitmez. Ama sen turizmin hizmetindeyim deyip, ruhsat alıyorsan, ona göre fiyat politikası oluşturuyorsan ve şartlarını yerine getirmiyorsan; yanlış orada. Bu arada savunduğum fikirlere bakıp da beni bir içki sevdalısı filan zannetmeyin. Normalde alkolle aram hiç iyi değildir. Katıldığım herhangi bir davette, protokol gereği ayda yılda bir içerim ki, o da mecburiyetten. Ancak içkili ortamları severim ve içen dostlarımla beraber olmaktan da büyük keyif alırım.
BAŞKENT’İN GÖBEĞİNDEKİ BEŞ YILDIZLI ALKOLSÜZ OTEL
Gelelim benim örneklemem sonucu bakanın araştıracağım dediği otele. Bilindiği üzere Başkent Ankara’nın göbeğinde, alkolün yasak olduğu beş yıldızlı bir otelimiz var. Evet, bu şaka değil, yaşanan bir gerçek. Roof ve giriş katında barı bulunan, restoranında şarap bardaklarının masayı süslediği otelde içki satışı yasak. Üstelik Hilton, Sheraton ayarındaki bu otelin modern tasarımı, iç dekorasyonu ve teknolojisi, görenleri hayran bırakacak nitelikte. Siyasi parti genel merkezlerinin bulunduğu Balgat Semti’nde açılan otelin adı ise "Aktif Metropolitan."
"A" harfi şeklindeki otelin hiçbir ünitesinde alkollü içki yok. Ama odalarındaki minibarda, Ankara’yı 360 derecelik açıyla gören roofundaki barda süs olarak duruyor. Pardon, içinde sadece alkolsüz içecekler barındırak hizmet veriyor. Ayrıca, otelin başta Osmanlı yemekleri sunan restoranının yanı sıra, özel yemek ve toplantılar için de salonları mevcut. Lobide ise Türk, İtalyan, Fransız ve İrlanda kahve çeşitleriyle birlikte, zengin tatlı mönüsünün de yer aldığı pastanesi yer alıyor.
13 milyon dolara mal olan otelin sahibi, Ankara Büyükşehir Belediyesi halk ekmeği dağıtımını da yapan Aktif A.Ş isimli şirket. Aktif A.Ş’nin iki ortağı var; Mehmet Nükte ve kayınpederi Mehmet Camızcı. Mehmet Nükte, sağlığa zararlı olduğu için otellerinde alkol bulundurmadıklarını söylüyor, ama hacı olan kayınpederi Mehmet Camızcı’nın alkole karşı olduğu yakın çevresi tarafından biliniyor.
Kısacası, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, her alanda ön plana çıkan muhafazakár düşünce, turizm ve otelcilik sektöründe de kendini gösteriyor. Sonuçta da iş, dönüp dolaşıp otelcilik sektörüne kadar dayanıyor. Ve ne mutlu bize ki, Cumhuriyet Başkenti’nin göbeğinde, nur topu gibi alkolsüz beş yıldızlı bir otelimiz var.
BİRKEN 27 OLDU KOYLAR HAŞEMAYA DOYDU
Sayın Ertuğrul Günay’a, bir de Türkiye genelinden örnek vereyim.
Türkiye’nin ilk beş yıldızlı muhafazakár oteli "Caprice Otel", Didim’de faaliyetini sürdürüyor. Daha sonraki yıllar onu Ege ve Akdeniz sahil şeridinde tam 27 tesis takip etti. Ben, Caprice’den yola çıkarak yaşananları ve gelinen noktayı anlatayım.
Caprice Otel, Akbük ve Didim’deki sosyal yaşamı etkiliyor. Bilindiği üzere bu lüks otelde, haremlik-selamlık havuzlar, tenteyle dış dünyaya kapatılan plajlar günlerce basını meşgul etmişti. İslami sosyetenin mekanı haline gelen tesiste türbanlı hanımların deniz keyfi gazete manşetlerini süslemişti.
Akbük’deki bu otele, göz gezdirmek üzere kısa bir ziyarette bulundum ve hizmet anlayışı bakımından bu yıl da değişen pek bir şey olmadığını gördüm. Yine İslami sosyetenin tatil merkezi konumundaydı ve çevresi sıkı güvenlik çemberi içindeydi. Ancak değişen bir şey vardı ki, Caprice Otel’le birlikte, çevredeki otel, pansiyon ve yazlık evlere haşemalı ve türbanlı tatilciler akın etmişti. Değerinin üstünde fiyatlarla ev alan ve kendi özel bölgesini yaratmak isteyen İslamcı kesimin yoğun geldiği bölgede, otel, motel ve pansiyon rezervasyonları aylar öncesinden tamamlanıyordu. Şimdilerde paranın kimde olduğu da düşünülecek olursa Akbük ve Didim’in çehresi değişiyordu. Gündüz plaj, gece çarşı merkezinde, türbanlı, hatta kara çarşaflı hanımları sıkça görmeniz mümkündü.
HAKİKİ ŞERİAT MAYOSU
Hanımları için özel denize giriş yeri isteyen, hatta siteler içinde cami ve mescit açılmasını talep edenler günlük yaşamın bir parçası olup çıkıyordu. Bu durum da zaman zaman tartışmalara neden oluyordu. Turistik belgeli bu tesiste yabancı turistler ne yapıyordu derseniz; sadece uzaktan bakınmakla yetiniyordu. Tabii haşema giyip, haremlik selamlık güneşlenmeyi istemiyorlarsa. Unutmadan "Haşema"nın açık yazılışını da aktarayım. "Hakiki şeriat mayosu"
Bu arada beş yıldızlı Caprice Otel’de alkol olup olmadığını sormak ise komediden başka bir şey değil.
ŞARAP HAKKINDAKİ HERŞEYİ TESADÜFEN ÖĞRENDİ
Hürriyet Gazatesi ekonomi muhabiri Çigdem Toker’in yazdığı kitap elime geçti ve bir solukta okudum. Toker’in "Abdüllatif Şener" isimli bu kitabı, son dönemlerde adı yeni bir siyasi oluşumla anılan Abdüllatif Şener’le yapılan uzun soluklu bir söyleşiden oluşuyor. Şener’in yaşamını kaleme aldığı kitapta, birçok ilginç açıklamalarla beraber, benden de satırlar var. Şahsımla ilgili bölümde, geçen dönem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Abdüllatif Şener’in şarap kültürüne merak hikáyesini anlatılıyor.
Aslında Şener’in şarap merakını tesadüfen öğrenmiştim. Canlı yayına katılmak için gittiği bir televizyon kuruluşunda masa üzerindeki kitap gözüne çarpmış ve incelemeye başlamıştı. Kavaklıdere Şarapları’nın bünyesinde bulunan Kavaklıdere Eğitim Yayınları’nca çıkarılan kitabın adı "Şarap Hakkında Her Şey" idi.
Canlı yayın biter bitmez Abdüllatif Şener, bakanlıktaki makamına geri dönmüş, ardından da Kavaklıdere Eğitim Yayınları yetkililerini aratmıştı. Bakan Bey’in bu kitaptan edinmek istediğini belirten bakanlık yetkilisi, satın almak için talepte bulunmuştu. Ertesi gün Şener’e kitapla beraber Kavaklıdere firmasının ürünlerinden bir demet numune yollanmıştı. İşte, muhafazakár kimliği herkesçe malum bakanın, şarap kültürüne yönelmesi bu şekilde dikkatimi çekmişti.
ALKOL FABRİKASINI ZİYARET EDEN İLK VE SON AKP’Lİ
Aradan üç hafta süre geçmişti ki, bir davette yan yana gelince bu olayı konuşmuştuk. Bağ bozumunun yaşandığı bir esnada şarap fabrikasına beraber gitme teklifinde bulunmuştum. Tereddütsüz kabul etmiş ve pazar günü Ankara Akyurt’taki Kavaklıdere Şarap Fabrikası’nda buluşmak üzere randevu vermişti.
O gün, içimde bakanın gelmeme korkusunu da taşıyarak erkenden fabrikaya gidip, randevu saatini beklemiştim. Doğrusu AKP iktidarında ilk kez bir bakan, üstelik başbakan yardımcılığı sıfatıyla ekonomimize yön veren kişi, alkollü içecekler üreten fabrikaya ziyarette bulunacaktı. Şüphe içindeki bekleyişim bakanın makam aracının fabrikadan içeriye girmesiyle son bulmuştu. Ardında da Kavaklıdere şaraplarının sahibi Ali Başman rehberliğinde, Bakan Şener ile fabrikayı dolaşmaya başlamıştık. "İnsanın içmemesi fikir sahibi olmasına engel değildir" tezinden yola çıkarak da Şener, şarap üretiminin her aşamasını incelemeye başlamıştı.
Bu esnada bir soru sormuştum... "Siz devlet adamısınız ve protokol masalarında alkol geldiği zaman ne oluyor? Özellikle yabancı konuklarla sıkıntıya girdiğiniz oluyor mu?"
NELER KAÇIRDIĞINIZI BİR BİLSEYDİNİZ
Abdüllatif Şener de bir fıkrayla yanıtını vermişti.
"Benim için sorun olmuyor. Ben alışığım zaten. İtalya Teknolojiler Bakanı gelmişti. Bir fıkra anlattı. Bir papaz, bir haham ve bir imam yemekte bir araya gelmişler. Papaz demiş ki, "Domuz kızartması..." Haham itiraz etmiş; "Bizde domuz eti yenmez" demiş. İmam da desteklemiş. Papaz, "Neler kaçırdığınızı bir bilseydiniz" demiş. Birazdan, "Şaraplar gelsin" demiş papaz. İmam itiraz etmiş. Papaz, yinelemiş, "Neleri kaçırdığınızı bir bilseydiniz." Sohbet koyulaşmış, papaza sormuşlar, "Aile hayatı nasıl?" diye, papaz, "Bizde evlenmek yasaktır" demiş. İmam demiş ki, "Neleri kaçırdığınızı bir bilseydiniz." İşte bizimki de öyle bir şey."
O ÜNLÜ ŞARAP SÖZÜNÜ BİLİNÇLİ Mİ SÖYLEDİ?
Abdüllatif Şener, kitapta o günlere nasıl değiniyor.
"Ben bu nesnenin her şeyini bilirim, tadından başka" sözü de o günlere rastlıyor, değil mi?
Evet, o döneme aittir.
- Aslında "şarap" öyküsünün miladı, Tempo dergisinde Erdal İpekeşen’in sizinle Kavaklıdere Şarap Fabrikası’nda yaptığı röportaja dayanıyor değil mi?
- Doğru. Konu ilk kez basının ve kamuoyunun gündemine bu röportajla girmişti. Bazı ürün örneklerini getirip söylemeden kokusundan tahmin etmemi istemişlerdi. İlkinde hemen isabet sağlamıştım. Benim için ilginç bir deneyimdi.
- Peki o söz. O sözü bilinçli mi söylemiştiniz?
- Evet ben o konuşmaya bir hafta hazırlanmıştım, çünkü stratejik bir konuşma olacağını biliyordum. Birkaç yerden rapor ve metin istedim. Onlara istinaden kendim kurguladım konuşmayı.
BAŞBAKAN’IN DA HOŞUNA GİTTİ
Diyanet’ten sorumlu devlet bakanımız Mehmet Aydın, benimle hep esprili konuşur, sıcak bir konuşma üslubu vardır. Hiç unutmuyorum, espriyle karışık "Sen sınırı aştın" dedi. Hatta o "her şeyini bilirim" konuşmamdan önceki bir safhaydı. Ben de "Hocam nasıl sınırı aştım?" deyince, "Bir şeyler söylüyorsun içkiyle ilgili" dedi. "Ne söylemişim Hocam." "Şarabın rengini severim dedin" dedi. "Şarabın rengini sevmenin dine aykırılığı var mıdır?" dedim. Şöyle bir durdu, "Yok" dedi. "O halde niye takılıyorsunuz, ben sınırları bilerek konuşurum" dedim. O zaman güldü "Sen bildiğin gibi konuş, sen bu işleri biliyorsun" dedi.
- Bir dönüm noktası oldu?
- O ortamda hükümeti de rahatlatmak lazımdı.
- Bu konuşma öncesinde kimseyle konuştunuz mu?
- Başbakanın hoşuna gitti. Yanında diğer bakanlar da vardı. "Baksanıza Latif içkinin her şeyini biliyormuş" dedi gülerek. Hoşlanmıştı bu sözümden.
Bu olayı niye mi hatırlattım? Malumunuz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Esas mahalle baskısı ben içmiyorum diyen kesime yapılıyor" diye bir açıklaması vardı ya! işte ona cevap. Aynı görüşten gelen, ama hayatı farklı yorumluyan iki kişinin yaşama bakışını siz değerlendirin.
7 BİN KİŞİ YEDİ KİLOMETRE ÖTEDEN PROTESTO ETMİŞTİ
12 Eylül darbesinin yıl dönümünde Darbe Karşıtı Platform, 28 yıl önce darbe bildirisinin okunduğu Ankara Radyosu önünde "demokrasi nöbeti" tuttu. Ayrıca 12 Eylül darbesi ve Kenan Evren, yapılan birçok etkinlikle protesto edildi. Peki, hiç biri o esnada Evren Paşa ve diğerlerinin ne yaptığını aklına getirdi mi? Hemen söyleyeyim, istiflerini hiç bozmazdan günlük yaşantılarına devam ettiler. Nasıl mı? Tıpkı daha önceki yıllarda yaptıkları gibi.
İki yıl önceydi... 12 Eylül günü öğleden sonra, Ankara’nın Kavaklıdere semtindeki Budakaltı Kafe’den içeriye, yaşını başını almış zat ile beraber 6 kişiden oluşan bir grup girmişti. Önceleri kimsenin dikkatini çekmeyen ak saçlı zat, az sonra salonda bulunan müşteriler tarafından tanınmıştı. Hatta birkaç müşteri yanına kadar gidip, elini sıkmış ve halini hatırını sormuştu.
HESAP VERECEKLER SLOGANINI YANLIŞ ANLAMIŞ OLACAK Kİ..!
Yaşlı kişinin ve yanında bulunan grubun yemek yediği saatlerde, kafeye 7 kilometre uzaklıktaki Tandoğan Meydanı’nda, yaklaşık 7 bin kişinin katıldığı bir miting yapılıyordu. "12 Eylül Darbecileri Yargılansın" istemiyle gerçekleşen mitingde, başta Kenan Evren olmak üzere, 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılanmasını isteyen göstericiler, çok geçmeden polisle çatışmaya giriyordu. Savaş alanına dönen Tandoğan Meydanı’nda, göstericilerin polis copunu yediği esnada, Budakaltı Kafe’deki grup ise etlerini bitirmiş, tatlılarını yemekle meşgullerdi. Az sonra da göstericilerin "Hesap verecekler" sloganını duymuşçasına, yaşlı kişi garsondan hesabı istiyordu. Ödedikten sonra da geldiği gibi sessiz biçimde kafeden ayrılıyordu. Anlaşılacağı üzere göstericiler cop yerken, Kenan Evren yemeğini yemiş, "hesap verecekler" sloganını da yanlış anlayıp, garsonun getirdiği hesap pusulasını ödemişti.
Yazının Devamını Oku 7 Eylül 2008
Yıllık iznimini kullandığımdan dolayı yazılarıma bir süre ara vermiştim. Gerçi damarlara işleyen gazetecilik sevdası tatil yaptığım sürece yakamı bırakmamıştı, ama gözlemlerimi satırlara dökmek için ellerim klavyenin tuşuna bir türlü gitmemişti. Sonunda bilgisayarın başına oturdum ve 14 günün bilançasonu yazmaya başladım.
Didim’deki Parlamenterler Sitesi’ndeydim. Bir dönemin en kuvvetli bakanları, milletvekilleri, hatta başbakanıyla beraber denize girip, sohbet ederek günlerimi geçirdim. Hepsi, sanki birer ayaklı kütüphaneydi. Hal böyle olunca geçmişte yaşanan ilginç olaylar dile geldi, kitap yazma iştahım kabardı ve kısa notlar tuttum. Aktif politikadayken söylenemeyenler bir bir anlatılıyor, özeleştiriler peş peşe sıralanmaya başlıyordu.
Aslında öncelikli konumuz Hürriyet Gazetesi’nde Parlamenterler Sitesi hakkında çıkan haberlerdi. Ancak, yönelttikleri her eleştiri ve savunmayı kulak arkası edip, "Ben bu gazetenin patronu ya da yayın yönetmeni değilim. Sizin gibi bir ev sahibiyim o kadar" diyerek salvolarından sıyrılıyordum. Sitenin adı Parlamenterler, ama sakinlerinin yarısı bizim gibi sonradan satın alan ev sahiplerinden oluşuyordu. Bizler de bir döneme damgasını vurmuş eski parlamenterlere saygı ve sevgiyle yaklaşıp, kalplerini kırmamaya çalışıyorduk. Birçoğu hakikaten de bu saygıyı hak ediyordu, ama aralarında bazıları vardı ki, bırakın kalplerini, kafalarını kırasınız geliyordu. Allahtan azınlıktalardı da, aktif dönemlerinden kalan kötü alışkanlıklarını göz ardı edip, hal ve hareketlerini sallamıyorduk.
Neyse gelelim esas konumuza... Şimdi tarihin derinliklerine dalıp, Turgut Özallı, Erdal İnönülü, Süleymanlı Demirelli, Mesut Yılmazlı ve Tansu Çillerli döneme girmeyeceğim. Size aktaracağım konular, yüzünüzde en azından tebessüm yaratacak komik anılar.
MİLLETVEKİLİNDEN FIKRA GİBİ SORU
Geçen dönem, TBMM’de milletvekilleri ve AB Yatırım Bankası’nın genişlemeden sorumlu yönetim kurulu üyesi Wolfgang Roth’ın katıldığı önemli bir toplantı yapılır. Amaç, milletvekillerinin, bölgelerinde yapılacak yatırımlar için yürüttükleri kaynak araştırmalarına yardımcı olmaktır. AB Yatırım Bankası yetkilileri milletvekillerine, projelere kaynak aktarmada izledikleri yöntemleri ve kıstasları anlatıp, sorularına yanıt verirler.
İşte bu karşılıklı sohbet bölümünde AKP Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol’un fıkra gibi sorusu gelir. Tabii, aynı anda salonda bulunanlara da gülme krizi. AKP’li İzol, Wolfgang Roth’a dönerek "Türkiye’de, hatta Şanlıurfa’da bir şube açar mısınız? Çiftçilerimize destek amaçlı kredi verilebilirse bunun koşulları ne olur" diye sorar.
İzol’un bu sorusunu karşısında önce şaşıran ve sonra gülmeye başlayan Roth, "Merkezimiz Lüksemburg’da. Bırakın Türkiye’de açmayı, dünyanın hiçbir yerinde şubemiz yok. Biz yatırımlara kredi sağlıyoruz. Eğer çiftçiler, bir yatırım projesi sunarlarsa yardımcı olmaya çalışırız" yanıtını verir.
BU TAŞLARI ÜZERİNE NASIL KOYMUŞLAR?
Ürgüp Belediye Başkanı Bekir Ödemiş, bir dönemin Turizm Bakanı’nı ağırlayıp, peri bacalarını gezdirirken, çok ilginç bir soruya cevap vermek zorunda kalır. "Bu taşları üzerlerine nasıl koymuşlar?" Peki bu saçma ve trajikomik soruyu soran hangi Turizm bakanı? Sizi fazla zorlamadan yanıtını hemen vereyim. AKP Hükümeti’nin ilk Turizm Bakanı Güldal Akşit.
MÜSİAD’I SANAT KURUMU ZANNEDERSE!
Bir hayır kuruluşunun ödül töreninde, MÜSİAD Ankara Şubesi Başkanı, ödülünü eski bir politikacının elinden alacaktır. Kürsüde önce ödülü veren, sonra da alan konuştuğu için politikacı, başlar anlatmaya.
"Böylesine büyük ve ulvi bir görevi yerine getirdiğiniz için şahsınız adına ekip arkadaşlarınızı kutluyorum. Bu ülkenin sizin gibi sanatçılara ve sanat kurumlarına çok ihtiyacı var" diyerek sürdürdüğü konuşması salonda gülüşmelere, hatta kahkahalara neden olur. Zira Politikacı, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’ni yani MÜSİAD’ı sanatçıların kurduğu bir dernek zannedip, sanatın güzelliklerinden bahsedip duruyor.
Salondan gelen kahkahalara rağmen hatasını düzeltmeyen politikacıyı, nezaketinden olsa gerek, ödülü ve mikrofonu aynı anda alan MÜSİAD Ankara Şube Başkanı da düzeltme gereği duymaz.
Sonrası mı? O daha da komik. Salondaki yerine geri dönen politikacı meslektaşının kulağına eğilip, "Yahu bu adam ve arkadaşlarına ödülü verdim de, ne tipleri, ne de davranışları müzisyene benziyor" der.
TÜP BEBEKTE YAP İŞLET, DEVRET
AKP Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin’in çabaları sonuç verince, Başbakan ile bakanlara sunduğu tüp bebek raporu hayata geçti. Böylece Sağlık Bakanlığı, tüp bebek tedavisi giderlerinin karşılanması için çalışmalara başladı. 2005 yılından itibaren çocuk sahibi olmak isteyenlerin tüp bebek harcamalarını devlet karşılıyor.
Uzun yıllardır oğlundan torun sahibi olmak için hevesle bekleyen eski bir politikacı, bakın konuya nasıl bir yaklaşım getiriyor:
"Devlet, yap, işlet, devret modeli tüp bebeği de kapsamına aldı."
Doğru ya, devlet çocuğun doğumunu sağlayacak, ailesi yetiştirip büyütecek, sonra askerlik, memuriyet ve vergi derken, devlet bu çocuktan faydalanacak.
DEVEKUŞUNUN ŞAŞIRTAN RUHSAT HİKAYESİ
Devekuşunun Türkiye’deki serüvenini dinlerken bir hayli güldüm. Çiftliği kurup, faaliyete geçmek ve ürünleri satmak için Tarım Bakanlığı’na ruhsat başvurusunda bulunan politikacı dostum, daha doğrusu akrabaları, ilginç bir soruya muhatap olmuş. Yetkili: "Biz bu ruhsatı deve için mi, kuş için mi vereceğiz?" diye sormuş. Önce şaşıran, sonra için için gülen çiftlik sahibi, devekuşunun özelliklerini içeren geniş bir brifing vermek zorunda kalmış.
VALİ DAMA ÇIKTI, KAHKAHA TUFANI KOPTU
Eski bir vali hakkında anlatılan fıkra gibi bir hikáye var. Halen aktif politikada olan eski valinin ismini vermeyeyim. Hikáye şöyle:
Dönemin Gaziantep valilerinden biri, köylere ziyarette bulunmakta ve köylülerin sorunlarını dinlemektedir. Evleri toprak damlı olan köyde, yaşlı bir vatandaş valinin yanına yaklaşır. "Vali bey önemli bir sorunum var, ancak sen çare olursun, hele biraz bizim eve gel" der.
Vali yaşlı köylüyü kırmaz ve peşine düşerek onu takip eder. Ancak yaşlı adam valiyi evin içine götürmek yerine doğrudan dama çıkarır. Ardından da kolundan tuttuğu valiyi, bir o tarafa, bir bu tarafa gezdirmeye başlar. Şaşkın bir şekilde neredeyse evin damının tamamını gezen vali sonunda dayanamaz.
"Amca ne söyleyeceksen söyle artık. Niye beni damda gezdirip duruyorsun?" diye çıkışır. Bunun üzerine yaşlı amca hınzır bakışlarla konuşmaya başlar.
"Kusura bakma vali bey. Ne yaptıysam evin damındaki otların kökünü kurutamadım. Valinin bastığı yerde ot bitmez derler ya. Onun için seni buraya getirdim."
MEB SOKRATES’E KİTAP YAZDIRMIŞTI
Basında yankı bulan ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in imzasıyla yayınlanan, "Türk ve Dünya Edebiyatından 100 Temel Eser" adlı genelge vardı. Okullarda okuma alışkanlığını geliştirmeye yönelik genelgede, öğrencilerin Türkçeyi güzel, doğru, etkili kullanma becerisine kavuşmaları ve kelime hazinelerinin önemli ölçüde zenginleşmesi hedefleniyordu.
Ancak gel gör ki, MEB, 100 Temel Eser’in sıralandığı listeyi ciddiyetten uzak bir üslupla hazırlamıştı. İki dönem öncesine kadar parla mentoda Milli Eğitim Komisyonu’nda görev alan eski milletvekili dostum bu konuyu hatırlattı. İşte trajikomik olarak nitelediği olay.
Yusuf Has Hacip’in "Kutadgu Bilig" adlı eseri, yazarlar bölümünde "Kutadgu Bilig’den Seçmeler" olarak yer alıyor, Yusuf Has Hacip’in ismi ise listede hiç geçmiyordu. Buna benzer maddi hatalarla dolu listede öyle bir yanlış yapılmıştı ki, doğrusu insana "pes" dedirtmişti.
Platon’un, bilinen diğer ismiyle Eflatun’un ünlü eseri, "Sokrates’in Savunması"nı hemen hemen hepimiz biliriz. Oysa çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak için yola çıkan Milli Eğitim yetkililerinin, Platon’un bu eserinden haberi yoktu. Hazırladıkları listede yazarlar bölümünde "Sokrates" ismi vardı. Eseri bölümüne ise "Savunma" yazılmıştı.
Yazılı tek bir eseri bile olmayan tarihin en önemli felsefecilerinden Sokrates’in, "Savunma" adında bir kitabın sahibi yapılmasına mı gülersiniz, yoksa Eflatun’un en önemli eserlerinden birinden haberdar olmayanların kitap okuma kampanyası başlatmasına mı? Hani Eflatun’un Devlet adlı eserini listeye koymasalar Milli Eğitim Bakanlığı için "Eflatun" sadece bir renk ismi diyeceğim ya, neyse.
Eğitim ve öğretimden çok iyi anlayan eski milletvekiline "Şu anda aynı hatalar sürüyor mu?" diye soruyorum, kısa bir yanıt veriyor. "Hele bir Ankara’ya dönüp, araştırayım, cevabını veririm" diyor.
KREDİ KARTI ALAMAYACAK SİMİTÇİ VEKİL KİM?
Başbakan yardımcısıyken Abdüllatif Şener’in "Simitçi ve boyacıya artık kredi kartı alamayacak" sözünü sarf etmesinden yola çıkarak, bir grup eski milletvekiliyle sohbet ediyoruz. Aralarından Doğulu bir milletvekili espriyi patlatıyor.
"Hani, CHP’den AKP’ye geçen milletvekili arkadaşımız var ya! En çok o mağdur olacak. Adamcağız simit satıyor diye bu yasadan çok etkilenecek"
Aslında haber konusu olacak bu esprinin muhatabı Ağrı Milletvekili Cemal Kaya. 12 Ekim 2003’de AKP’ye transfer olan Kaya’nın hali hazırda İstanbul’da "Simit Sarayı", Ankara’da da "Simit Dünyası" adında lüks mağazaları var.
BEN ZATEN KIRMIZI IŞIKLARDA DURMUYORUM Kİ!
Melih Gökçek, Ankara’ya 75 kilometre uzaklıktaki Kızılcıhamam’a bir tesis açılışı için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte gider. Başbakanın makam aracına birlikte binen ikili, gidiş dönüş derken yaklaşık 150 kilometrelik yol boyunca baş başa kalma fırsatı bulur. Gökçek, bu uzun yolculuk süresince Tayyip Bey’e Ankara’nın birçok kavşağına inşa ettiği alt geçitleri böbürlenerek gösterme ve anlatma fırsatı bulur.
Başbakanın konvoyu hızla alt geçitleri kullanıp, Ankara sınırları dışına çıkarken Gökçek, Tayyip Bey’e dönüp: "Sayın Başbakanım, gördüğünüz gibi bu alt geçitler sayesinde kırmızı ışıklara hiç yakalanmadan geçtik ve kavşaklarda beklemedik" der.
Bu söz karşısında Erdoğan ise tebessüm ederek şu yanıtı verir:
"Melih, ben kırmızı ışıklarda zaten durmuyorum ki..."
Malumunuz, Başbakanımızın konvoyu geçerken, kavşakta bekleyen polisler yolu keser ve transit geçişine imkan sağlar. Eh, canım herkes 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer gibi kırmızı ışık meraklısı olacak değil ki!
YOK EDİLEN ŞEHİTLİĞİN YENİ SAHİBİ İNGİLİZLER
Hazır söz Didim’den açılmışken, başta İngilizler olmak üzere, yabancıların Didim’e akınını ve beraberinde getirdiği sorunları araştırdım. Bu tatil yöresinde, özellikle İngilizlere emlak satma furyası öyle bir hal almış ki, şehit mezarlarının üzerine bile ev yapılır olmuş. Özel bir kişiye ait arazi içerisinde kalan, Kurtuluş Savaşı’nın ilk şehitleri mezarlarından çıkarılırken, yerlerine İngiliz evleri yükselmeye başlamış. Hafriyat çalışmaları sırasında, şehitlerin kemikleri torbalara doldurularak ilçe mezarlığına taşınmış. Bakımsız, birkaç kırık dökük mezar taşından ibaret kalan şehitlik böylelikle ortadan kaldırılmış.
Araştırmacı- Yazar Sabahattin Burhan, şehit mezarlarının kaldırılmasının üzücü olduğunu belirterek, "Didim’de imar çalışmaları başlayınca hepsi yok edildi. Eski Rum evlerinin bir tek taşına dokunamayanlar, bizim şehit mezarlarını kaldırabiliyor" diyor. Mezarları yok edilen şehitlerin hikáyesine gelirsek.
19 Şubat 1919 tarihinde adalardan gelen Rumlar ile yerli Rumlar, Yoran’da (Didim’in eski adı) isyan çıkarıp, asayiş karakoluna saldırmışlar. 900 kişiye ulaşan Rumların saldırısı sonucu karakol komutanı çavuş ve 7 Mehmetçik şehit edilmiş. Karakol’daki silahları da alan Rum isyancılar, önce bir Türk çobanı öldürüp, Yoran’da yaşayan tek Türk aile olan gümrük memuru Abdülkadir Efendi ile eşini köy meydanında çırılçıplak dolaştırdıktan sonra işkenceyle şehit etmişler.
Şimdi, kalkıp İngilizlere de kızmamak lazım. Bence böylesine manevi değeri yüksek bir araziye sahip insanların para hırsını mercek altına alsak yeter.
Yazının Devamını Oku 10 Ağustos 2008
1920’li yılların başında küçük bir Anadolu kasabası görünümündeki Ankara’da, bırakın sosyal yaşamı, doğru dürüst bir yapılaşma dahi yoktu. Ancak, başkent olmasıyla birlikte kaderi büyük bir hızla değişti. Siyasiler Ankara’nın geleceğini öylesine etkiledi ki, Cumhuriyet devrimleri Türkiye’de kendini ilk olarak Ankara’nın sosyal hayatında hissettirmeye başladı. Bir yandan opera, bale, tiyatro gibi çağdaş sanatlarla tanışan Ankara, öte yandan modern yaşama cevap verecek mekánlara sahip olmaya başladı. Tabii, büyükelçiliklerin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması da bu gelişimi hızlandırdı.
Ankara’nın Batı’yı örnek alan kültürel gelişmesi, başta Fransız ve İtalyan restoranları olmak üzere, dünya mutfağında kendini gösteriyor. Dolayısıyla da yemek ve eğlence mekánlarını meşhur kılan girişimci insanlar ve yarattıkları markalar oldu. Üstelik kiminin etki alanı Başkent’le sınırlı kalmayıp, tüm ülkeye yayıldı. Ve bugünlerde bir mekán aynı yoldan yürüyüp, adından sıkça söz ettirmeye başladı.
BOŞANDI, BAŞARDI, BÜYÜDÜ
Bu işletmenin adı Big Chefs... Sahibi ise Gamze Cizreli. Eski eşi Boğaç Üner’le birlikte Cafemiz, Kuki, Quick China gibi markaları yaratan ve daha sonra tek başına Big Chefs’i oluşturan Gamze Hanım’ın bu yeni markası da çok tuttu. Öyle ki, işletme sayısı kısa zamanda beşi buldu. Birçok Başkentlinin şehir dışında olduğu bu dönemde bile mekánları dolup taşıyor. Hal böyle olunca da, Gamze Hanım ile ortak yeni mekan açmak isteyen yatırımcıların sayısı gitgide artıyor. Hatta İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerden ciddi yatırım teklifleri geliyor.
Big Chefs zincirinin lokomotifi ise hiç kuşku yok ki, Filistin Caddesi’ndeki mekán. Şeffaf mutfak düzeni, kendine özgü lezzetleri ve sıcak dekoruyla beğeni topluyor. Bu mekanda bir ticari işletmeden çok daha fazlası var, zira ünlü şair Necdet Evliyagil ile ailesinin yıllarca konut olarak kullandığı binada, tarihsel birikim bir şiir sıcaklığında size "merhaba" diyor.
SIKINTIYA GİREN BABA HAYAT AKIŞLARINI DEĞİŞTİRDİ
Aslında şiirleriyle olduğu kadar yarattığı eserlerle de tanınan Evliyagil Ailesi’nin ilginç bir geçmişi de var. Temelleri Necdet ve Şevket Evliyagil tarafından atılan Ajans Türk, Türkiye’nin en eski matbaalarından birine sahip.
Matbaanın kurucusu Evliyagil kardeşler gazeteci kökenli. Babaları İstanbul’da manifaturacılık yapmış, ancak iki kardeş baba mesleği yerine gazeteciliği tercih etmiş. Bunda 1929 yılında tiftik ve koyun postalı ihraç eden babalarının büyük ekonomik sıkıntılar yaşamasının da rolü var. Rahmetli Necdet Evliyagil 1924, Şevket Evliyagil ise 1927 doğumlu. 50’li yılların başında her ikisi de askerliğini yapmak üzere Ankara’ya gelmiş. Askerlik öncesinde biri Yeni İstanbul, diğeri Cumhuriyet gazetesinde gazetecilik yapıyormuş.
Bu dönemde gördükleri cazip iş imkánları nedeniyle iki kardeş teskereyi alınca Ankara’ya yerleşmeye karar vermişler. Bir haber ajansı kurmuşlar ve ikinci hedefleri olan gazete çıkarma hayallerini de kısa sürede hayata geçirmişler. Bu arada gazete için kurdukları matbaanın Ankara’da kamu kurumlarının büyük bir ihtiyacını karşılayabileceğini görünce, matbaacılık sektöründe yatırımlarını ilerletmeye başlamışlar.
GUINESS REKORLAR KİTABINA GİRDİLER
Ajans Türk Basın ve Basım AŞ, 1952 yılında iki katlı bir evde sektöre merhaba demiş. Devlet dairelerinin faaliyet raporları, broşür gibi ihtiyaçları için gece gündüz demeden çalışan matbaanın alternatifi olmaması sayesinde hızlı bir büyüme yakalamış. 1967 yılında dünyadaki ilk kabartma pulu basarak, Guiness Rekorlar Kitabı’na girmeyi başarmışlar. Kabartma pulun basılması kazanç olarak geri dönmüş olmasa da isimlerini duyurmalarını sağlamış. İşlerin giderek büyümesiyle birlikte Ajans Türk, 1963 yılında Kızılay’da 10 katlı bir binaya taşınmış. 90’lı yıllara gelindiğinde ise 10 katlı binanın da yetersiz gelmeye başlamasıyla Ankara’ya 7 km uzaklıkta 8 bin metrekare büyüklüğündeki düzayak tesislere taşınmışlar. Bu arada ülkemizdeki posta pullarının tamamına yakını bu matbaada basıldığını da ilave edeyim.
YENİ NESİL YATIRIMDAN KAZANDIĞINI OKULA YATIRIYOR
Bugün şirketin yönetimini Rahmetli Necdet Bey’in oğlu Sarp Evliyagil üstleniyor. Şirketin genç patronu matbaacılıkla yetinmeyip, yeni sektörlere de el atıyor. Dev hipermarketler ve alışveriş merkezleri yapıyor. Ancak en önemli iş olarak da babası ve amcasının kurduğu vakfın çalışmalarını görüyor.
1991 yılında kurulan "Şevket ve Necdet Evliyagil Ajans Türk Vakfı" açtığı ve özveriyle yaşattığı "Şevket Evliyagil Anadolu Meslek ve Ticaret Lisesi"nde bugün, bin 100 öğrenci eğitim görüyor. Vakfın bir diğer amacı da 1992 yılında ölen Necdet Evliyagil’in şiir yarışması düzenlenmesine yönelik vasiyetini yerine getirmek. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından her yıl belirlenen bir konuda liseler arasında yarışma düzenleniyor. İlk 100’e girenlerin şiirleri bir kitap haline getiriliyor ve ilgili yerlere gönderiliyor.
Gençlik yıllarına geri dönmenin püf noktaları
Geçen hafta Dünya Antiecing Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Recai Papubcu’nun, "Tıp erkeği keşfetti, erkekler de kaliteli yaşamı" diyerek söze başladığı bir yazı kaleme almıştım. Erkeklerde ikinci bahar başlığıyla konuyu size sunarken de, yaşlı erkeklerin gençlik günlerine geri dönmesinin tıbbi yönden çarelerini aktarmıştım. Birçok okurum bu bilgilerin ardından tavsiyelerin peşine düşüp, Recai Hoca’nın "yaşam koçluğu" yapmasını, benim de bunları satırlara dökmemi istiyordu.
Aslında Recai Hoca kaliteli ve sağlık yaşam için birçok ilginç öneride bulunmuştu. İşte bu yazımda, tavsiye niteliği taşıyan ve geçen haftadan geri kalan bölümleri aktarıyorum. Sanıyorum işinize çok yarayacaktır.
GENÇ VE SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN DOĞRU BESLENME
n Günde 2 litre tabii kaynak suyu veya filtre edilmiş temiz su için. Kuyu suyundan uzak durun. Şişelenmiş saf suyu tercih edin.
n Doğal ve taze meyve ve sebze tüketin. Taze hazırlanmış meyve suyu kullanın. Portakal, greyfurt, üzüm ve elma suları daha "in".
n EPA(Eıcosopentandıc Acıd) ve DHA(Docosohexanoıc Acıd) OMEGA-3 yağlarını ihtiva eden ürünler yiyin. Balık, keten tohumu, semizotu, şerbetçi otu.
n Düzenli yeşil çay için.
n Kafeinden uzak durun. Kafeinsiz kahveleri tercih edin. Kafein içeren enerji içeceklerinden, ağrı kesicilerden, yorgunluk gidericilerden uzaklaşın.
n Alkol kullanımınızı günde sadece 1-2 bardak kırmızı şarapla sınırlayın.
n Bol bol bitkisel çay için. Papatya, kuşburnu, dağ çayı, limon ve bergamot çaylarına öncelik verin. Diğer tercihiniz bitkisel yağlar olmalıdır. Ayçiçeği, pamuk, mısırözü yağı, kanola yağı.
n Barbekü yapılmış etlerden, kömürde kızarmış yağlı et ve tavuk derisinden, kızartılmış besinlerden uzaklaşın. Aynı yağı kızartmak için tekrar kullanmayın.
n Yemeklerinizi düşük ısıda ve yağsız yapmayı öğrenin. Buharda veya fırında pişmiş besinleri tercih edin.
n Salata sosu olarak sadece limon, sirke ve çok az zeytinyağı kullanın. Yapay soslar ve mayonezden uzak durun.
n Yapay tatlandırıcı, koku, tat ve renk vericiler ihtiva eden besinlerden uzak durun.
n Organik besinlere yönelin. Bekletilmiş, seyreltilmiş, koyulaştırılıp kıvamı artırılmış, yapay gübrelerle, böcek öldürücülerle temas etmiş besinleri kullanmamaya özen gösterin.
n Favori sebzelere(Sebze superstar’lara) ağırlık verin. Ispanak, kereviz, lahana, karnabahar, brokoli, domates, havuç, şekerpancarı, şalgam, patlıcan, semizotu, kabak gibi.
n Tahıl ekmekleri yiyin. Kepekli ekmeği tercih edin. Doğal(katkısız) mısır gevreği ve tahıl ezmeleri tüketin.
n Tuz tüketiminizi azaltın. Yeterli miktarda potasyum, magnezyum, çinko ve selenyum tüketin.
n Alüminyum pişirme kaplarından ve alüminyum paketleme malzemelerinden uzaklaşın.
n Şeker kullanımınızı azaltın. Şekersiz içecekler kullanın. İçeceklerinize şeker ilave etmeyin. Gerekiyorsa bal, pekmez veya doğal şekerlerden (şekerkamışı) yararlanın.
n Daha beyaz un ve beyaz pirinç tüketin.
n Çok gerekmedikçe konserve yiyecek tüketmeyin.
n Sebzeleri çiğ olarak veya çok az haşlayarak tüketin.
n A ve D vitaminleri ile güçlendirilmiş besinlerden uzak durun.
n Düşük kalorili beslenmeye çalışın.
n Daha az yağ kullanın.
n Daha dikkatli hayvansal protein tüketin.
n Basit, fabrikasyon işlemlerden geçmemiş, beklememiş, tütsülenmemiş, taze besinlere yönelin.
n Mandıra ürünlerinden, salamdan, sosisten, sucuktan uzaklaşın.
n Küçük porsiyonlar halinde yiyin. Sık ve az yiyin. Sadece acıktığınızda ve sadece açlığınızı giderecek kadar yiyin.
n Tamamen doyana kadar yememeğe özen gösterin.
n Kilonuzu düzenli olarak izleyin. 250 gramdan fazla kilo alınca hemen 1-2 günlük diyet kısıtlamaları ile sorunu çözün. Kiloları asla bekletmeyin. Fazla kilolarınızı mutlaka verin.
GENÇ VE SAĞLIKLI BİR YAŞAM İÇİN YAŞAMINIZI PLANLAYIN
n Düzenli ve ılımlı egzersizler yapın. Haftada en az üç kez 35-40 dakikalık egzersizi mutlaka uygulayın. Olanak buldukça yürüyün.
n Uzun süre sabit oturmaktan kaçının. Her 45 dakikalık oturmayı takriben 10-15 dakika yürüyün veya ayakta kalın.
n Sık ve bol okuyun. Aktif düşünmeyi sağlayacak şekilde zihninizi meşgul edin. Telefon numaraları, yeni şiirler, yabancı dilden yeni kelimeler ezberleyin. Bol bol satranç oynayın, bulmaca çözün.
n Belirli hedeflere odaklanmış, girişimci, kararlı, takipçi, meydan okuyucu ve üretici olun.
n Belirli aralıklarla ve düzenli olarak kontrolleri yaptırın.
n Koruyucu aşılarınızı (Grip, pnömökok, hepatitis...) aksatmadan yaptırın!
DAHA GÜÇLÜ BİR BELLEĞİ HEDEFLEYİN
n Düzenli olarak dergi, kitap, gazete okuyun.
n Düzenli spor yapın.
n Yeni yabancı diller öğrenin.
n Telefon numaralarını ezberlemeye çalışın.
n Toplumsal ve politik olaylarla ilgili olun.
n Alkolü ve sigarayı azaltın veya bırakın.
n Stresten uzak kalın.
n Bilmece-bulmaca ve matematik problemleri çözün.
n Diyet yapın. Fazla kilolarınızı atın. Daha az yağ kullanın. Kollestrol seviyelerinizi dikkatle izleyin.
n Kan basıncınızı izleyin. Hipertansiyonunuz varsa düzenleyici tedavi alın.
n Hoş olmayan olayları unutun.
n Yeterince uyuyun. Dinlenmeye vakit ayırın.
n Beyninize profesyonel destekler verin!
n Boş geçireceğiniz zamanlarda zihinsel faaliyetlerde bulunun.
n Kendinizi test edin: okuduğunuz yazıların özetini yapmaya çalışın. Yazılardan bölümler ezberleyin.
n Genelleme ve benzetmelerden yararlanın. Fiziksel özelliklere anlam vererek aklınıza yerleştirin. İsimleri ve yerleri çağrışım yoluyla ezberleyin.
n İşyerinizdeki, evinizdeki, ziyaret ettiğiniz otel, ofis ya da evdeki eşyaların yerini, adını ezberleyin.
n Yeni isimler, yeni yüzler, yeni sokak adları, yeni şarap markaları ezberlemeyi kural edinin.
Andropozu tespit etmek amacıyla yapılan değerlendirme anketi.
Libido da bir azalmanız var mı?
Enerji yetersizliği hissediyor musunuz?
Dayanıklılık ve vücut direncinizde azalmanız var mı?
Boyunuzda azalma fark ettiniz mi?
Yaşamdan haz azalması hissediyor musunuz?
Hüzünlü veya keyifsiz hissediyor musunuz?
Ereksiyonlarınız daha az sertlikte olmakta mı?
Spor faaliyetlerindeki başarı ve oryantasyonunuzda bir azalma gözlediniz mi?
Yemeklerden sonra uykunuz gelmekte mi?
İş oryantasyonunda değişme hissediyor musunuz?
The Saint Louis University Androgen Deficiency in Aging Males (ADAM ) anketi 1. yada 7. sorulara veya diğer üç adetine "Evet" cevabı durumunda testesteron yetersizliğinden şüphelenilebilir. Bu durumda bir sağlık tarama ve tedavi programına dahil olma zamanınız gelmiştir.
Yazının Devamını Oku